Adı ister modernlik olsun, ister modernizm, isterseniz de tercih ettiğimiz şekliyle, modernite… Binbir farklı göstergeyle ifade edilebilecek basit ve apaçık fakat bir o kadar da kendini saklamayı bilen bir olguyla haşır neşir oluyoruz. Modernite, gerçekten de üstündeki bu ilgiyi hak ediyor mu?
İsimlendirmesinin dahi bir halat yarışı gibi bitmez tükenmez tartışmaların odağı olduğu bir nosyondan söz ediyoruz modernite derken. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu kavramı ifade ederken kullandığımız modernlik ve modernleşme gibi ifadeleri son derece yersiz buluyorum. Dili bir lego oyuncağı gibi parça pinçik etmenin, ve tüm bunları özcülük perdesi ardına saklamanın nişaneleriymiş gibi geliyor. Hakiki bir özcü olup çağcıllık demek dahi pek kolay gelmiyor olsa gerek kimilerine. Buna karşın kelimenin orijini olan Fransızca halinin doğrudan Türkçe hali olan modernite tabirini yerinde buluyorum. Özetle neresinden tutarsanız tutun sizi bir taraf olmaya zorlayacak modernite.
Peki bu modernite tartışmasının tarafları ne şekilde tezahür ediyor? Bana kalırsa basitçe özünde iki taraf olmalı. Modernite olgusunun bir süregeliş durumu olduğunu kabul edersek, tıpkı zaman nosyonuna olduğu gibi modernite nosyonuna karşı da lehtar veya aleyhtar olmanın fazla akla yatkın birer duruş olduğundan söz edilemez. Zamanın lehtarları olmayacağı gibi, modernitenin de lehtarı olamaz. Peki kendilerini modernitenin safında görenlere, veya moderniteye ve beraberinde getirdiği tüm şeylere karşı çıkanlara ne diyeceğiz?
Bu iki kutbu moderniteyi kabullenenler ve kabullenmeyenler olarak değerlendiriyorum. Oldukça kapsayıcı olduğuna inandığım bu isimlendirme, her iki tarafı da üzmeden onlara kaygılarını dile getirme imkanı veriyor.
Bu iki tarafın günümüzde hala geçerliliği var mı, inanın bunu tam manasıyla kestiremiyorum. Günümüzde hala modernitenin lehinde veya aleyhinde söylem yürütmenin hangi literatüre ne faydası olacaktır, bilemiyorum. Post-modernist önyargılarımdan sıyrılmış olarak ifade etmeliyim ki, günümüzde modernite üzerinden herhangi bir söylem yürütülmüyor olmasının nedeni modernitenin aşılmış olması değil. Halat yarışı son bulmadı ve tanım icabı son bulmasına da imkan yok.
Her ne kadar bir pratik olarak modernleşmenin zayıfladığı ve literatürde yerinin günden güne silindiğinden söz etsek de modernitenin dışına çıkan bir başka dikotomi ile karşı karşıya kalıyoruz: Modernite ve özcülük ikilemi.
Bugün dünyanın neresine bakarsak bakalım, “Aman dilimizi kaybetmeyelim, aman sınırları açmayalım, aman paramız pazarda erimesin, aman kültürümüzden uzaklaşmayalım” gibi amanlar silsilesiyle özcülük her geçen gün modernitenin üzerine kurduğu baskıda daha öz güvenli bir pozisyona haiz oluyor kendi nezdinde. Bir nevi günden güne modernite, özcülüğün gaddarlığı karşısında ezilip büzülüyor. Bundan söz etmemiz gerekir.
Modernitenin iç dinamikleri içerisinde taraf tutmanın mümkün olmadığına inansam da özcülük ve modernite tartışmasında taraf tutmak zorunda hissediyorum kendimi. İki cümlelik popülist bir tweetin retweet üstüne retweet toplamasından, “O adam bizim edebiyatımız değil” başlıklı gazete yazısına, “return to monke” meme‘iyle yeniden hayat bulan Kaczynski tarzı ilkelliğe kadar modernitenin bitip yerlerde süreklendiğine dakikalarca beklediğimiz metronun bi anda koca heybetiyle karşımızda durduğunda kalakalıp bizden çok daha sonra gelen onlarca kişi tarafından ezilmek suretiyle daha erken davranıp tüm boş yerlerin kapılması kaybetmişliğiyle şahit oluyoruz.
