Tarih, yakın ve uzak ayırt etmeden, iktidar hırsıyla dolu ve gözü yükseklerde olan liderler ve onların hikayeleriyle doludur. Daha çok Milattan Önce Doğu toplumlarında göze çarpan tek adamlığa yönelme eğilimi, kimi zaman Batılı liderler tarafından da, sunduğu ihtişam ve verdiği sınırsız yetkiler göz önüne alındığında gösterilmiş kaçınılmaz olarak. Yani peşin peşin söylemek gerekiyor; biz, insanlığın ortak mirası, bu denemeleri daha önce gördük.

Anayasa değişiklik teklifinin Meclis’te görüşüldüğü bu günlerde, oylamalarla ve bunun usulüyle, “ısırma” ve diğer şiddet eğilimli konularla ilgili çok bilinen sosyal medya fenomenleri kelimenin tam anlamıyla döktürüyor. Ama konunun öteki yüzünde ciddi anlamda kaliteli tartışmalar da yerini buluyor.

Roland Freisler, kendi mahkeme salonunda sütunların altında kalarak hayatını kaybetmiştir.

Roland Freisler, kendi mahkeme salonunda sütunların altında kalarak hayatını kaybetmiştir.

Bu tartışmaların büyük bir kısmını benzetmeler oluşturuyor. “Cumhurbaşkanı’na Hakaret” sayılır mı sayılmaz mı bilinmez ama, Adolf Hitler ve Mussolini benzetmeleri muhalif olan neredeyse herkesin duvarında yerini bulmaya başladı. Liderimiz(führer) nasıl karar verecektiyse o şekilde karar verilmesi gerektiğini savunan Nazi hukukçusu Roland Freisler ve politik düşünür Carl Schmitt alıntıları kullanılmasa da bu benzetmelerin farkındalık yaratmaya sunduğu katkıları görmezden gelmemiz mümkün değil.

Peki bu benzetmeler neden kullanılıyor? Bu liderlerin, yani iktidar hırsı fazla olan ve “büyüme”, “genişleme” hedefleyen liderlerin sonuçta halklarına ne kadar zarar verdikleri noktasında bütün görüşler birleşiyor. Milattan öncesine baktığımızda, iktidarı tek elde toplayan Doğu liderlerinin tamamının dışarıda, harita üzerinde, büyürken halkının atılan her adımda biraz daha fakirleştiği ve en sonunda ağır vergi yükümlülüklerine haklı bir biçimde isyan ederek devleti sona erdirdikleri veya sona erme noktasına getirdikleri görülüyor. Yani asıl işlevi toplumsal işbölümü ve refahı sağlama amacındaki devlet, iktidar hırsıyla amacından sapıyor. Sosyal medyada da bu “Devlet için ölmek zorunda değilsiniz biliyorsunuz değil mi? O sizi korumak zorunda” şeklinde 21. yüzyılda yerini alıyor.

Batılı liderlerde örnekleri var mı peki bu iktidar hırsı dolu liderlerin? Şüphesiz ki. Jül Sezar’ı ele alalım.

Tarih kitaplarında anlatıldığı kadarıyla Jül Sezar başarılı bir komutan ve devlet adamıydı. Ülkede siyasal sorunlar şüphesiz ki, her dönem her devlette olduğu gibi, mevcuttu Roma’da da. Sezar, kamuoyunu büyük siyasal sorunlardan ayırmak için dikkatleri yerel sorunların üstüne çekiyordu. Halk meclisleri bu dönemde içi boş ve işlevsiz hale getirildi. Yöneticiler Sezar tarafından ya önceden seçiliyordu ya da adaylar mektup yoluyla “emrolunuyordu”. Jül Sezar’ın kendisi de bu durumu şu şekilde ifade ediyordu:

“(Cumhuriyet) …gerçekliği olmayan bir addır yalnızca; sözlerime birer kanun olarak baksın herkes!” 

