Üç kere katılmaya hak kazandık,
son katılışımızda üçüncü olduk,
üç turnuvadır da katılamıyoruz.
Bol enter’lı Yılmaz Özdil yazısı gibi dursa da, rakamlar böyle. Tabii bir de protesto edip katılmadığımız 1958 Dünya Kupası elemeleri var.
[box_light]Heyecan Başlıyor: 1930 Uruguay[/box_light]
Dönemin FIFA Başkanı Jules Rimet‘in çabaları ile 1930’da ilk Dünya Şampiyonası’nın düzenlenmesine karar verildi. Ev sahibi olarak da son iki olimpiyat oyunun şampiyonu Uruguay belirlendi. Avrupa’dan sadece dört takımın katıldığı bu ilk turnuvada toplam on üç takım yarıştı ve ilk şampiyon Uruguay oldu. Dört sene sonra kupa bu kez Avrupa’da düzenlendi. Bu kez İtalya’nın ev sahipliğinde gerçekleşen turnuvaya Uruguay katılmadı, sebebi ise dört sene önceki turnuvaya uzaklık gerekçesiyle Avrupa’dan katılımın az olmasıydı. 1930’un aksine yarışan on altı takımdan on ikisi Avrupa’dandı ve şampiyon da ev sahibi İtalya oldu. Aynı İtalya, 1938’deki turnuvada da ipi göğüsleyecek, Uruguay ise yine turnuvayı boykot edecekti.
[box_light]Savaşın Ardından: 1950 Brezilya[/box_light]
1942’deki turnuva Almanya’da, 1946’daki ise Brezilya’da yapılacaktı ancak savaş patlayınca kimsenin futbol düşünecek hali kalmamıştı. Nihayet savaş bittiğinde kupanın kaldığı yerden devam etmesine karar verildi ve ev sahibi belirlendi : Brezilya. 1920’de savaştığı ülkelerle maç yapmak istemediği için FIFA’dan ayrılan İngiltere ilk kez bu turnuvayla Dünya Kupası’nda boy gösteriyordu ve son iki turnuvanın küskünü Uruguay da katılıyordu. Hindistan ise son derece enteresan bir başvuruda bulundu; çıplak ayakla oynamak istiyorlardı ve istekleri reddedilince turnuvaya katılmadılar. Gelelim Türkiye’ye… Elemelerde Suriye’yi yenmesi yetiyordu, şimdiki gibi iki sene süren uzun bir maraton yoktu. Türkiye, elemeleri geçti geçmesine; ama yeterli ödenek bulunamadığı için Lefter’li, Baba Gündüz’lü kadro turnuvaya gidemedi. Türkiye’nin gidemediği bu turnuvanın kazananı ise Brezilya karşısında 1-0’dan 2-1 çevirdiği maçla, son iki turnuvanın küskünü Uruguay oldu.
[box_light]Siftah Bizden : 1954 İsviçre[/box_light]
İspanya ile yenişemedik, İtalyan ufaklığın yazı-turasıyla elemeleri geçtik, üçüncü torbadan kuraya katıldık ama o da ne… Ölüm grubuna düştük. Ferenc Puskás‘lı Macaristan ve finalde Macaristan’ı deviren Batı Almanya ile aynı gruptaydık. O zamanki sistem gereği gruptaki her takım birbiriyle maç yapmıyordu ve bizim maç yapmayacağımız takım da Macaristan olmuştu. İlk maçımızda öne geçmemize rağmen B.Almanya’ya 4-1 mağlup olduk. İkinci maçta Kore’yi 7-0‘la devirdik. B.Almanya ile puanlarımız eşitti ve baraj maçı oynamamız gerekiyordu. Maalesef maçı 7-2 kaybettik. Elenmiştik ama umutluyduk, ne de olsa güzel bir futbol ortaya koymuştuk ve en önemlisi siftahı yapmıştık. Ee ne demişler, başlamak bitirmenin …
[box_light]Bereket Allah’tan : 2002 G.Kore- Japonya[/box_light]
Maalesef yarısı olmadı, olamadı. Sıradaki ilk turnuva 1958’di ve İsrail ile eleme maçı oynamamız gerekiyordu. İsrail’i eleyip finallere katılmamız işten bile değildi; fakat siyasi bir sorun vardı. FIFA bizi Asya elemelerine dahil etmişti ve hükümet Avrupa grubuna alınmadığımız takdirde kesinlikle maça çıkılmayacağını federasyona bildirdi. Sonuç olarak FIFA grubumuzu değiştirmedi, hükümet de tutumunu değiştirmedi ve finallere gidemedik. Sonraları bize karşı oldukça sert bir tutum takınan FIFA, İsrail’i Avrupa grubuna alacaktı.
Ve 2002 yılında, o zamana değin katıldığımız ilk ve tek turnuvamızdan 48 yıl sonra, 1993 Akdeniz Oyunları’nda Fransa’yı deviren altın jenarasyonun oluşturduğu Milli Takım, finallerde oynamaya hak kazanmıştı. Türkiye adeta futbolda altın çağını yaşıyordu. 1996’da ilk defa Avrupa Şampiyonası‘na gidilmiş, ardından UEFA ve Süper Kupa gelmiş, 2000 Avrupa Şampiyonası’nda gruptan çıkılmıştı. Tüm bu süre zarfında tek eksik vardı: bu başarıyı Dünya Kupası finallerine kalarak taçlandırmak. 48 yılın ardından finallere kalındığı için büyük bir mutluluk hakimdi. Bu bile başlı başına bir başarı sayılıyordu. Sabah erkenden ekran başına geçtik, okullar henüz yaz tatiline girmemişti ve mesai devam ediyordu(!). Hasan Şaş‘ın o enfes golüyle başlayan serüven, Ümit‘le, İlhan‘la devam etti ve Ronaldo‘nun golüyle bitti ve bize 3.’lük tesellisi kaldı. Teselli dediğime bakmayın, bu başarı bile Türkiye’de yerin yerinden oynaması için yeterliydi.
Çıtayı öyle bir yere koymuştu ki Şenol Güneş ve öğrencileri, artık tüm ülke yeni başarılar kazanacağımızdan adımız gibi emindik. Lakin işler umduğumuz gibi gitmedi. Sonraki üç şampiyonayı kaçırdık, her seferinde üzgündük, kızgındık. Aslında çok hak etmiştik, yeniden yapılanma sürecindeydik ve gelecek sefer böyle olmayacaktı. Ama o gelecek sefer bir türlü gelmedi, gelemedi.