İskender’den Önce Dünya-XIV: Arkaik Yunan Medeniyeti

Antiquity(Antik Çağ) araştırmalarında en çok yer elde eden alan kuşkusuz Antik Yunan medeniyeti olmuştur. Antik Yunanlı insanlar kendilerini “Helen” olarak adlandırıyorlardı, daha sonraki yıllarda Latinler Yunanlılar için “Greek” ismini kullanacaklardı. Ege sahillerinden dünyaya açılan tarihleri ile Helenler Avrupa Medeniyetinin küçük bir prototipi idi adeta. Yaşamdan siyasete kadar batı medeniyetinin temel taşları Helenler ve Helen dünyasına daha sonra varis olacak Romalılar atmıştı. Hayatın her alanını güzelleştirmeye çalışan Helenler muazzam bir medeniyet kurmuşlardı. Ancak Helen medeniyetinin ortaya çıkışı Sümerlilerin ilk kentleri inşasından binlerce yıl sonra olacaktı.

İlk Helen medeniyeti Girit adasında MÖ 2000 ortaya çıktı. Mitolojik kral Minos’un adı ile adlandırılan Minos medeniyeti Antik Yakındoğu’ya yakın bir konumda bulunuyordu. Kentleri ve sarayları ile tam anlamı ile bir medeniyet oluşturuyordu. Hatta hiyeroglif bir yazıya da sahiptiler. Yakın Doğu kültüründen etkilendikleri açıktır. Ancak Minos medeniyeti hakkında elde ettiğimiz bilgiler çok sınırlıdır. MÖ 16. yüzyılda büyük bir yıkıma uğradıkları söylenebilir. Daha sonra bu medeniyete dair hiçbir iz bulamıyoruz. Yunan ana karasındaki ilk medeniyet ise Akhaların kurduğu Miken(Mykenai) medeniyeti olmuştu. Minosların Girit adasından göçleri sonucu oluşmuş bir medeniyet değillerdi. Hint-Avrupa dil ailesine mensup bir dil konuşuyorlardı. Daha sonraki yıllarda Yunan ana karasının kuzeyinden Dorlar ve Karadeniz’in kuzeyinden ise İonialılar Yunan ana karasına ulaştılar. Öz itibarı ile benzer bir dil konuşmalarına rağmen Akhalar, Dorlar ve İonialılar farklı lehçelere sahiptiler. İlerleyen yıllarda Dorlar ve Akhalar Yunan ana karasında kalırken İonialılar Küçük Asya’nın Ege sahiline göç edeceklerdir. Homeros’un İliad ve Odysseus destanlarından öğrendiğimize göre Akhalar, Çanakkale sahilindeki Trojenler ile amansız mücadeleye girecek ve tarihe damgasını vurmuş Truva atı ile galibiyet kazanacaklardı. Tarihi gerçeklerine tam anlamı ile ulaşamadığımız bu destanlar her bir Yunanlının zihninde derin izler bırakacak ve Yunanlı kimliğini oluşturmada temel taşlardan biri olacaktır. MÖ 1200 ile 1100 yılları arasında tüm dünyayı sarsan Deniz Kavimleri göçü belki de en çok Yunanlıları etkilemişti. Tüm Yunanlıları baştan aşağı yıkıma uğratmış, Miken medeniyetini yıkmış ve Yunan ana karasını 300 yıllık sükûnete boğmuştu. Karanlık çağ olarak adlandırılacak bu devirin ardından MÖ 800 yılında Yunan ana karasında ve Ege sahillerinde ilk Yunan “Polis”leri(şehirleri) ortaya çıkacaktı.

