*Yazının geri kalanında sıkça değineceğimiz röportajdan alınmıştır.
2019’un sonuna yaklaşıp koca bir on yılı geride bırakırken, geriye dönüp baktığımızda kuvvetli bir mantıksal boşlukla hatırlayacağımız olaylar silsilesiyle karşı karşıya kalacağımız düşüncesindeyim. İtalyan bir sanatçının Art Basel: Miami Beach’te bir muzu duvara asmasıyla bütün bir toplum sanki bunu bekliyormuş edasıyla sanat dünyasını eleştiri toplarına tutması, ve o muzun yenmesiyle birlikte sanat kavram ve teorilerinin doğasının sorgulanması noktasındaki mantıksal kaygan zemini anlamlandırmanın, bu konuda az çok söz sarf etmekten keyif alan kimselerin görevi olduğu kanısındayım. Bu yazının temel hareket noktası, bu sanat eserine nasıl yaklaştırmamız gerektiğinin bir rehberi olmaktan ziyade, bu muzun sanat dünyasında veya günlük hayatta yaratmış olduğu etkinin değerlendirmesi olacak.
Her şey, geçtiğimiz aylarda İtalyan heykel ve realist resim sanatçısı Maurizio Cattelan‘ın Comedian ismini verdiği bu eserin Art Basel: Miami Beach sergisinde müzayede çıkmasıyla, ve $120.000‘a satılmasıyla başladı. Aslında olaylar bu noktada kalmış olsaydı, sanat eserlerinin maddi değerinin sorgulanması temasını inceleyip, basit bir ekonomik yaklaşımla konuyu kapatabilirdik. Zira, küçük bir parantezle değinmemiz mümkün ise, bunun ECON 101 derslerinde bir ara-sınav sorusu olarak sorulabilecek bir arz-talep ilişkisi olduğunun altını çizebiliriz.
Hiçbir sanat eseri, sanatçının eliyle katma değer kazanmaz. Ona maddi değer veren, piyasadaki talebidir. Arzının tek (unique) olduğunu kabul edip talebi sonsuza giden bir doğruda uzattığımız takdirde, talebin ne kadar fazlaysa maddi değerinin o kadar yüksek olacağını söyleyebiliriz. Örneğin: Hollandalı dışavurumcu sanatçı Vincent Van Gogh’un eserlerinin hayatında ekmek almasına yetecek miktardaki bir değere dahi satılmadığını biliyoruz. Gelgelelim bugün Van Gogh’un aynı eserleri malikane fiyatlarına satılıyor. Aynı resim. Demek ki resmi değerli kılan sanatçının tuvale yansıttıklarından ziyade piyasada olan talebi. Hiçbir sanatçının eli bir resmi tanım icabı değerli kılmaz. Eğer o elin talebi varsa (Van Gogh’un aksine yaşarken de oldukça ünlü ve talep edilir sanatçılar olan isimleri ele alalım, Picasso, Dali gibi) sanatçının tanım icabı çizdiği her şeyin değerli kabul edilebileceği söylenebilir (Picasso’nun imzaladığı basit bir kağıt parçasının dahi yüksek meblağlara satılabilmesi gibi). Ama yine de bu değeri yaratan tanım icabı sanatçının eli değil, o elin çizdiği herhangi bir şeyin ardındaki taleptir. Örneğin Picasso tarzında çizilen fakat altında piyasada zerre tanınmayan bir ismin imzası olan bir eser ile aynı eserin piyasayaPicasso eseri olarak sürüldüğü takdirde ardında oluşacak talebin karşılaştırması açıktır.
Bu önemli parantezin altını çizdikten sonra, yolumuza eserin yalnızca çok yüksek bir meblağa satılmakla kalmadığının belirterek devam etmeliyiz. Değerlendirmemiz gereken iki olay; birincisi, gerek sanat dünyasının gerekse günlük hayattan herkesin bu eseri bir garabet olarak değerlendirip sivil bir eleştiri ağına tutması; ikincisi ise performans sanatçısı David Datuna’nın muzu yemesi.
Sanatın anlamsallığı, yıllardır sanat teorisinde ve sanat felsefesinde tartışılagelen konulardan bir tanesi. Sanat bir anlam ifade etmeli midir, mesaj kaygısı gütmeli midir? Ben bu konuya şöyle bakıyorum: Bir yağlı boya tablosu düşünün. Bu yağlı boya tablosunu çizen ressam onu çizip üstünü bir muşambayla örterek bodrumuna saklasın. Bodruma saklanan ve sanatçıdan başka kimsenin görmüş olmadığı bu tablo, bir sanat teşkil eder mi? Bu soruya vereceğimiz cevabı dikkatli seçmemiz lazım. Sanatı zanaatten ayıran en önemli unsurlardan biri sanat kaygısıdır. Örneğin, bir marangoz, bir sandalye yapıp o sandalyeyi kimse görmeden bodruma kaldırırsa, onun sandalyeliğini kimse sorgulamaz. Kimse görsün görmesin, yapmış olduğu ürün hala bir sandalyedir. Çünkü sandalye olmanın koşulları olan bir oturak, dört ayak gibi temel unsurları sağlamaktadır. Gelgelelim bir yağlı boya tablosu için aynı şeyleri söylememiz pek mümkün olmaz. Zira sanat kaygısı güdülerek yapmış bir eser, aslında bir medyumdur. Yani ortanca üründür. Sanat ise, sanatçı-eser-alıcı üçlemesinin bütün inceliklerini kapsayan bir süreçtir. Tabii ki sanatın bir medyum olması, bir mesaj taşıması gerektiği anlamına gelmez. Çünkü kendisi bir mesaj teşkil etmektedir zaten. Sanat kaygısını alıcıya aktarmaktadır. Bunu basit bir dışavurum olarak düşünmemek gerekir. Ya da basit bir mesaj kaygısı. Sanat kaygısı, sanatçı, eser ve alıcıdan oluşan bu sürecin tüm noktalarında gereken kapsayıcı bir şemsiyedir. Sanatçı, sanat kaygısı olmadan sanat yapamaz, sanat kaygısı taşımayan eser sanat değildir ve resme sanat kaygısıyla yaklaşmayan alıcı bir alıcı değil sadece oradan geçen biridir. Gerçekten de, bir resme bakmadan onun sanat sürecinin bir parçası olmak mümkün değildir. Örneğin galeride asılmış bir tablonun önünden geçerken, siz sırf önünden geçtiğiniz için kendiliğinden varolan bir sanat sürecinden söz edilemez. Siz ne zaman o tabloya bir alıcı (satın alıcı değil, mesajı alıcı) gözüyle bakarsanız, ancak o zaman süreç sizin adınıza tamamlanmış olur, ve eserin sanatsallığını tartışmak mümkün olur. Anlaşılıyor ki, sanat ve zanaatin farkı bu örnekle çizilmiştir.