Bu düşünce yapısının sonucu ise köklü siyasi devrimler oldu: Senato, bir danışma meclisi haline getirildi; üyelerinin sayısı 900’e çıkarılarak hepsi “yandaş” olarak tabir edilebilecek üyelerle dolduruldu. Sezar, bu dönemde Doğu’lu yönetimlere yönelmişti. Mısır monarşisini örnek alıyordu ve orada liderlere sağlanan olanaklar gözlerini boyamıştı. Mutlak yetki ve ihtişamlı saraylar Sezar’ın dikkatini cezbetmişti.2854

Senato’da gösterişli elbiseler içerisinde oturduğu gösterişli altın bir taht yaptırdı kendine Sezar. Ailesinin tanrısal bir kökenden geldiğini ileri sürerek kendi adına tapınak yaptırdı. Roma’nın asayişi için kendi subayları arasından özel valiler atadı. Ancak halkın henüz monarşiye hazır olmadığını hissettiği için tek seferde geçişi sağlayamadı. Zaman içerisinde, parça parça hazırladı değişimi, dönüşümü.

Sezar, ne kadar ilgisi olmasa da, “halkın lideri” idi. Yani “halkçı” kimliğini hiçbir zaman kaybetmedi Roma halkının gözünde. Sezar, halk partisinin şefiydi ve uzunca bir süre de bu şekilde kabul gördü.

Peki bütün bunlar neden önemli? 2017 yılı içerisinde yapılacak Anayasa Değişiklik Referandumu ile yapılmak istenen aleni sistem değişikliği, Milattan Öncesinin istikrarsız Doğu toplumlarının benimsediği bir sistemdir. Yukarıda yapılan Jül Sezar benzetmesinin ne kadar ortak yönü olduğu konusunu siz okuyucularıma bırakıyorum ancak Jül Sezar, devletinin Cumhuriyet olmaktan, yani çok övünülen “millet iradesi”nin kontrolünden çıkmasına en büyük katkıyı sağlayan lider olarak tarihe geçmiştir. Başarılı bir lider midir? Harita üzerinde şüphesiz ki başarılıdır ancak eğer siyasi tarihe halkçı bir bakış açımız varsa, Roma şehri dışında yaşayan halkın bu dönemde sefalet içinde olduğu gerçeği Sezar’ı başarısız bir lider olmaktan öteye taşımayacaktır. Önemli olan devletin büyüklüğü değil halkın refahıdır. “Büyük Roma”, halkına refah sağlayamadığı sürece yalnızca liderinin vergiye bağladığı bir avuç topraktan başka bir şey olamaz. Bu nedenle tekrar tekrar söylüyoruz: bu, bize sunulan, dünya siyasi tarihine yeni bir sistem değil yalnızca bir algı operasyonudur. Mühim olan, devletin kuruluş felsefesine de uygun olarak, halkın refahıdır. Gücün tek adamda toplanması da kalıcı refahı hiçbir zaman sağlayamamıştır.

Bu nedenle ibre her zaman refahtan ve eşit temsil, demokrasiden yana olmalıdır.

Leave a Reply

1 comment

  1. avni

    hangi sistemin kalıcı olduğunu düşünüyorsun! Tariheten ibret alma yoluna gidiyorsan eğer romanın kaç sene avrupalı devletlerin monarşik yapısının kaç sene vb sistemlerin kaç sene kaldığınada bakabilirsen sevinirim. Ayrıca osmanlı devletinin başkalarının monarşik bizim pasişahlik dediğimiz sisteminin kaç sene kalıcı olduğuna ve cumhuriyetin kaç senelik olduğuna bakarsan sevinirim. Ben halkın temsil edilmesine karşı değilim sadece halk diyen insanların halktan uzak ve halkın yaşadıklarını yaşamadıklarını halkın hissettiklerini hissetmedikleri düşüncesindeyim.
    Kısacası insanları yönlendirmektense madem çok biliyorsunuz başkanlık sisteminin maddelerini paylaşın bırakın halk karar versin!