Miken Medeniyeti(Mykenia), Aslanlı Kapı

MÖ 800 yılı itibarıyla Yunan ana karasında büyük bir canlanma gözlemlenir. “Polis”lerin kurulması üretimi ve tüketimi artırmış, artık ihtiyaç fazlası ürün veya karşılamayan ihtiyaçlar ortaya çıkmıştı. Bu durum Yunanlıların ufuklarını genişletecek, onlara yeni dünyaların yolunu gösterecekti.  Denize açık konumları Yunanlılar için büyük bir avantaj oluşturuyordu. Gemi yapımında belli başarılara ulaşan Yunanlılar ilk olarak Ege sahillerine, daha sonra Sicilya ve İtalya sahillerine doğru yol aldılar. Daha sonra Karadeniz sahillerine açılmaya başladılar. Kendine güvenleri artan Yunanlılar daha uzaklara gitmeye hazırdı. Batıda İspanya’ya doğuda ise Levant sahillerine kadar ulaştılar. İşte tam bu sırada Antik Yakındoğu medeniyetleri ile irtibata geçtikleri söylenebilir. Akdeniz’de kesinlikle yalnız değillerdi. Fenikeli gemiciler Yunanlılardan yıllar önce Akdeniz’e açılmaya başlamışlardı. İlk aşamada Yunanlılar ile Fenikeliler, Akdeniz hakimiyeti için karşı karşıya gelmediler. Yunanlılar, Fenikeliler ile münasebetleri sırasında doğunun kökleşmiş medeniyetini iktibas ettiler. Medeniyetin birçok alanındaki gelişmeler Fenikeliler aracılığı ile Yunanlılara aktarılıyordu. Mezopotamya medeniyetlerini anlattığımız yazımızda belirttiğimiz gibi MÖ 8-7. yüzyıllarda  Asurlular hâkimiyetlerini Levant kıyılarına doğru genişlemişti. Bu Fenikeliler için yıkımdı. Birçok Fenikeli mülteci olarak Akdeniz’in çeşitli yerlerine göç ettiler. Birçok Fenikeli’nin Yunan anakarasına geldiği tahmin edilmektedir. Mesela arkeolojik kazılarda Fenikelilerin getirdiği tahmin edilen çok miktarda doğu bronzu Olimpia Polis’inde bulunmuştur(Freeman, 121). Yine Mezopotamya medeniyetlerini anlattığımız yazılarımızda alfabenin Fenikelilerden İbrani ve Friglere, oradan da Yunanlılara geçtiğinden bahsetmiştik (Bordreuil ve diğerleri, 476). Yine Yunan panteonunun doğulu kökenleri hakkında bazı bilgileri “Avrupa’nın Arkasındaki Antik Miras” adlı yazımızda belirtmiştik(Durant). Ancak şunu açıkça görmekteyiz ki Yunanlılar medeniyet iktisabını körü körüne yapmadılar. Doğudan aldıkları medeniyetin Yunanlı yorumunu ortaya koydular. Daha sonraki yıllarda Mısır ile iletişime geçen Yunanlılar, mimari ve heykel sanatındaki birçok gelişimi Mısır’dan aldıkları halde Yunanlıların Atina’daki Partenon tapınağı ile Mısırlıların Teb’deki Karnak tapınağı birbirlerinden farklı olacaktı. Bu nedenle Yunan medeniyeti arkasındaki Antik Yakındoğu etkisi yadsınamazken doğunun bir taklidi olduğu da söylenemez.

