“Pek çok merkezi olan çevresi olmayan bir çember…” (Murakami 33). İnsanın aklında canlandırması zor, anlamsız, absürt hatta belki bir safsata olan bu sıfat tamlamasında bir anlam aramak ne kadar mantıklı olabilir? Bu tamlamanın bir safsata olarak görülmesinin sebebi nedir peki; kalıplara uymaması mıdır yoksa akıllarda canlanmaması mı? Kitaptaki ana karakter, yanındaki bankta oturan yaşlı adamın bu ifadeyi kullanmasıyla bunun ne anlama gelebileceğini ön yargısızca sorguluyor. Ruhsal kayboluşuyla hayatın rüzgarında sürüklenirken karşısına çıkan bu ifadeyi ben de bir süreliğine kitabı bir kenara bırakıp bunu hayal etmeye çalıştım. Fakat bu mümkün değildi. Tıpkı bir tanrıyı hayal edememek gibi bu da akıllarda canlanmıyordu. Tıpkı yeni bir rengin keşfinin imkânsızlığı gibiydi bu çember. Ne kadar ulaşılmak istenilirse istenilsin bir serap gibi yok oluveriyordu. Bu ifadeyle on sekiz yaşında karşılaşan Haruki, hayatı en çok sorguladığı bu dönemde sorguladığı her şeyin bir sentezi gibi olan bu tanımla karşılaşıyor. Ben de henüz yirmi bir yaşında bu ifadeyi okuduğumda hayatımda yarım kalan hikâyeleri, sonunu getiremediğim düşüncelerimi, bir anlığına hatırlayıp sonra unuttuğum rüyalarımı düşündüm. Hepsi bu çemberde varlığını sürdürüyor ve sürdüremiyordu sanki.

            Hayatta kolayca başardığım şeylerin aklımda bıraktığı tek bir ayak izi yoktu. Çocukluğumda annemin bana bile bile yenildiğini fark ettiğim oyunların bir hazzı olmadığı gibi, kolaylıkla ulaştığım başarıların da kişiliğimin inşasında hiçbir tuğlası yoktu. Kitapta yaşlı adamın dediği “Ama zaman harcayıp zahmet çekerek bu zor şeyi başardığında, bu şey artık yaşamının kreması olur.” (Murakami 34) sözleri bana hayatımın kremasını yani en tadılasını lezzetini oluşturan her şeyin terimle ve gözyaşlarımla ıslattığım uğraşlar olduğunu düşündüm. Kitapta ana karakterden kendi adıyla bahseden Murakami, kendini birinci tekil şahıs olarak görüp, hayat çemberinin merkezlerinden bazılarını farklı başlıklarla göstererek okuyucuya kendi uğraşlarının bir kolajını sunuyor. Bu sayede bir okuyucu olarak ben de hayatımın kolajını aklımda canlandırarak etrafıma çizilen çemberden dışarı bir adım attım.

            Yazarın diğer kitapları gibi müzikle harmanlanmış bu kitapta müzik zevki üzerinden bize hayata baktığı yeri, duygularının notayla çözümlenmiş hâllerini aktarıyor. Kitapta bir maymunla içi dolu bir sohbet ettiğini okuyucuyu inandırıp, bir beyzbol maçı üzerine şiirler yazıp, bir spordan yola çıkıp felsefi bir noktaya varılabileceğini gösteriyor bizlere. Her ne kadar anlam yüklemeye değer bulsam da dışa vurma cesareti bulamayıp içimde tüm gerçekliğiyle parıldarken, dışarı çıksa sahte bir mücevhere dönüşecek olan düşüncelerimi getirdim aklıma. Tüm bu düşünceler dışa vurmasa da değerini yitirmiyor, sükûnet içinde yerlerini muhafaza etmeyi sürdürüyorlardı.

            En sevdiği parça Shumann’ın Karnaval’ı olan yazar, bunun sebebini bir şenlik yeri olan karnavalın her yerinde neşeli maskeler takmış insanlar barındırsa da bunun sadece neşeli bir karnavaldan ibaret olmadığını, içlerinde kötücül ruhlar taşıyan bu insanların arada bir maskelerini indirdiğini söylüyor. Bu yüzden de hayatın ta kendisi olarak görüyor bu eseri. Bu şarkıyı merak edip dinlediğimde etrafımda her gün gözlerimin en içine bakıp neşeyle gülen ama bir sebepten huzursuzluk hissi uyandıran onlarca yüzü düşündüm. Bu karnavalın içindeydim ben de. Bu zamana kadar öyle alışmıştım ki maskelere, maskeler çıkarıldığında dahi hayalî bir maske yaratıyordu gözlerim. Bu halüsinasyonlara kendileri de inanıyor, gerçek olmadıklarını unutuveriyordu. Hatta öylesine alışmıştım ki bu oyuna, aynada yansımama her baktığında taktığım maskenin yansımasını görmekten kendi yüzümü unutmuştum. Çıkarmaya kalksam derimden parçalar koparacak bu maske vücudumun bir parçası hâline gelmişti. Bir anlığına bile çıkaramadığım bu maskenin içindekinin kötücül bir ruh olup olmadığından bile emin değildim artık. Fakat artık yüzümle bütünleşmiş bu maskeyi söküp atma vaktim gelmişti. Başta gerçekliğin parıltısıyla gözlerim kamaşsa da çıplak gözlerle dünyayı seyretmek zorundaydım artık. Gerçek ve hayal yer değiştirmiş, kararlılıkla bu tiyatroyu sürdürüyorlardı. Bu karnavaldaki asıl yerimi bulamıyordum bir türlü. Aynılaşmış maskeler arasında aynılaşmış bir ruhtu belki de benimki de. Kendini gösterme cesaretini tüketmiş, yorgun düşmüştü ve maske tüm canlılığı ve renkleriyle bu sönüklüğü kapatmayı başarıyordu.

Kaynakça:

Murakami, Haruki. Birinci Tekil Şahıs. Doğan Kitap, 2021. Baskı.

Schumann, Robert. Carnaval. 1834. Carnaval, Op. 9. Leipzig.

Leave a Reply