Lucy çıktığında oldukça büyük bir çalkantı yaratmıştı, hakkında söylenecek de çok şey var, ancak bu yazının mevzubahisi Lucy değil. Lucy ile aşağı yukarı aynı zamanlarda çıkan, yine Scarlett Johannson’ın başrolde olduğu başka bir film ve de bu filmin radarlarınızdan kaçmış olması kuvvetle muhtemel. Bu nedenle kadın başrollü bilim kurguların yükselişe geçtiği şu sıralarda Under The Skin’den bahsetme gereği duyuyorum. Ancak bu film, yalnızca yeni akım feminist sinemanın bir örneği olmaktan olabildiğince uzak. Esasen bir deneyim Under the Skin. Bir Hollywood filmi olduğunu söylemek zaten mümkün değil. Daha çok görsel ve kurgusal deneylerle bezenmiş bir İngiliz filmi gibi. Bunun en önemli sonucu da, kolay ve eğlenceli bir izlence olmaması. Tam aksine, izleyicinin pasif kalmasına izin vermiyor Under The Skin. Hiçbir şekilde acele de etmiyor. Hatta acele acele anlatabileceği bir hikâyesi olduğunu söylemek bile zor. İzleyiciye talepkar davranıyor, sadece bir izleyici olmasını değil aynı zamanda bir okuyucu olmasını bekliyor.
Film, aslında bir hikâyeden çok bir deneyim gibi dediysem de o kadar da inanmayın, yine de bir olay örgüsü tabii ki mevcut. Girişte anladığımız kadarıyla gerçek bir insan değil Scarlett Johansın’ın karakteri. Film “törensel” diyebileceğim, bir siyah beyaz ağırlıklı sahneyle açılıyor. Scarlett Johannson, yeni bir kimlik elde ediyor: Laura. Kimliğe kavuşmasının ardından, etrafta dolaşarak bir takım İskoç erkeklerini yatağına çekiyor sonra da onları tüketiyor. Ancak bu mekanikleştirilmiş süreçte kendi hakkında da bir şeylerin de farkına varıyor, bir şeyler değişiyor. Bütün film de bu değişime bir anlam vermek üzerine kurulu esasen.
İzleyenler yalnızca bir değişim olduğunu görebiliyorlar filmde, değişen şeyin ne olduğunu bulmak ise onlara kalmış bir husus. Ana karakterin doğuşunda bulunan bir takım motosikletli insanlar var. Ancak tam olarak ne yaptıklarını, nasıl bir rolleri olduğu hakkında sadece bir fikir yürütmek mümkün. Ortada net bir bilgi yok, ancak bu verilen görsel imgelemleri, önceden getirmiş olduğumuz bilgilerle sentezleyerek bir sonuca varabiliyoruz. Aynı şekilde ana karakterin tam olarak ne olduğu da bir muamma. Bir uzaylı veya bilinçli bir robot olabilir mesela. Öte yandan, Laura’nın tam olarak ne olduğu pek de mühim değil. Önemli nokta yabancı ve farklı olması, bu anlamda da boş bir figür gibi, izleyenlerin kendilerini veya önbilgilerini yansıtabileceği.
Filmi izleyenler, kendilerinden oldukça fazla yorum katacaklarından, çoğu yorum birbiriyle tutarsız olacaktır. Ancak filmde öyle bir unsur var ki, kurgudaki önemini görmemek mümkün değil. Bu öne çıkan ana unsur ise kadının cinselliği. Laura kendini anlamaya yaklaşırken, bir değişim yolunda giderken, cinsellik üzerinden yaşıyor bütün bunları. Hem farklılıkları hem de imgelemleri burada görüyoruz. Yeni çıkan dizilerle aşinalığı olanlar için bir benzerliğe de işaret etmek istiyorum:“American Gods” izleyenler Bilquis’i bilirler. Erkekleri ağına düşürüp zevk üzerinden hapseden bir tanrıça bu. Cinsellikten ayrı düşünülemez bir kadın, aynı Laura gibi. Hem görsel hem de mantıksal olarak ikisi de aynı şekilde erkekleri hapsediyorlar.
Filmin görselliği her şekilde çok çarpıcı. Renk ve imgelemlerin kullanımı özelikle cinsellik içeren sahnelerde daha da ortaya çıkıyor. Her seferinde tekrar eden bir sahne olmasına rağmen, değişen küçük detaylarla karakterin iç yüzü yansıtılıyor. Sinematografik açıdan ise zaten sürekli mercek altında olan bir kadın söz konusu. Yakın çekimlerin ön plana çıktığını, sürekli kadrajda Johannson’ın suratını gördüğümüzden mütevellit, sıkışmışlık ve çaresizlik hisleri veriliyor sürekli olarak filmde. Ancak renklerin kullanımı, özellikle bir takım hayal sekansını andıran sahnelerde, bir dönüşüm olduğu görülüyor. Cinsellik üzerinden bir farkındalık artışı olduğunu görüyoruz.
Under The Skin, Ladybird gibi bir film değil. Ne mi demek bu? İzleyince mutlu olup sırıtmak pek mümkün değil, demek. Ama eğer bir filmi izleyip tartışmaksa amaç, o halde muhteşem bir film ve daha önemlisi, doğru film. Görsel bir deneyim aynı zamanda, hiçbir şey tartışmadan, sadece güzelliği için izlemek de mümkün. Son kertede, izlerken amaç ne olursa olsun, pek de öyle radardan kaçırmalık bir film değil.
Kaynaklar:
http://www.imdb.com/title/tt1441395/?ref_=fn_al_tt_1
https://www.rogerebert.com/reviews/under-the-skin-2014
Görsel Kaynaklar:
http://ew.com/article/2014/04/04/under-skin-movie/
Koray Gençalp
Daha önce izlememiştim, Begüm Erdoğanın yorumları ile birlikte bir başka gözle izleyeceğim.
Aydın Türker
“Lucy” beni çok etkilemişti. Pek adetim olmasa da ikinci kez seyretmekten zevk almıştım. Demek ki arada “Under the Skin” gözden kaçmış. İlk fırsatta izlenecek.
Murat Erdogan
Sohbet tadında bir yazı. Filmi izlemiştim, yorumlarınızla filmin sanatsal yönüne mercek tutmuşsunuz :-) Elinize sağlık.