Antik Mısırlıların Teb şehrinedeki Karnak tapınağı Pilonları

Parthenon’nun Sütunları

Yukarıda Yunanlıların Akdeniz’e açıldıklarından ve yeni dünyalar keşfettiklerinden bahsetmiştik. Yunan ana karasında ve Ege kıyılarındaki Polis’lerde yaşayan Yunanlı sayısı artmış, üretilen mallar nüfusu doyuramaz hale gelmişti(Freeman, 125). Bu nedenle kolonileşmeye karşı büyük teşvikleri vardı. Yunanlılar, MÖ 8 ile 6. yüzyıllar arasında İspanya’dan Levant kıyılarına kadar birçok yerde koloni kurdular. Hatta bu kolonilerden Naukratis Mısır topraklarında iken Al-Mina Asur topraklarındaydı. Fenikeler ise Kartaca’da koloni kurmuşlardı. Sicilya, Yunanlıları en çok cezbeden toprak parçasıydı. Sicilya, birçok Polis’in vatandaşını gönderdiği bir kara parçası olmuştu. Daha sonraki yıllarda buradaki Yunanlılar Romalıları etkileyecekti. Mesela Orta Yunanistan’dan gelen Megaralılar İstanbul boğazında Byzantion(Sarayburnu) ve Kalkhedon(Kadıköy) kolonilerini kurmuşlardı(Tekin, 74). Bu koloniler sayesinde Yunan ana karası ticaretini geliştiriyor ve büyük kazançlar elde ediyordu. Bu kolonileşme hareketi Yeni Çağda Portekiz ve İspanyol gemicilerin kolonileşmeleri ile benzerlik taşıyordu. Bu koloniler sayesinde siyasi hakimiyetlerinin genişlemesinin yanı sıra ana karaya büyük zenginlikler akıyordu.

Arkaik Dönem Yunan Şehir Devletleri

Zenginleşen Polis’ler Yunan yarımadasını baştan aşağı süslüyordu. Babil, Asur ve Teb gibi doğunun önemli şehirlerinde gördükleri görkemli yapıları Yunan Polis’lerinde yükseltmek arzusu ortaya çıkmıştı. Yunan Polis’lerinden ikisi diğer Polis”lerden ileri gitmiş, Yunan medeniyetinin öncüleri haline gelmişti. Bunlar Atina ve Sparta şehir devletleriydi. Sparta ile Atina kesinlikle birbirlerinden çok farklı Polis’lerdi. Spartalılar, daha içine kapanık ve gelişmelere karşı direnç gösteren bir toplumdu. Arkaik çağda yaşadıkları büyük bir travma Spartalıların zihninde büyük bir etki bırakmıştı. Şehrin çevre kırsallarında yaşan çifçi Heilot’lar erken bir dönemde isyan etmiş ve Spartalıların başına büyük belalar açmıştı. Onları sürekli savaşa hazır bir konuma gelmeye zorladı. Daha sonraki yıllarda bu durum Sparta Anayasasına dönüşecekti (Kagan). Spartalılar, gerçek bir ordu-milleti. Doğan her erkek savaşçı(Hoplit) olarak yetiştiriliyordu. Şehrin tüm ihtiyaçları çevre çifçi Heilot’lardan karşılanıyordu. 7 yaşına ulaşan her erkek çocuk kışlalara alınıyor, burada kıdemliler tarafından yetiştiriliyordu. Mesela eğitimlerden biri yakalanmadan hırsızlığı öğrenmekti. Yemekleri genç yaşlı tüm Sparta erkekleri birlikte yerler ve aralarında çok sıkı bir dostluk kurulurdu. Sparta kadınları ise sosyal hayatta Atinalı kadınlara göre daha aktiflerdi. Çünkü erkekler savaştan başka bir işle meşgul olmuyorlar, tüm işler kadınlara kalıyordu. Sparta toplumudaki aile hayatının modern insanın anladığından daha farklı olduğu aşikardır. Evlilikler vardır, ancak evlenen erkekler kışlalarda kalmaya devam ederlerdi. Evlerine bazı geceleri uğrama imkanları vardı. İşte, Sparta toplumu doğallıktan uzak bir hayat tarzı sürüyordu. Bu duruma düzene duydukları kaygıdan dolayı gelmişlerdi(Freeman, 145). Atina toplumu ise Sparta toplumundan çok farklıydı.

