İşe Yarar Bir şey, 27 Ekim Cumartesi günü vizyona girmiş; Türkiye, Fransa, Hollanda ve Almanya ortak yapımı bir dram filmi. Yapımcılığını Pelin Esmer ve Marsel Kalvo’nun üstlendiği İşe Yarar Bir Şey’in senaryosu, yine Pelin Esmer ve Barış Bıçakçı tarafından ortaklaşa kaleme alındı. Hem tekniği, hem kurgusu, hem de oyuncularının performansı bakımından mutlaka izlenmesi ve üzerine düşünülmesi gereken bir film. İşe Yarar Bir Şey, başrol oyuncularından Başak Köklükaya’ya 24. Adana Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandırmış ve yine aynı festivalde senaryo ödülüne layık görülmüştür. Diğer iki başrol oyuncusu da Öykü Karayel ve Yiğit Özşener’dir.
Hikâye, bir şair olan Leyla’nın yirmi beş yıl aradan sonra çocukluğunun geçtiği şehre, İzmir’e, lise arkadaşlarının toplanacağı bir yemeğe gitmek için tren yolculuğuna çıkmasıyla başlıyor; yolculuğunun hemen öncesinde tanıştığı, yol arkadaşı Canan’ın gelişiyle devam ediyor. Mavi Tren’le yapılacak bir yolculuk bu… Kuşetli vagon, yataklı, yemekli… Açılışı, çoktandır duymadığınız bu kavramları özlediğinizi fark ederek yapıyorsunuz . Daha film başlar başlamaz içinizi bir sıcaklık sarıyor. Filmin ilk kısmı bu tren yolcuğunda yaşananları içeriyor. Canan’ın yolculuk boyunca anlattıklarının, Leyla’da uyandırdığı büyük bir merak var. Tam tersini söylese de bulmaktan çok aramak isteyen bir hâli var Leyla’nın. Ve bu arayış ona, şiirlerini yazdıran şey. Yine bu merakın peşinden gidecektir.
Öbür yanda boynundan aşağısı felç olan, yatağa ve bakıcısına mahkum, ölmek isteyen fakat bunu tek başına gerçekleştiremeyeceği için başka birinin yardımını ihtiyaç duyan Yavuz var. Yiğit Özşener’in şahane performansıyla filmin en önemli karakterlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor Yavuz. Ölmeyi kafasına koymuş karakterin filme girişiyle, yol ve yolculuk temasından ölüm temasına bir geçiş yaşanıyor. Öykü Karayel’in canlandırdığı Canan karakteri de genç bir hemşiredir. Yolları bir şekilde Yavuz ile kesişir ve ölümü için ona yardım etmek Canan’a düşer. Ürkek ve tedirgin hâlleriyle, filmin gerçek hayatla ilişkisini diri tutmasında büyük bir katkısı olan Canan, olayların gidişi neticesinde, bu işe hiç istemeden Leyla’yı da dahil edecektir. Şair Leyla’nın gelişi ve o kısacık sürede Yavuz’la yaşadıkları etkileşim sebebiyle bu işi bir gün daha ertelemek durumunda kalırlar. O gün ölmeye öylesine kararlıyken, Yavuz’u bir gün daha fazla yaşamaya ikna eden bir detay var. Sıradan ‘bir sarı çiçek’ kadar küçük bir detay… Hayatın her anının aslında ne kadar da yaşamaya değer olduğunu fark ettiren, gülümseten bir detay. Filmin bu bölümünde geçen konuşmalar, okunan şiirler, hatırlanan öyküler; sizi çoktandır özlediğiniz, sıcacık bir muhabbettin içine götürüyor. Yavaş yavaş, usul usul eriyorsunuz.
Başak Köklükaya’nın muhteşem oyunculuğunda vücut bulmuş Leyla karakterinin iz bırakan, düşündüren bir tarafı var. Soylu bir sükûnet, her şeyi önceden bilmenin verdiği sakinlik ve dinginlik… Şairlerin, tanrılardan daha çok şey bildiğine hep inanmışımdır. Leyla Hanım’da gördüğüm derinlik ve sesssizlikle de bu inancım ikiye katlandı. Herkesin yanından geçip giderken farkına bile varmadığı bir sürü detayı görüyor Leyla. Aynalar, kuşlar, renkler, yansımalar… Bunlardan kendine şiirler yapıyor. Çoktandır düşünmeyi unuttuğunuz bir sürü güzelliği anımsatıyor size.
Filmin ana teması ölüm ve ölüme duyulan arzu olmasına rağmen; onu kötüleyen, lanetleyen tek bir iz göremiyorsunuz. Abartıya kaçmadan, dramı yoğunlaştırmadan verebilmişler mesajı. Normal şartlarda, ölümü gerçekten isteyen birinin topluma uyum sağlayamamış, kendini eksik hisseden, mutsuz biri olduğunu düşünürsünüz. Fakat Yavuz’un hikâyesinde tam tersiyle; içinde bulunduğu durumun yarattığı olumsuzlukları büyük bir olgunlukla kabullenmiş, tevazu sahibi, ince zekâlı, esprili ve hoş bir karakterle karşılaşıyorsunuz. Ölümü yakıştıramıyorsunuz ona. Yine de olayların heyecanından çok, durumların derinliği üzerine kurgulanmış bir film olduğu için, sizi şaşırtacak bir son beklentisi içerisine de girmiyorsunuz. Filmin en başında belirtilenden farklı bir son karşılamıyor sizi. Zaten filmin güzelliği olayların gidişatından değil; karakterlerin ruh hâlinden, yüz ifadelerinden kaynaklanıyor.
Filmin sonunu kurmak ise izleyiciye bırakılmış. Yavuz’a ne oldu? Öldü mü? Canan ve Leyla nereye gittiler? Tüm bu soruların cevabı izleyicinin hayal gücüne kalmış. Bence en güzel tarafı da bu. Sessiz sessiz, yürüye yürüye, düşüne düşüne sindiriyorsunuz. Aklınızda ve kalbinizde Leyla’nın derinliği, Canan’ın tedirginliği ve Yavuz’un sempatikliğiyle; gerçek bir tatmin duygusu ve memnuniyetle ayrılıyorsunuz salondan. Hele bir de şiirle iç içe, şiir seven, şiir özleyen biriyseniz; tadına doyamıyorsunuz. “İşe Yarar Bir Şey”in bu yılın en başarılı yerli filmlerinden biri olacağına inanıyor ve bu inançla, herkesin izlemesini ve kendini ‘işe yarar bir şey’ yapmış hissetmesini diliyorum.
Sevgimle…
Fatih göbekek
????