A noktasından B noktasına gitmek için harcanan zamanı oldum olası gereksiz buldum. Çoğu arkadaşımın en hoşlanmadığı huyum hızlı yürümemdir mesela. Hatta eve giderken yolun biraz uzadığını hissettmeye başladıysam sabırsızlığım üstün gelir ve eve yürümek yerine koşmaya başlarım.
Covid-19’un bize -en azından bana- en büyük yararı, eğitimi online yaparak bu yolculuk için harcanan zamanı ortadan kaldırması oldu. Evden okula ya da okulda yemekhaneye, kafelere giderken harcanan zaman artık yoktu. Bu da bize yüklü miktarda boş vakit kazandırdı. Bunun fark edilmesi ile bir çok insan bu kazanılan ve evde geçirilecek olan boş zamanı değerlendirmeye ve karantinayı en “verimli” şekilde kullanmaya karar verdi. Film, dizi izleme planları yapıldı, kitap siparişleri verildi. Ancak çevremi baz alarak konuştuğumda bu çabanın boşa çıkmış olduğunu gördüm. Çoğu insan aylarını büyük bir verim sağlayamadan geçirdi.
Bu çoğunluğun küçümsenemeyecek kadar büyük bir kısmı da, daha önceden izlediği dizi ve filmleri baştan hatim etti. Ben de bu grubun içerisindeydim. 4-5 ay süren karantina boyunca toplam iki film izlemişimdir daha önceden izlemediğim. Bunun yerine daha önceden de defalarca kez bitirdiğim Avatar: TLA, Brooklyn 99, Parks and Rec ve Community’yi baştan bitirdim, izlediğim onlarca filmi tekrardan izledim.
Neden oldu bu peki? Bu kadar boş zamanımın içinde, on binlerce medya arasından, neden seçe seçe sayısız defa sindirmiş olduğum bu dizileri seçtim, bu dizileri neden defalarca kez izledim ki? İzlemek istediğim, izleme listemde olan sayısız diziye başlamak ve yeni fikirler, karakterler tanımak varken neden alışılmış olanda kaldım, kaldık? İnsanlar neden aynı medyayı baştan tüketirler?
Öncelikle, medya ritüel olarak tekrar tekrar izlenilebilir. Bu yüzden, bir arkadaş grubunun buluşma geleneği olarak Star Wars izlemesi veya yılbaşlarında Evde Tek Başına izlemek gibi örnekleri ele almayacağız.
Tekrar tekrar aynı medyanın izlenildiği dönemlerin, psikolojik olarak güçsüz kalınmış dönemlerle kesiştiği gözlemiyle yola çıkalım. Eğer bireyin farkındalığı açık değilse ve beyin “oto-kontroldeymiş” gibi çalışıyorsa, ki bu genelde stresli veya depresyon başlangıcı dönemlerde görülür, yeni bir medyayla tanışmak için gerekli iradeyi göstermek çok zor olabilir. Ancak bu demek değildir ki birey kendini medyadan soyutlamaya çalışır. Tam tersine kendisini iyi hissettirecek, risksiz ve psikolojik zindeliğini geri getirmesine yardımcı olacak (veya düşüşünü geciktirecek) yollar arar. Halihazırda haz duyulmuş medyalar, Maruz Bırakılma Etkisi (Mere Exposure Effect) adı verilen psikolojik fenomenden dolayı tercih edilirler.
MBE’ye göre bir uyarıcıya maruz kalma süresi ile ona duyulan hayranlık veya tercih edilebilme yatkınlığı arasında bir doğru orantı vardır. Bu tanım doğrultusunda diyebiliriz ki maruz kalma süresi arttıkça, daha önce tüketilmiş bir medyanın pozitif getirimi, daha önce hiç tüketilmemiş medyalara göre daha fazladır.
2002’de Nobel Ekonomi Ödülü kazanmış Daniel Kahneman’ın Beklenti Teorisi (Prospect Theory) bireylerin kazanım ve kayıpları psikolojik olarak aynı oranlarda algılamadığını, kayıpların ağırlığının daha fazla olduğunu söyler. 100 lira kaybetmenin getirdiği mutsuzluk, 100 lira kazanmanın getirdiği mutluluktan daha fazladır. Yani insanların kayıptan kaçmayı, kazanıma tercih etmesi için, kazanımın çok daha yüklü olması gerekmektedir.
Bu modelden yola çıkarak ve MBE’yi de dikkate alarak, insanın psikolojik enerjisini yukarıdaki para örneği ile bağdaştıralım; öyle ki sahip olunan psikolojik enerji, beğenilen medyalar ile artsın, beğenilmeyen medyalar ile azalsın. Birey, kötü bir medyanın kaybından kaçmak için halihazırda izlediği ve kesinlikle kazanım alacağını bildiği medyayı tercih etmesi bu model içerisinde gayet makul. Bu kazanım, daha önceden maruz kalmadığı bir medyayı deneyerek risk aldığı ve bu risk doğrultusunda beğendiğinde elde ettiği kazanımdan daha az olsa da, kötü çıktığı taktirde oluşacak kayıptan kaçmayı tercih etmiş olduğundan güvenli bir noktada durmuş oluyor.
Peki bu psikolojik atalet hangi durumlarda geçerli değildir? Eğer bireyin psikolojik enerjisi fazlaysa, sahip olduğu enerjiye oranla potansiyel kayıp daha küçük gözükmeye başlar ve bu zarar önemsizleşir. Bu yüzdendir ki psikolojik enerji bakımından “zengin” olunduğu durumlarda, iyi hissedilen, mutlu dönemlerde, birey yeni deneyimlere daha açıktır, çünkü yeni deneyimin kötü çıkması bireyi küçük bir oranla etkilemiş olur, bu kaybı göze alarak pozitif bir deneyimin riski altına girmeyi deneyebilir.
Kışa doğru yaklaşırken önümüzde yepyeni bir karantina sezonu var gibi gözüküyor, bu sezonu da atalet altında, önceden tüketilmiş diziler eşliğinde geçirmek yerine belki biraz daha verimli bir karantina için farkındalık yoluyla ataleti üzerinden atmak ve yeni medya deneme kumarını oynamaktan geçtiğini düşünüyorum.
Şimdi de gidip Avatar’a 78. defa başlayacağım.