Bir Sentez Olarak “Orta Yol”

İnsana emeğinden başkasının olmadığı dünya hayatında emeklerinin peşinde verdikleri kutsal mücadelede yenik düşen, Rabb’in karşısına tertemiz bir alınla, alın terinin hakkaniyetiyle, gururla çıkacak olan Soma’nın emekçi evlatlarına, en çok merhamet edenin muhabbeti ile muamele bulmaları niyazı ile.  

Orta yol ifadesi her ne kadar, Üçüncü Yol adıyla Tony Blair hezimetinden sonra oldukça olumsuz çağrışımlar yapan bir siyasi yönelim olarak son yılların politik literatüründe yerini edinmiş olsa da, ben liberal demokrasinin çaresiz kaldığı alanlarda sosyal adalet çerçevesinde, karşıt fikirler arasında uzlaşma temelli bir orta yol sağlanmasının, günümüz için en ideal siyaset anlayışını oluşturacağı kanaatindeyim. Yüzyılımız, siyasetin, aşırılıkların zincirlerinden kurtulmaya başladığı bir zaman dilimi; artık insanların ideolojik radikalleşme ile ikna olmadıkları bir dönemde yaşıyoruz. Liberal demokrasinin küresel etkisiyle özgürlüğün ve bilhassa bireyselliğin (ki bu bireyciliğe doğru kolaylıkla dönüşebiliyor) hukuk alanında çok daha aktif, çok daha el üstünde tutulur bir konuma gelmesi, genel bir bilinç oluşturma konusunda önemli bir rol oynadı. Sermayenin büyük desteğiyle, kitlelerin alıştırıldığı ve aslında mecbur bırakıldığı kapitalizmin muazzam katkısıyla, insanların bütünün uyumlu bir parçası olarak işlev gördüğü, kendisinden çok daha büyük olan bir bütünün çıkarlarına hizmet ettiği organik bir toplumun üyeleri olması için gereken fedakârlık duyguları yok edildi. Başta Platon pratikten silindi, sonra Hegel ve Marx da teorinin engin sularına çekilmek zorunda bırakıldı. Ancak hem vahşi kapitalizmin, hem liberal demokrasinin yıkıcı ve adaletsiz sonuçları üzerine kafa yoran vicdanlı düşünürler muhakkak vardı, insanların bireyselliklerine dokunmadan, hukuka hakkaniyetli bir değer bahşederek, sosyal adaleti ön plana çıkararak, ezilen ve sömürülen insanlar üzerinde hassasiyet besleyen Mill, Rawls, Popper gibi muhterem beyinler, bir orta yol tavsiye ettiler üstüne basa basa.

John Stuart Mill, özgürlükler konusundaki katı hassasiyetiyle birlikte, toplumsal adaletin sağlanması üzerine de oldukça önemli şeyler yazmış bir düşünürdü.

Bir önceki yazımda da belirtmiştim, erdemli olmanın altın bir orta yol üzere yaşam ile mümkün olacağını, ifrat ve tefritten uzak, ılımlı, dengeli tercihlerle örülü bir hayatın erdemli, ahlaklı bir nitelik kazanacağını söylüyor Aristo. Erdemli insanlardan oluşan bir toplumun, erdemli bir siyasi düzen kurabileceği mantığından hareketle, orta bir yol üzere inşa edilmiş, ideolojilerin aşırılıklarından azade bir siyasi kültür, bu düşüncenin en ideal hali olarak tasavvur edilebilir. Aşırıcılık her zaman bir şeyleri dışarıda bırakır ve bu dışarıda bıraktığı şeyler hayati nitelik taşıyabileceklerinden, ideal olana, en yüce olarak tasavvur edilene giden yolda büyük tökezlemelerle karşı karşıya kalınır. İnsan ürünü olan her şeyin potansiyel olarak hataya mahkûm olduğunu ve ideolojilerin insanların düşüncelerini mutlak hakikat olarak dayatmaya dair inanılmaz bir eğilim taşıdığını göz önünde bulundurduğumuzda, sürekli bir devinim halinde, mutlaklık iddia etmeyen ve uzlaşma temeli ile hareket eden bir orta yol düşüncesi radikalliğin yanında kabul edilebilirliği oldukça yüksek bir alternatif olarak gözüküyor.

