Kendisini tanıdıktan sonra neden bu tanışıklığın bu kadar geç olduğunu sayamayacağım kadar sorguladım. Bir tesadüf sonucu sosyal medyada yaklaşık on saniyelik bir bestesini dinlemem sonucunda zaman kaybetmeden ismini arama motoruna hızla yazdım. Diğer tüm bestelerini, notaların bu kez nasıl sıralandığını ve ritmin ne zaman yükselip alçalacağını merakla bekleyerek dinledim. Bahsettiğim kişi, kendini teorik kurallara sıkı sıkıya bağlı kalmaya zorlayan sıradan bir piyanist ya da müzisyen değil benim açımdan. O, dinlediğinizde sizi Romanya ya da Fransız yapımı filmlerde figüran gibi hissettiren; siz yağmurlu bir geceyi yaşarken, sizi güneşli ve ferah bir pazar sabahına uyandırabilen ve sahip olduğunuz tüm duygularınızı zarif notalarıyla aynı anda ortaya çıkarmayı başarabilen bir besteci.
Rus asıllı genç bir sanatçı olan Evgeny Grinko, müzik hayatına on altı yaşında bir punk grubuna beste yaparak başlamış ve kendisi bu eseri şimdilerde değerlendirdiğinde ona ait değilmiş gibi hissettiğini ifade ediyor. Şu an yaptığı, klasiğe yakın ama bir o kadar da onun sınırlarının dışında ve özgün çizgilere sahip bestelerine baktığımızda punk türü gerçekten de şaşırtıcı bir etki yaratabiliyor. Piyanoya yirmi dört yaşında başlayan Grinko, piyano eğitiminin erken yaşlarda alınması gerektiği ve gelişiminin uzun yıllar aldığı düşüncelerine ise, “Klasik müzik için çocuk yaşta başlamak gerçekten çok önemli. Ama benim yaptığım müziği film müziği gibi basit melankolik müzik olarak adlandırabiliriz. Haliyle benim saniyede yirmi notaya basmam gerekmediğinden bu anlamda bir dezavantaj yaşamadım.” diyerek yaptığı müziğin adeta sınırlarını çiziyor.
Minimalist ve toplumsal bir müzik anlayışı benimseyen Grinko, notalarıyla anlatmak istediği olay ve duyguları, Kuzey Ukrayna’da bulunan ve Çernobil Nükleer Santrali çalışanları için inşa edilen Pripyat şehrini anlatan Morning in Pripyat adlı şarkısında etkileyici bir şekilde gösteriyor. Bu besteden de anlaşılacağı üzere, kendisi müziği sadece notaları bir araya getirmek ya da belirli bir türün keskin kuralları ışığında bir şarkı ortaya çıkarmaya kesinlikle yanaşmayıp, bizi biz yapan toplumsal olay ve yaşanmışlıklara değinmeden bir eser ortaya çıkarmak istemiyor. Grinko’nun malzemesi ne notalar kadar cansız ne de kurallar kadar katı. O, bizi biz yapan tüm duygulardan yola çıkarak anılarını biriktiriyor, yaşanmışlıklarından dersler çıkarıyor ve bizlere sadece bir piyano aracılığıyla bunları yansıtmayı başarabiliyor.
Grinko’yu dinleyen birinin, teknik açıdan müzik bilgisi zayıf olsa dahi, hafif tınılardan ve ritimdeki iniş-çıkış dengesinin bu denli uyumlu olmasından onun yapmak istediği müziği anlayabileceğinden hiç şüphem yok. Aynı parçayı farklı bir zamanda ve ortamda dinlediğinizde bile hissettikleriniz bir öncekileri aratmayabiliyor ya da duygularınız arasında sıkışıp kalabiliyorsunuz. Bence onun şarkılarına, önce tüm açılardan sorgulatıp sonra tam anlamıyla hissettirme temeli hakim. Bazen hissettiğiniz duyguya hüzün adını verecekken, bu duygunun iyi mi kötü mü olduğunu istemsizce sorgulamaya başlıyor ve tüm bu sorularla boğuşuyorken hüznü hissedip, özümsüyorsunuz.
“Valse” bestesine çekilen, piyanosu ve sigarası ile uçsuz bucaksız çimlerde kayıt altına alınan klip ile adını duyurmaya başlayan Grinko’yu dinlerken siz de en az bir bestede de olsa onunla ortak bir duyguda buluşmayı eminim başarabilecek ve kendinize bir favori parça seçmek için tüm besteleri dinlemek isteyeceksiniz. “Dusty Room”u dinlerken piyanoya eşlik eden diğer melodileri ayırt etmeye çalışacak, “Faulkner’s Sleep”te zayıf başlayan tınıların nasıl güçlü bir şekle büründüğüne inanamayacak ve “Serenade”nin içinizde yarattığı kıpırtı ile yerinizde öylece durmak yerine yürümek, hatta koşmak isteyeceksiniz.
Rusya’da da Türkiye’de olduğu kadar tanınan biri olup olmadığını merak ettiğim besteci, yılda bir de olsa ülkemize uğramadan konserlerini bitirmiyor ve Türkiye’deki hayran kitlesini çok sevdiğini ve cana yakın bulduğunu belirtiyor. Hazır bu değerli şans yılda bir de olsa bize veriliyorken kaçırmak olmaz diyenlerdenseniz hemen konser tarihlerini bu yıl veya önümüzdeki yıl için araştırmaya başlayabilirsiniz. Kulaklıkla bile dinlediğinizde o uzak notaların bu denli etki yarattığı bir beste, karşımızda Grinko’nun piyanosuyla birleşen keman, viyola ve akordeon ile doldurulan bir sahne olduğunda üzerimizde nasıl bir izlenim bırakır düşüncesi bile heyecan verici. Eğer siz de “The Pianist” veya “Amelie” filmlerini tekrar tekrar hissetmek, sadece gözlerinizi kapatmakla istediğiniz zamana, olmak istediğiniz yere gitmek ya da teslim olmak istemediğiniz herhangi bir duyguyu kovmak istiyorsanız zaman kaybetmeden Evgeny Grinko ile tanışmalısınız. Ve sonrasında anlayacaksınız ki onun müziği ile artık hayal gücü sınırlı veya ışınlanmak imkansız değil.
*Evgeny Grinko’nun benim favorim olan parçası ise: https://www.youtube.com/watch?v=JMVBtyLC4b4
Kaynaklar
https://kiyimuzik.com/evgeny-grinko-istanbul-konseri/
*Fotoğraflar Evgeny Grinko’nun instagram sayfasından alınmıştır.