İfrat:herhangi bir konuda çok ileri gitme, ölçüyü aşma, aşırı davranma, taşkınlık, tefrit karşıtı

Tefrit:herhangi bir konuda geride kalma, yeterli ölçüde olmama durumu, ifrat karşıtı.

                                                 (TDK)

Sevgili okuyucu, biliyorum ki burası “sevgili günlük” diyerek iç dökülecek bir mecra değil. Yazılan yazılar deneme, karalama hiç değil. Ancak beni mazur görünüz ki bu sefer “nereye gidiyor bu memleketin hali” minvalinde bir şeyler diyeceğim ve size iç dökeceğim. Zira bir yerlere kafamdakileri yazmazsam bir anda patlayıverecek gibi hissediyorum.

Bilmem gördünüz mü ama bu hafta  böyle  dehşet verici bir olay yaşandı. Giresun’da 82 yaşındaki Yusuf Dede eşinin ilaçlarını yazmayan aile hekimiyle tartışınca doktorun beyaz kod göndermesi üzerine aile hekimliğine gelen polis memurları amcaya ters kelepçe takıp karakola götürmeye çalıştı. Yusuf Dede gitmemekte direnince ise akla mantığa sığmayacak şekilde 82 yaşındaki adama biber gazı sıkıldı ve yerlerde sürüklenerek araca bindirilmeye çalışıldı. Biber gazından etkilenen Yusuf Dede yere yığılınca sürüklenip araca alındı ve hastaneye götürüldü ama kalp krizi geçiren adamcağız kurtarılamadı. Velhasılı,verdiğim linkteki videodan yerde sürüklenirkenki feryatlarını duyabileceğiniz Yusuf Dede, doktoruyla tartışmasından sebeple biber gazı sıkılmasıyla vefat etmiş oldu. Ve naçizane bir hukuk öğrencisi olarak gördüğüm, o gazı sıkan memurlar taksirle insan öldürme suçu işlemiş oldu.

Bu tablo beni dehşete düşürüyor! Neden mi? Sadece saçma sapan bir şekilde 82 yaşında bir adama biber gazı sıkıldı diye değil. Giresun’da bir beyaz kodla yaşlı amcalar yerlerde sürüklenirken öte yanda Ankara’nın ortasında, Altındağ’da bulunan aile hekimlikleri ve hastane acillerinin önünde, hastalar söküp söküp sağlık çalışanlarına fırlattığı için  kaldırımların taşları yarım yamalak diye dehşete düşüyorum. Bir yanda doktorlar can korkusuyla hasta bakmaya çalışırken ve yumurta kapıya dayanmadan tedbir alınmazken diğer yanda yaşlı bir adama ters kelepçe takıp yerlerde sürükleyen bu akla; işte en yalın örneğiyle ifradımıza ve tefridimize şaşıyorum!

Şu sıralar Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Hukuk Müşavirliğinde gönüllü olarak staj yapıyorum ve  aklınızın alamayacağı kadar cinsel istismar, saldırı ve şiddet vakıasına şahit oluyorum. Mahvolmuş hayatlar,boyundan büyük travmalarla baş etmesi gereken küçücük çocuklar,kemikleriyle birlikte hayata tutunacak kanatları da kırılmış gencecik kadınlar… Ancak bu madalyonun bir de ters yüzü var. Cinsel saldırı vakıalarının büyük çoğunluğunda mağdur beyanına binaen karar alınması kolaylığı iş bilinip kişisel husumetler dolayısıyla kendisine bu suç atılmış, çaresizce suçlu olmadığını ispatlamaya çalışan adamlar… Müşavirlikçe mağdurun yanında davaya katılsanız da sanığın suçu işlemediğini düşündüğünüz o vakıalar… Adliyenin içinde ataerkil zihniyetli hakim ve savcılar, kapının dışında ise arkasına aldığı sosyal medya ile tırnaklarını çıkarmış bekleyen kadın örgütleri… “Bunca yıl sesini çıkarmamış, rızası olmasaydı kaçardı” diyerek ensest cinsel istismarlara gözünü kapayanlar da, “şimdi kadın örgütleri medyayı ayağa kaldırır” diyerek masumiyet karinesini yerle bir edip iftiraya uğradığı neredeyse kesin olan sanıklara alt sınırdan ceza verenler de aynı adliyede karar veriyor. Bir daireye düşen davada tescilli bir sapık cezasız çıkabilirken diğer dairede elle tutulur delil olmamasına rağmen masum bir insan cinsel istismarcı yaftasını ömür boyu sicilinde taşımak üzere cezalandırılabiliyor. Yani tefrit ve ifrat yine işliyor. Ya tamamen erkek egemen bakış açılarıyla mağdurların ya da sosyal medya baskısı ile suçsuz insanların hayatları karartılıyor.

