Bir adada yalnız başına kalmak günümüzde insanları artık ne cezbederek hayallere sürüklüyor, ne de yalnızlığı düşündürerek korkuya sevk ediyor. Bu sebeptendir ki artık modern edebiyatta “ada” kavramı fiziksel veya metafiziksel anlamda kullanımını yitirmiş durumdadır, çünkü bir adada tek başına kalmak kavramı klişeleştiği gibi aynı zamanda teknolojinin hızı sayesinde böyle bir ihtimal veya imkânın bize tanınmayacağından eminiz. En nihayetinde dünyanın ancak sayılı zenginlerinin yaşayabildiği bir lüksün sıradan birinin başına gelmesi en fazla absürt bir durum olurdu.
Bununla birlikte bir adaya düşen insan ve başından geçenler geçmiş zamana ait birçok edebi eserde anlatılmıştır. Milattan önce yazılmış eserlerde genelde ana kahramanın başından geçen talihsiz olaylar neticesinde kendini bir veya daha ziyade birden çok adada bulması, bu adaların her birinde farklı dokularda hayatına devam eden egzotik toplumlarla karşılaşması, çeşitli kötülüklerle mücadele etmesi ve en nihayetinde bir huzur ve başarmışlık hissiyatıyla evine dönmesiyle son bulan bir döngüyle karşılaşmaktayız. Bu noktada verilebilecek örneklerden birisi Homer’in Odysseia’sıdır, bir diğeri ise Platon’un konuşmalarında da adından bahsedilen efsanevi Atlantis’tir.
Atlantis egzotik toplum kavramına yalnızca farklı bir mekân olmasıyla değil aynı zamanda da bambaşka bir zaman çizgisinde var olması sebebiyle iyi bir örnek teşkil etmektedir. Atlantis aynı zamanda yaşamak için ideal olduğu hâlde mükemmel bir yer olmamasıyla da diğer eserlerden farklı bir konumdadır. Bazı eserlerde Atlantis’in başkenti olan, bazı eserlerde ise, örneğin Strabo’nun coğrafya üzerine yazdığı eserde olduğu gibi, Dünya’nın ucunda bulunan ve gündüz ile gecenin, yaşam ile ölümün, hüzün ile mutluluğun ve dahası bütün elementlerin birbirine karıştığı bir ada olarak rivayet edilen Thule adası da Atlantis ile benzer bir biçimde efsanelere konu olmuş olan bir adadır.
Orta Çağ ve Rönesans devrinin başlarında ise adaların genellikle insanlara güvenlik ve mutluluk sağlayacak yerler olduğu yönünde eserler verilmiştir. Hristiyanlığın erken dönemlerinde üstlerinde hissettikleri baskılar sebebiyle adalar genel olarak baskıcı toplumlardan uzakta ve dahası güven içerisinde yaşanılacak bir yer olarak tasvir edilmişlerdir. Daha sonraları ise adalar yalnızca güven değil aynı zamanda mutluluk veren yerler olarak tasavvur edilmektedirler. More’un Ütopya adlı eseri, adaya tam olarak bu özellikleri atfetmiştir.
Bazı büyük olay ve savaşlarda Doğu ile Batı’nın, medeniyet ile barbarlığın, eski ile yeninin çatışmalarına konu olmuştur, gerçek veyahut düşünsel düzlemdeki adalar. Kıbrıs ve Malta birçok farklı devletin egemenliği altına girdiğinden dolayı birçok esere konu olmuştur. Bunlardan en meşhuru, Shakespeare’in Kıbrıs’ın Osmanlı’ya geçmeden önceki hâlini anlattığı Othello isimli eseridir. Cervantes de Özgür Ruhlu Aşıklar adlı eserinde kahramanının yine Osmanlı işgali zamanında Kıbrıs’taki yıkıntılar arasında gezinmesi suretiyle eserinde bir ada görüntüsüne yer vermiştir.
Amerika ve diğer kıtaların keşfi döneminde ise adalar bir yandan suçluların gönderildiği veya gemi kazaları sonucunda talihsiz kişilerin düştüğü yerleri anlatırken, diğer yandan ise yeniden egzotik ve renkli kültürlerin yaşadığı yerler hâline evrilmiştir. Pierre Loti, Victor Segalen gibi kimseler adaların egzotik ve fantastik yönlerine dikkat çekerlerken ve Darwin, Malinowski gibi bilim adamları adaları hayatın durduğu ve dolayısıyla doğa bilimleri deneyleri için ideal yerler olarak tasvir ederler. Gülliver’in Gezileri ve Robinson Crusoe’nun Maceraları gibi kitaplarda ise adaya düşen insanların yaşadıkları zorluklar konu olarak işlenmektedir.
17. ve 18. yüzyılların gemi kazaları trajik olaylar olmalarına rağmen, üzerlerinden uzun zaman geçmesinin de etkisiyle 1900’lü yıllarda bir komedi ve karikatür malzemesi hâline gelmişlerdir. 1930’lu yıllarda ise artık klişe hâlini almaları dolayısıyla yaklaşık 20 yıl sürecek olan mizah ve politika dergilerinden kabul almama sürecine girmiştir ada teması. Günümüzde ise ada teması ancak yüksek standartları karşıladığı takdirde basılmaya layık bulunmaktadır, gerek edebiyatta gerekse karikatür dünyasında.
[box_light]Kaynakça[/box_light]
Handy, Bruce. “A Guy, a Palm Tree, and a Desert Island: The Cartoon Genre That Won’t Just Die.” VFCulture. 25 Mayıs 2012. http://www.vanityfair.com/culture/2012/05/history-of-the-desert-island-cartoon
Myers, Ben. “Why writers treasure islands.” The Guardian. 31 Mayıs 2011. http://www.theguardian.com/books/booksblog/2011/may/31/writers-islands-fiction
Stephanides, Stephanos ve Susan Bassnett. “Islands, Literature, and Cultural Translatability.” Journal of Global Cultural Studies. 2008. http://transtexts.revues.org/212
Kapak Görseli: http://www.vanityfair.com/culture/2012/05/history-of-the-desert-island-cartoon