Antik Yunan’da Hoplit Savaşçıları

Atina, konum itibarıyla denize açıktı. Atina’nın bu coğrafi konumu doğal olarak dış toplumlara karşı onları açık hale getirmişti.  Ege’den Sicilya’ya, oradan Karadeniz ve Akdeniz’de birçok koloni edinmişlerdi. Deniz ticareti sayesinde zenginleşmelerinin yanı sıra Antik Yakındoğu medeniyetleri ile iletişime geçmiş ve Antik Yakındoğu mirasını kendilerine katmışlardı. Kentte aristokratların büyük bir ağırlığı vardı. Aristokratlar belli ailelerden gelen nüfuzlu ve zengin insanlardı. Yönetimde söz onlara aitti. Diğer taraftan borca batmış halk, borçlarını ödeyebilmek için aristokratların kölesi haline geliyordu. Yani gelir dağılımındaki dengesizlik gidererek artıyordu. Kaybedeceği hiçbir şeyleri kalmayan halk tabakası, aristokratlar aleyhine ciddi girişimlere kalkıştılar. Aristokratlar işe el atmak istediler. Drakon adında birine bir yasa kitabı hazırlattılar. Ancak aristokratlar lehine yazılmış bu yasalar halkı teskin etmedi. MÖ 600 yıllara gelindiğinde olaylar çok ciddi boyutlara ulaşmış, aristokratlar ile halk karşı karşıya gelmişlerdi. MÖ 594 yılında Solon bu meseleyi halletmesi için arkhon(en yüksek yetkili devlet memuru) seçildi(Freeman, 153). Solon ciddi ve tarafsız bir kişilikti. Öncelikle toplumu gelir gruplarına göre dörde böldü. Ardından ekonomik, sosyal ve siyasal bazı kanunları bu dört grubu esas alarak yürürlüğe koydu. Bu kanunlar(kanōn κανων) toplumun zayıf kesiminin ekonomik çıkarlarını korurken aristokratları devre dışı bırakmamıştı. Siyasal alanda yaptığı en büyük reform, daha sonraki yıllarda demokrasiye devrilecek olan “Bule(400’ler meclisi)”nin getirilmesi oldu. Bu zamana kadar sadece “Areopagos (Aristokralar meclisi) Atina’nın yönetiminde söz sahibiydi. Demokrasiye giden bir sonraki adım yaklaşık yüzyıl sonra MÖ 508’de Kleisthenes tarafından olacaktı. Kleisthenes, Atina’nın içinde bulunduğu Attika bölgesini 30 farklı bölgeye(tritty) bölmüş ve her bir tritty’de çok sayıda halk(demos) yer alıyordu. Areopagos ve Bule’nin yanında yeni bir meclis daha kuruldu. Ekklesia olarak adlandırılan bu meclis çok geniş bir alanda toplanan  her erkek bireyine açık olan halk meclisiydi. Bule’nin sayısı Kleisthenes reformu ile 500’e çıkarıldı. Atina’da tüm meclisler Agora adı verilen büyük bir meydana toplandı. Ekklesia(Halk meclisi), Areopagos(Aristokrat meclisi) ve Bule(500’ler meclisi) bu meydanda yer alıyordu(Tekin, 88). Ayrıca Parthenon adında büyük bir tapınak Agora’nın hakim konumuna inşa edildi. Atina’nın yeni çehresi Agora tam bir yönetim merkezi haline gelmişti. Bule meclisi kritik bir görev görüyordu. Hangi meselelerin Ekklesia’da görüşüleceğine onlar karar veriyorlardı. Aropagos’un yetkisi eskiye göre çok sınırlanmıştı. Atina demokrasisi hakkında Klasik Yunan medeniyetini anlatacağımız yazımızda bahsedeceğimiz için burada kısa kesiyoruz.