Peki neden milletimiz bu mutlak “var” ve mutlak “hiç” arasında savrulup duruyor? Beyaz kod gönderen bir doktor “acaba yardıma gelirler mi” sorusuyla “gelip de hastamı yerlerde sürüklerler mi” sorusunu nasıl aynı anda düşünebiliyor? Bir sanık suçlu olduğuna dair hiçbir kanıt olmamasına rağmen “ya hapse girersem” korkusu yaşarken; bir diğeri aleyhine deliller öylece ortadayken “belki paçayı kurtarırım” umudunu nasıl taşıyabiliyor?

Çünkü karar alıcı mekanizmalar hiçbir zaman kendi aklıyla ve vicdanıyla hareket etmiyor. Gözünü kapayan hakim, polis “aman tadımız kaçmasın” diyerek mevcut fikirlerin peşinden giderken; masumiyet karinesini ihlal eden hakim yahut yaşlı adama biber gazı sıkan polis ise doktor ya da kadın STK’larından korkuyor ve hepsinin de bir yanlışı hayatlara mal oluyor.

Çünkü atılan adım iki radikal uçtan biriyle iyi geçinmek için atılıyor.Ilımlı beyinlerimizi raflara kaldırıp ya hep ya hiçin peşinden gidiyoruz.

Daha geçen hafta 2 arkadaşımdan duyduğum, Ankara’da, farklı devlet üniversitelerinde geçen 2 ayrı havadisi anlatayım sizlere: İlki bir kızın nasıl askılı giydiği için “burada böyle açık saçık giyemezsin” denilip tehdit edildiğiyle ilgili. Diğeri ise okuyan, daha doğrusu okumaya çalışan 3 tane pırıl pırıl kızın sırf tesettürlü oldukları için derste hocalarından gördükleri baskı,  hocanın dersin ortasında alkol alıp şişeyi kızların masasına bırakması ve derslerde yaptığı ithamlarla kızları nasıl pes ettirip okul değiştirttiği hakkında. Bu iki uç tablonun çizildiği yerler Türkiye’nin en köklü üniversitelerinden ikisi…  İfratlar ve tefritler yine baş gösteriyor: ya “çok kapalı” ya “çok açığız” diye okuyamıyor, dahası tutunamıyoruz. Hâlâ, 2018’de, şu görüşte olduğumuz için o okulu kazanmamıza rağmen yazamıyor; bu görüşte isek şurada barınamam diyerek bir yıl daha sınava hazırlanıyoruz.

Ya sokakta kahkaha atan kadın ahlaksızdır diyerek kadınların yarısına hayasız diyoruz ya da bir çocuk parkının ortasında ahlaksız vaziyetteki insanları uyarmaya giden güvenlik görevlisini “sana ne” diyerek dövüyoruz.

Had, hudud bilmiyoruz. Ya o uç ya bu uç bizim için. Tüm bu uçları futursuz baskılarımızla biz yaratıyoruz. Madem ki biz yaratıyoruz, bu uçlar bize müstehak; ya ifrat ya tefrit: ortası yok bizim için.

 

 

Leave a Reply