Bu ideolojilere gönül vermiş birçok insanı rahatsız edecek bir düşüncedir. Hayatını devrimci mücadeleye adamaya karar vermiş bir sosyaliste, zaman, koşullar ne olursa olsun özgürlükleri savunup, onlar için çalışmayı, çabalamayı kendisine şiar edinmiş bir liberale, “gelin uzlaşın, bırakın bu hevesleri, ikiniz de birtakım şeyleri kenara koyun ve barış için, karşılıklı kabul edebileceğiniz şeyler üzerine ortak bir görüş oluşturun” demek, zordur, abestir, tehlikelidir. Bu ideolojinin suçudur. İdeolojinin körelttiği zihinlerin sonucudur. İnsanların, ideoloji perdesi altında uzlaşmanın rasyonelliğine, hikmetine ne kadar uzak bırakılabileceklerinin göstergesidir.

Uzlaşı her zaman barışı çağrıştırdığı için ve barışın da ideolojiyle kirlenmiş zihinlerde rahatsız edici yankılar uyandırmasından ötürü fikirler arasında sağlanacak bir orta yol yaklaşımı muhtelif ağır ithamlara maruz kalıyor. Ben bunları açıkça çeşitli kılıflara uydurularak refaha ve barışa karşı yöneltilen suçlamalar olarak görüyorum. Barış, tek elinde gerçeği barındırdığı iddiasıyla başka düşünceleri cehaletle nitelendiren ideolojik bağnazlara sıkıntı verir. Yine başta da belirttiğim gibi, orta yol çağdaş siyaset dünyasında maalesef büyük oranda Blair’in karaktersizliğiyle anılır olduğu için birçokları için mide bulandırıcı bir çağrışım yapıyor haklı olarak. Bencilliğin siyaset alanındaki formu olarak liberalizmle yarıştırılıyor, suya sabuna dokunmamak olarak nitelendiriliyor, hatta ilginç bir şekilde apolitikliğe giden yola taş döşeyen düşünce olarak ele alınabiliyor. Pişkinlikle, “sadece bize iyi geleni alalım, uçlardan sakınalım, gülü dikenine dokunmadan sevelim” düşünceleriyle yoğrulmuş bir kaçış fikri olarak değerlendiriliyor.

Hâlbuki orta yol bir sentezdir, birbiriyle kıyasıya çatışan tezler arasındaki mücadeleyi aşarak yoluna devam etmeye eğilimlidir, değiller, olumsuzlar ama yıkmaz. Tam da Hegel’in Aufhebung dediğini yapar. Zıtlıkları, çatışmaları çözmek ve uzlaştırmak hedefiyle yola çıkar ve bunu bir bütünleştirme, dönüştürme ve yeniden keşfetme, tanımlama işlemiyle yapar. Bu aynı zamanda her türlü mutlaklık iddiasının önüne geçecektir; uzlaşma ile oluşturduğumuz sentez, tez niteliğinden kurtulamaz ve karşısında yeni antitezler bulur. Bu devinim, ideolojinin tek ve değişmeyen hakikat iddiasına karşı çıkarak, bitmeyecek bir sorgulamanın ve sürekli bir büyümenin önünü açar.

Sadece bize iyi geleni almak diye bir durumdan ziyade, kötü olanları değillemek vardır. Uçlardan sakınmak, bir olumsuzlama olarak hakikatin zeminini oluşturur, öyle ya da böyle hata içerdiği muhakkak olan düşüncelere mesafeli yaklaşmak gibi mutedil ve erdemli bir bakışın ürünüdür, ihtiyacımız olandır. Orta yol, erdem vaat eder.

Leave a Reply

1 comment

  1. mert cömert

    sn.yazar yazınızdan çok istifade ettim.vurgu yaptığınız “orta yol”a insanlar ne kadar da muhtaç,maalesef bir arada yaşama kültürü oluşturulamadı gitti çağımız bu gün itibariyle büyük teknolojik adımlar attı. büyük projeler gerçekleştirdi lakin bu büyük adımları atan insanlar etik ve insani değerlerde niçin cüce kaldılar? doğrusu bu konuyu çok merak ediyorum.kaleminizi ve yüreğinize sağlık