Atina Agorası

Gerçekten de Atina deniz ticareti ile zenginleşmiş, demokratik kurumlarını kurmuş ve birçok inşaat faaliyetinde bulunmuş bir şehir devletiydi. Ancak Atina’nın şöhreti bununla sınırlı değildi. Atina aynı zamanda Ussal(Akılcı) düşüncenin de sembol şehirlerinden biriydi. Aslında ilk Ussal düşünce Yunan dünyasına Ionia kıyılarındaki Miletos gibi şehir devletlerinden girdi. Mısır’a ve Levant kıyılarına açık konumu, Ionia limanlarını bilginin Yunan dünyasına giriş kaynakları haline getirmişti. Yunan dünyasında biline ilk filozof Thales, uzun yıllar antik Mısır topraklarında dolaşmış, Toht(Bilgelik tanrısı) rahipleri ile iletişime geçmişti. Thales’in ünü Lidya-Med savaşlarında meydana gelen güneş tutulmasını önceden tahmin etmesinden sonra yayıldı. Thales, güneş tutulmasını önceden hesaplamıştı. Belki de bu bilgiye Babilli gök bilimcilerinden elde etmişti. Çünkü bu dönemde Babilli gök bilimcileri de güneş tutulmalarını önceden hesaplaya biliyorlardı. Ardından Thales bir sorun ile Batı felsefesini başlatmıştı: Arche meselesi. Arche, her şeyin özüydü. Her şey bundan oluşuyordu. Thales bunu su olarak açıkladı. Ardından gelen Antik Yunanlı filozoflar birçok öneride bulundular. Mesela Anaksimandros bunun hava olduğunu söyledi. Leukippos ve Demokritos ise her şeyin atomus’lardan(en küçük madde) oluştuğunu iddia ettiler. Bu aynı zamanda günümüze kadar gelen bir adlandırmaydı. Felsefe tarihçileri onları ilk materyalistler olarak adlandırırlar. Çünkü atomus teorileri içinde her şeyin rastgele ve tesadüfe meydana geldiğine inanmalarıydı. Bu düşünce Marx’ın gözünde Demokritus’un Antik Yunan filozoflarından en önemlisi haline getirecekti. Ancak Antik Yunan filozoflarından bazıları ise Demokritos’un zıddına ruhçu idiler. Sicilya’da bulunan Pythagoras ve öğrencileri ruhun ölümsüzlüğüne inanıyordu. Ruhların bedenlerde hapis olduklarına ve reenkarnasyon zinciri ile öldükten sonra başka bedenleri dolaşacaklarına inanıyorlardı. Bu nedenle arzuların asla bedeni ele geçirmesine izin vermiyorlar, Yunan dünyasının ortasında Hint yogileri gibi bir hayat yaşıyorlardı( Freeman, 172). Arkaik dönemde çıkan bu filozoflar, Sokrates’in ortaya çıkmasından sonra “Sokrates Öncesi” filozoflar olarak adlandırılacaklardı. Gerçekten Antik Yunan’ın ,Antik Yakındoğu’dan farklı olarak ulaştığı bir olgu vardı. O da bilginin soyut olarak incelenmesiydi. Antik Yakındoğu bilim adamlarının aksine Antik Yunan filozofları bilgiyi belirli kalıplara oturtmaya çalışıyor ve soyut değerler ile onu inceliyordu. Bu durum daha sonraki yıllarda bilginin birikimde çok büyük katkılar yapacaktı.

