Müzik, benim için başkasının yarattığı bir dünyada, tanıdık gelen bir şehrin sokaklarını başkalarının benim için kararlaştırdığı adımlarla yürümek gibi. Bu tanışıklık hissini sevmekle birlikte, şehrin her sokağında başka bir hikâye bulmayı, şaşırmayı, hüzünlenmeyi, cesaretlenmeyi, yani “hissetmeyi” daha çok seviyorum. Bu nedenle benim de herkes gibi, her anım için bir şarkım var; çalışırken ayrı, yürürken, düşünürken, dinlenirken; bir şeye çok kızmış, bir lafa çok içerlemişken. Durmaksızın kendi hayatına “soundtrack” arayan biri olarak da müziğe dair beni en çok etkileyen olgunun müziğin bir anıya, bir ana, bazen bir sahneye eşlik ediyor olması sanırım.
Kendi anlarıma, anılarıma müzik yakıştırma konusunda saçma bir takıntımın – ya da masum bir alışkanlığımın – olduğu doğru ancak söz konusu sinema olunca arkama yaslanıp derin bir nefes almam gerekiyor. Bu kadar büyük emeklerin, üzerine titrenilen yapımların olduğu bir dönemde, üstelik sinema dünyasının-izleyicinin detaylara verdiği önem daha da artmışken. Gerçekten de günümüzde müziğin, oyunculara ve kurguya eşlik ettiği anlayışı terk edilmiş gibi görünüyor, artık müzikler hikâyeyi yönlendiriyor, duyguyu ve kurguyu seyirciye bizzat sunuyor. Ne mutlu ki izleyici de artık, oyunculuklar kadar detaylara da dikkat ediyor, böylece kamera arkası kadrosu izleyiciyi etkileme konusunda çok daha istekli oluyor ve ortaya unutulmaz bileşimler çıkıyor. İzleyici; müzik, hikâye, oyuncular ve duyguların oluşturduğu bir sarmalda, kusursuz bir bütünün parçası oluyor ve aynı anda hem görsel, hem işitsel, hem de duygusal açıdan tatmin oluyor.
Sinema dünyasında yapımlar için bestelenmiş müzikler söz konusu olduğunda aklımıza, Interstellar, Karayip Korsanları, Batman serisi ve benzeri, aklımıza gelebilecek neredeyse her filmin sahnelerini ölümsüzleştiren besteleriyle Hans Zimmer gelirdi. Şimdilerde boynuzun kulağı geçebildiğinin en açık örneklerinden biri olarak Ramin Djawadi besteleriyle bu alanda boy gösteriyor. Djawadi, gençliğinde Zimmer ile çalışmış olmakla birlikte, şu an büyük hayran kitlelerine sahip ve tanınırlığı ile ilk sıralara yerleşmiş olan Game of Thrones ve West World dizileri için bestelediği müziklerle tanınıyor.
Ramin Djawadi, dört yaşından beri müzikle, notalarla iç içe büyüyen bir çocukmuş, belki de bunun etkisi ile şimdi bahsi geçen dizilerin hayran kitlelerini kendine hayran bırakacak eşsiz eserlere imza atıyor. Djawadi’nin kaleminden, hayal gücünden çıkan bestelerin yer aldığı sahneler ile olan uyumu inanılmaz bir hâl alıyor. Onca kostüme, oyunculuğa, mimiğe, dekora, kurguya rağmen müziği çıkardığınız zaman hiçbir duyguyu izleyiciye tam anlamı ile veremeyecek olan bu sahneler, müzikle kendi ritmini kazanıyor sanki. Müzikte kulağa dokunan her bir enstrüman hikâyenin bir parçasını tutup diğerine bağlıyor, her katmanda başka bir duygunun iniş ve yükselişleri birbiri ardına dizilen notalar ile izleyiciye akıyor. Bir diyalog dahi barındırmayan sahneler ile neler anlatılabiliyor, yalnız doğru seçilmiş müzik ile.
