Merhaba değerli GazeteBilkent okurları… Oldukça karmaşık duygularla kaleme aldığım bu yazı mezuniyetim nedeniyle GazeteBilkent’teki son yazım olacak. Hayatımın bana çok şey katan bu dönemini geride bırakırken en azından beş yıl önce hayal ettiklerimin önemli bir kısmını başarmanın gururuyla beraber içimdeki veda biraz da tatlı bir hal alıyor. Benim için çok anlamlı olan bu yazımın merkezinin ise; çok sevdiğim “Bulmak” şiiri olmasını istedim. Hoşçakalın…
Bulmak
Bir an kayboldun gibi! yaşadım kıyameti
Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti
Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma
Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma
Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından
Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından
Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde
Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde
Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş
Yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş
Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine
Kapılıp gidiyorum saçının sellerine
Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar
Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar
Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın
Sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın
Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi
Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi
Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım
Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım
Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden
İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden
Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm
Erdem Bayazıt – Güzlek – 1971
Şüphesiz, her şairi yazdığı şiiri yazmaya iten bir neden, bir duygu vardır. Ve yine şüphesiz, şairin kendisi dışında kimse o duyguları aynen hissedemeyecektir. Ne var ki, aslında hiçbirimiz bir başkasının hissettiklerini hissetmek için şiir okumayız. Belki de çoğu zaman hissettiklerimizle eşleşen güzel dizeler ararız. İçimizde yeşeren bir duyguya veya geleceğe dair bir beklentimize bir kapı ararız şiir okurken. Yani aslında, çoğu zaman bir şiir okuyucusu ile birlikte var olur, her şiir onu okuyanla beraber yeni bir şiir haline gelir.
Çoğu büyük şair de aslında şiirin onu okuyanla ayrılmaz bağını pek çok kez vurgulamıştır. Paul Valery, şiirlerine ne anlam verilirse anlamlarının o olacağını, her şiirin, şairin belirli bir düşüncesine uygun yahut bu düşüncenin aynısı olduğunu söylemenin, şiirin yapısına aykırı ve onu öldürebilecek bir yanılma olduğunu ifade eder. Valery’e göre, şiirin amacı zaten hiçbir zaman belirli bir şey anlatmak değildir. Erdem Bayazıt’ın “Bulmak” şiiri de bende tam bunu hissettiriyor: hiçbir zaman şairin bu şiiri yazarken yaşadıklarını tam olarak anlayamayacak olsak da hepimizin aklında kendimizden bir parça taşıyan bir an veya bir kişi canlanacak.
İşte, şiir okumanın büyüsü, her okuyucunun kendi deneyimleri ve duyguları doğrultusunda farklı anlamlar çıkarmasından gelir. Her bir okuyucu, şiirin dizelerinde kendine ait bir parça bulur, kendi duygularını, anılarını ve umutlarını şiire yansıtır. Şiir, bu yönüyle evrensel bir dil olur; kelimeler, sınırları aşarak her bireyin kalbine dokunur.
Bir şiirin farklı kişilerde farklı izlenimler bırakması, onu zaman ve mekân ötesi kılar. Şairin kaleminden dökülen sözcükler, okuyan her kişinin zihninde yeniden şekillenir, her okuyucu şiiri bir kez daha yazar kendi dünyasında. Şiir, bu nedenle hem çok kişisel hem de evrenseldir; herkesin içsel dünyasında yeniden doğar, yeniden anlam kazanır. Şiir okumanın büyüsü de buradadır: her okuyucu, dizelerde kendi yolculuğunu bulur ve bu yolculuk, her defasında yeni bir keşif, yeni bir duygusal deneyim olur. Bu, şiirin ruhuna dokunan ve onu ölümsüz kılan en büyük güçtür. Şiir, okunduğu her an, her okuyucunun dünyasında yeniden hayat bulur ve bu sayede, insanlık tarihinin derinliklerinde bir köprü kurar.