Elinde Elektrik Şimşekleri Tutan Tales Heykeli, Amerika, 1908

Arkaik Yunan toplumu için her şey normal giderken doğudaki gelişmeler onları rahatsız edecek gibi görünüyordu. Büyük Kyros önderliğinde Persler kapı komşuları Ionialılara kadar topraklarını genişletmiş, hatta kuzeyde Trakya ve Makedonya topraklarının bir kısmını dahi ele geçirmişlerdi. Yunanlılar için kapıya dayanmış bir tehlikeydi. Harekete geçmek için küçük bir işaret bekliyorlardı. Bu işarette Miletos Polis’inden geldi. MÖ 500 yılından itibaren gelişen bu olaylar Yunan-Pers savaşının başlangıç işaretiydi. Miletoslular, ticaretlerinin engellendiğini ve bu nedenle menfaatlerinin zedelendiğini ileri sürerek ayaklandılar. Ancak olay göründüğü kadar basit değildi. Çünkü modern araştırmaların sonucuna göre Miletos Polis’i daha önce hiç zengin olmadığı kadar o zaman zengindi. Bu nedenle ayaklanmanın arkasında milliyetçi-özgürlükçü duygular olmuş olabilir(Tekin,103). MÖ 498 yılında Atina 20, Eretria 5 gemi ile Miletoslara yardım etmek için Ege’ye geçtiler(Freeman, 179). Bu Persliler için bardağı taşıran son damla oldu. MÖ 494 yılına kadar ayaklanmalar bastırılmış ve Yunan saldırılarının planları yapılmaya başlamıştı. MÖ 490 yılında Persliler donanmaları ile Ege denizini aşarak Atina’nın 30 km kuzeydoğusundaki Marathon ovasına çıkartma yaptılar. Atinalılar, atlet Pheidippides’i Sparta’ya göndererek çıkartmadan onları haberdar edip yardım etmeleri talebinde bulundular. Günlerce koşarak Sparta’ya ulaşan Pheidippides haberi Spartalılara iletti. Ancak kutsal bayram günlerini bahane ederek yardıma gelmediler. Atina sadece Platai Polis’inden 1000 kişilik bir yardım almıştı. Çok az sayıdaki bu Atinalı ordu şaşırtıcı şekilde Marathon ovasında Perslilere galip geldi. Atina, Yunan dünyasında büyük bir saygınlık kazanmıştı.

Bir Yunan Vazosundaki Persli Bir Adam Resmi, Britanya Müzesi

Marathon savaşını takip eden yıllarda Pers kralı I. Darius ölmüş yerine oğlu Kserkes geçmişti. MÖ 480 yılında Kserkes kendi komutasında büyük bir ordu hazırlayarak Yunanistan’a doğru yol aldı. Savaş istatikleri şöyleydi: Persliler 150.000 kişilik bir orduya sahipken Yunanlılar ancak 10.000 kişiydiler(Tekin, 105). Bu sefer Atinalılar ve Spartalılar beraber savaşacaklardı. Pers ordusu Çanakkale boğazını geçerek Makedonya’ya inmek zorunda kaldı. Çünkü denizin hışmına uğramış ve bir çok gemisi fırtınaya yakalanmıştı(Freeman, 189). Spartalılar Orta ve Aşağı Yunanistan’a giden Thermophylai geçidini tutuyorlardı. Atinalılar ise denizden Spartalılara destek vereceklerdi. Ancak Atinalılar denizde mağlubiyete uğradı. Geçidi tutmada hiç şansı olmadığını anlayan Spartalı komutan Leonidas yenilerek tüm birlikleri Korinthos kıstağına çekti. Perslere Teselya yolu açılmıştı. Persler, Atina şehrine girerek tüm şehri yakıp yıktılar. Ancak Atinalılar çoktan şehri boşaltmışlardı. Persler için bu bir galibiyet değildi. Atina donanmasını takip ederek Salamis adasına kadar vardılar. Burada tuzağa düşürülen Persler yenilgi aldılar. Kserkes, Ege kıyılarından Anadolu’ya kaçtı. Ardından komutan Mardinos’u bırakarak Persia’ya geri döndü. Mardinos 100.000 adamı ile kışı Teselya’nın kuzeyinde geçirdi(Freeman, 193). MÖ 479 yılında komutan Mardinos güneye inerek Attika ve Boiotia üzerine saldırdı. Spartalı askerler stratejik bir çıkışla Plataia’ya çekilen Pers ordusu burada mağlup edildi, Mardinos öldü. Aynı gün Mykale(Samsun) burnundaki Pers gemileri ateşe verildi. Persler MÖ 479 yılında mağlup şekilde ülkelerine geri döndüler(Tekin, 105). Sparta ve Atina’nın önderliğinde Yunanlılar, şaşırtıcı şekilde Perslilere galip gelmişti. Babil şehrini fetheden Persliler Atina’yı fethedememişlerdi. Merkezden çok uzak olmaları bu duruma sebep olmuş olabilir. Sonuçta Yunanlılar yüksek bir onur kazanmışlardı. Tarihçiler Pers-Yunan savaşlarından sonra arkaik Yunan medeniyetinin kapanıp klasik Yunan medeniyetinin başladığını düşünürler.

