Amsterdam’ın pek çok kanal ve köprüye ev sahipliği yaptığı herkes tarafından bilinen bir gerçek. Öyle ki şehirde Venedik’ten daha fazla kanal, Paris’ten daha fazla köprü var. Ancak bunun dışında göz ardı edilen gerçek, Amsterdam’ın aslında bir müze cenneti olduğu. Laleden esrara, insan vücudundan peynire… Burada her şeyin müzesi var, inek müzesi dahil! Ben de yakın zamanda gittiğim ve çok da klasik olmayan iki müzeyle ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Hash, Marihuana & Hemp Museum
Marihuana Müzesi, Amsterdam’ın De Wallen bölgesinde 1985’te kurulmuş bir müze ve kurulduğundan beri 2 milyonu aşkın ziyaretçiyi ağırlamış. Bu açıdan turistlerin oldukça ilgisini çektiği söylenebilir. Özellikle pek çok ülkede kullanımın yasak olduğu düşünüldüğünde, bunun sebebini anlama pek de zor değil.
Müze marihuananın elde edildiği kenevir bitkisinin özelliklerini, nasıl keşfedildiğini, kıtalar arası yolculuğunu, beraberinde getirdiği yasakları ve bugün tıp dünyasında yarattığı devrimi anlatıyor. Müzede pek çok ilginç gerçeğe tanıklık etmek mümkün. Bunlardan biri, Napoleon Mısır’ı işgal ettiğinde, Fransız askerleri yerel halkın farklı bir madde “içtiğini” görür. Zira bir İslam ülkesinin sınırları içinde bulunan Mısır’da alkol tüketimi yasaktır. Bu sebeple insanlar bugün esrar veya marihuana olarak andığımız bir maddeyi eğlence amaçlı kullanmaktadır. Askerler bu eğlenceye hemen adapte olurlar ve Fransa’ya dönerken marihuanayı da beraberlerinde götürürler. Böylece Avrupa ilk kez marihuanayla karşılaşmış olur.
Diğer ilginç bir nokta ise, Güney Asya ve Kuzey Amerika’daki bazı dinlerde kenevirin kutsal kabul edildiği. Birtakım tören ve ritüellerin gerçekleştirilmesinde marihuana vazgeçilmez olarak yer almakta. Müzede kenevirin Budizm, Sufizm ve Hristiyanlıkta da özel bir yeri olduğu vurgulanıyor. Bunun sebebinin ise, kenevirin huzur ve barış hissi vererek gerginliği azaltması ve böylece Tanrı’yla iletişimi kolaylaştırması olduğu kabul ediliyor. Ayrıca sanatı ve müziği anlamada daha geniş bir perspektif sunduğu kabul ediliyor.
Verzets (Resistance) Museum
Verzets “Direniş” Müzesi, Hollanda’nın II. Dünya Savaşı sırasında Nazi işgaline nasıl karşı koyduğunu anlatıyor. Müze yalnız Hollanda halkının direnişini değil, savaşın toplum üzerindeki yansımasını, bir milletin nasıl değişim yaşadığını, yıkımın sosyolojik ve psikolojik etkilerini de ortaya koyuyor.
Sergi, savaş atmosferini yansıtacak şekilde bir şehrin sokakları gibi inşa edilmiş. Işıklandırma oldukça az, bu da müzeye kasvetli bir hava vererek ziyaretçilere “gerçekten savaştaymış hissi” veriyor. Savaş zamanı kullanılan eşyalar, dönemin gazeteleri, fotoğraflar, radyolar, konuşmalar; müzenin ev sahipliği yaptığı parçalardan bazıları.
Müzede savaş zamanı Yahudilerin yaşadıkları özel bir bölümde anlatılıyor. Müzenin belki de en etkileyici kısmı burası, denebilir. Burada gizli evlerden Auschwitz trenine, mektuplardan kampa götürülen bir çocuğun ayakkabısına kadar her şey var. Duvarlarda yer alan bir bilgiye göre, 1940’ta Hollanda’da yaşayan 140,000 Yahudi’den 107,000’i sürgüne gönderilmiş, 25,000’i ise saklanarak hayatını devam ettirmeye çalışmış. Sürgüne gönderilenlerin 101,500’ü, saklananların ise 7,000’i ölmüş. Tüm bunları öğrendikten sonra sergiyi tamamlamak çok daha zorlaşıyor çünkü bu kadar yaşanmışlığın, acının insanın ruhuna yaptığı baskıyı atmak pek mümkün değil. Savaşın en çok da mini mini çocukları vurması, hayata tutunmaya çalışırken bir anda her şeyin son bulması, esaret, açlık, ölüm… Geri alınamaz şeylerin yol açtığı yıkım bugün yalnız hikâyeleri dinleyenleri bile sarsıyorsa, o günlere tanıklık edenleri ne kadar etkiledi, kim bilir?