Kahreden modernite tabiriyle ifade etmek istediğim ise, özcülük ile ortaya çıkan bu çarpışmada modernitenin her zaman daha aşağı bir pozisyonda görülmesi. Doğrudur, modernitenin de tanım icabı özcülüğü dışlayan birtakım kuramlar ihtiva ettiğini yadırgamak mümkün değil, fakat tarihin bugünün insanlara yüklediği görev icabıyla, meselelere bugünün penceresinden bakmak, yorumlama faaliyeti açısından olmazsa olmaz durumdadır. Bugünün penceresinden yapılan yorumlama, gerek tarihi gerekse bugünü değerlendirdiği takdirde genellikle modernitenin özcülüğe kıyasla daha lanetlenen bir olgu olarak karşımıza çıkmasıdır.
Özcülük yalnızca bugüne has bir yükseliş pratik etmiyor elbette. Tarih boyunca her zaman özcülük düşüncesinin yükseldiği, zaman zaman moderniteyle denk gittiği fakat ekseriya modernitenin mutlaklığına karşı bir antitez olarak hep ama hep orada durduğu bir gerçek. Yangın durumunda ilkin koşulacak bir ilk yardım butonu, bir yangın tüpü gibi başvuruldu özcülüğe ve bu şekilde başvurulmaya devam ediliyor. Bu esnada elbette modernite her zaman kahreden bir pozisyonda kaldı. Özcülük, modernitenin kahrediciliğini söndürmeye gayret gösterdi.
Sonuç itibariyle tarihin akıp gidişinin en önemli birimi olan bugünden söz ediyorum. Zira modernite ve özcülük arasındaki bu diyalektik her şeyin ötesinde bugünü etkiliyor. Ancak eşyanın tabiatı gereği salt bugünle sınırlı olmayacak. Yarına moderniteden ne kadar fazla geçirebilirsek o kadar iyi bizim için.
Tüm bu nedenlerle inancım odur ki bugün hale modernite üzerine kafa yormak gerekmektedir ve modernite aşılmış olsa bile bu gereklilik henüz aşılmış değildir.
Anonim
Yazıda bir kavram karmaşası var. Özcülük diye tabir ettiğiniz şey aslında reaksiyonerlik. Muhafazakar denilen conservativelerde herhangi bir öz koruması yok, sadece x zaman dilimindeki durumun korunması var. Reaksiyonerlerde tarih boyunca kendini gösteren spesifik değerlerin korunmasından öte, bu değerlerin ve durumların yeniden ihya edilmesi gerektiğini ve bunun için aktif bir şekilde çaba gösterilmesi gerektiğini savunma söz konusu.
Özcülük ise bambaşka bir şey. Reaksiyonerlerin yeniden ihya etmeye çalıştığı durumların ve/veya olguların veya conservativelerin x zaman diliminden görüp korumaya çalıştı durumların ve/veya olguların ötesinde bir “öz” söz konusu. Durumlar, olgular kurallar vs zamanla aşınabilir çünkü uzay zaman denklemi içerisinde nedensellik ilişkisine mahkumdurlar ve aşınırlar. Öz aşınmaz, çünkü Plato’nun idealar dünyasında bulunur. Statiktir.
Bir ideolojinin veya fikrin içerisinde gerçek anlamıyla metafiziksel aşkınlık (transcendence) bulunmadığı sürece o fikir, özcü olarak nitelendirilemez.
Çağın T. Eroğlu
Merhabalar, katkınız için çok teşekkür ederim. Muhakkak bu konuya dair açıklamayı yazıda yapmam gerekirdi, biraz yazmanın heyecanına kapılmışım. Ancak şunu belirtmeliyim ki yazıda kullandığım özcülük ifadesi, geniş anlamda ve doğrudan karşılığı ile “bir özün varlığını ve önemini kabul edilmesi” halini karşılamaktadır. Felsefe üzerine kafa yoran bir yazı olmadığı için, Platon’un ideasına herhangi bir atıf bulunmamaktadır.
Ayrıca muhafazakarlarda herhangi bir öz savunması olmadığı iddiasına kesinlikle katılmıyorum, tabii eğer muhafazakar’ın tanımı üzerinde anlaşabilmiş durumdaysak.
Tekrar teşekkür ederim.