Bir Vazo Üzerindeki Pers-Yunan Savaşı

Gerçekten de Pers-Yunan savaşları Yunan tarihi için bir dönüm noktasıydı. Homeros destanlarında okuyup durdukları kahramanlık hikayeleri artık bir masalın ötesinde yaşayan bir hikaye haline geldi. Bu Yunanlılar için kimliklerini bulabilmenin bir fırsatıydı ve Yunanlılar, Homeros destanındaki kahramanlıkları tekrar göstermişlerdi. Ancak Pers-Yunan savaşları her şeyin başlangıcı değildi. Bu yazımızda bahsettiğimiz gibi birçok alanda Yunanlılar kendi medeniyet kurumlarını kurmuşlardı. Bu savaşlardan sonra bu medeniyet daha keskin hatlara sahip olacak, Yunanlı kimliğini oluşturacaktı. Ayrıca Kyrus ile başlayan globalleşme bu savaşların etkisiyle İskender’e doğunun kapılarını açacaktı. Klasik çağ Yunanlılar ve Rönesans sonrası Avrupa için bir doğum olacaktı.

 

Devam Edecek: İskender’den Önce Dünya-XV: Klasik Yunan Medeniyeti

 

Kaynakça:

  1. Tekin, Oğuz. Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş. İletişim Yayınları. 2015. İstanbul
  2. Garthwaite, Gene R. . İran Tarihi. Çev:Fethi Aytuna. İnkılap Yayınları.İstanbul. 2018
  3. Prof. Dr. Pierre Bordreuil, Prof. dr. Françoise Briquel-Chatonnet, Prof.Dr. Cecile Michel ve diğerleri. Tarihin Başlangıçları: Eski Doğu Kültür ve Uygarlığı. Alfa Yayınları. İstanbul. 2015
  4. Prof. Dr. Memiş, Ekrem. Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi. Ekin Yayınevi. Bursa. 2015
  5. Durant, Will. The Story of Civilization, Vol-I:Our Oriental Heritage. Simon and Schuther Publication. New York. 1954
  6. Prof. Dr. Freeman, Charles. Mısır, Yunan ve Roma: Antik Akdeniz Uygarlıkları. Çev: Suat Kemal Angı. Dost Yayınları. 2018. Ankara
  7. Prof. Dr. Kagan, Donald. Lecture: Introduction to Ancient Greek History(CLCV 205). Yale University

Resim Kaynakçası:

  1. https://en.wikipedia.org/wiki/Thales_of_Miletus#/media/File:Louisstgaudens1.jpg
  2. https://airfreshener.club/quotes/when-was-the-mycenaean-civilization.html
  3. https://www.alamy.com/stock-photo-ancient-greek-painting-on-a-vase-depicting-heavily-armed-hoplite-greek-170105448.html
  4. https://www.ancient.eu/image/3372/parthenon-west-facade//
  5. https://www.ancient-greece.org/archaeology/agora.html
  6. https://www.jstor.org/stable/pdf/24668191.pdf
  7. https://www.britishmuseum.org/research/collection_online/collection_object_details/collection_image_gallery.aspx?assetId=114605001&objectId=461605&partId=1
  8. https://tr.wikipedia.org/wiki/Antik_Yunanistan
  9. https://publishingperspectives.com/2016/09/athens-world-book-capital-eleftheroudakis/

Leave a Reply