Djawadi, verdiği bir röportajda, bestesine başlamadan önce senaryoyu ve sahneleri defalarca okuduğunu, kurguyu bir bütün olarak düşündüğünü ve çoğu zaman doğru besteyi yaratabilmek adına setlerde bizzat yer alarak atmosferi hissettiğini belirtmiş. Game of Thrones ve West Word dizilerini takip edenlere yabancı gelmeyecektir, Djawadi, bestelerinde her karaktere özgü bir tema belirleyip karakterin yer aldığı her sahnede aynı temel üzerinden, sahnede yer alan duygu akışına göre farklı üst katmanlar eklemeyi tercih ediyor. Ve izleyici daha sahnede oyuncu yer almadan, hangi karakterin sahnesi olacağını anlıyor, müziğin ritmi ile kurgunun kalanını hayal edebiliyor. Senaryo bir yana, yalnızca müzikler ile izleyiciyi bu denli etkileyebiliyor olmak muazzam bir duygu olmalı.
Djawadi, besteleri ile daha çok insana ulaşabilmek ve hayatın olağan akışında kendi isteği ile enstrümantal bir konsere gitmeyi tercih etmeyecek insanları ortak zevkleri ve tutkuları olan bir konsept altında buluşturabilmek adına, Game of Thrones için hazırladığı müziklerden oluşan canlı bir konser vermek istemiş ve bunu bir turneye çevirmiş. Farklı farklı yerlerde bazen tek, bazen orkestra ile izleyicinin, en çok da Game of Thrones fanlarının karşısına çıkmış ve çok ilgi görmüş. Aşağıya, atmosferi biraz olsun hayal edebilmemiz adına konser kayıtlarından bir kesit bırakıyorum. Bu kadar karanlık ve oldukça uzak bir çekimde, hiçbir seyircinin suratını dahi görmeden bir şeyleri bu kadar kalabalık bir kitle ile paylaşıyor olmaktan ve ortak beğenilerini canlı bir tecrübeye dönüştürmekten kaynaklanan heyecanlarını hissetmemek imkânsız:
West Word, kimi zaman sınırları zorlayan, oldukça kafa karıştırıcı bir senaryoya ve zekice kurgulanmış ütopik bir düzene sahip bir dizi. “Intro” olarak tanımladığımız dizilerin girişlerinin kurgudaki bütünü, karakterleri ve gidişatı izleyiciye açık vermeden özetlemesi gerektiğine inanıyorum ve West World dizisinin introsu, görsel akıcılığının yanı sıra Ramin Djawadi’nin eşşiz yeteneği ile buluşunca izleyiciye bitmesini istemeyeceği o 109 saniyeyi yaşatıyor:
Artık her yerde kulaklarımıza çalınan, etkisinden çıkamadığımız ve yine dizinin kusursuz bir özeti niteliğindeki Game of Thrones introsu da Ramin Djawadi’ye ait:
Kendi hayatına “soundtrack” ararken yolu Ramin Djawadi’nin eşsiz bestelerine düşen herkes adına konuşmuş olmak isterim; müzik evreni başka, bambaşka, üstelik perdenin önü de arkası da çok keyifli. Bir insan kulağından kalbe ve zihne dokunabiliyor olmak, bir müziği duyguları ile enstrüman ile katman katman dokumak; müziği yaratmak ya da başkasının yarattığı bir dünyada, tanıdık gelen bir şehrin sokaklarını başkalarının adımlarıyla yürümek ve müziğin seni yaratmasına izin vermek..
Fotoğraflar için: http://tr.ign.com/game-of-thrones-1/104183/feature/sen-de-kimsin-1-ramin-djawadi
https://www.digitaltrends.com/features/ramin-djawadi-composer-of-game-of-thrones/
berna
muhteşem eline sağlık ahh işte tam da bu demeyi bu kadar güzel ifade etmek