Geçenlerde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde çok büyük bir kavga yaşandı ve bu büyük kavganın kilit ismi de Kurtuluş Savaşı’nda ilk kurşunu atan kişi olduğu bazı çevrelerce iddia edilen “Cellat Ali” sıfatı ile anılan Ali Çetinkaya’dır.
Peki, Ali Çetinkaya neden günümüzde bu kadar tartışılan bir isim haline gelmiştir? Bunun cevabı; kendisinin aynı zamanda İstiklal Mahkemelerinin Başkanı sıfatında olmasıdır. Burada İstiklal Mahkemelerini Uğur Mumcu’dan alıntı yapacağım sözler ile tanımlamak istiyorum; “İstiklal Mahkemeleri “mahkeme” sayılmazlar. Bunlar, savaş ve ihtilal dönemlerinde rastlanan anti-demokratik “infaz kurulları”dır”. Nitekim bu doğru bir tespittir. Yalnız şunu da kabul etmek gerekir ki; İstiklal Mahkemeleri çoğu masum belki on binlerce masum insanı yargısız infaz yapmıştır. Hatta bir mahkemede adamı önce asmışlardır sonra da yargılamışlardır. Herhalde, hukuk fakültesinin yanından dahi geçmemiş bir adama mahkeme reisliği verilince böyle sonuçlar doğurması olağan karşılanabilir. Cezalar sadece asmak ile sınırlı değil, o zamanın modasına uyularak kurşuna dizilme de mevcuttur ve hatta bir diğer ilginç cezalarsa mahkumun evini yakma yada ailesini rehin almadır. Bunlardan, sizce hangisi daha ağır cezadır, bu soruyu vicdanınızla baş başa bırakıyorum.
Açıkçası, buradaki derdim İstiklal Mahkemelerinin kaç kişiyi asması değil, aslına bakarsak Ali Çetinkaya ile hiçbir derdim de yok. Şunu kabul etmek gerekir ki; her ülkenin bir karanlık tarihi vardır. Bugün demokrasi beşiği dediğimiz İngiltere, zamanında haksız suçlamalar ile iki tane kraliçesini öldürtmüştür. Demokrasisini övdüğümüz Fransa dahi, Terör Döneminde, Jakobenler bir sürü masum sivilin canına kıymıştır. Fakat burada duracağım nokta şudur ki; bu tip ülkeleri demokratik yapan faktör, kendi kanlı tarihleri ile yüzleşmesidir, ama biz ne yazık ki hala yüzleşemedik. İşin ilginç yanı, her haksız infazın altında imzası bulunan Ali Çetinkaya’ya günümüzde bile kahraman deniliyor. Geçenlerde, gittiğim GazeteBilkent tanışma toplantısında sevgili Genel Yayın Yönetmenim Esin Batak’ın dediği gibi, kanlı katliamlar yapmış ve insanlara korku salmış birine, bu terörist başı değildir demek vicdana sığmaz. Aynı şekilde, insanlara korku salmış, masum insanların canına vatan millet gibi kutsal değerler ile kast eden bir kişiye de kahraman demek aynı vicdana da sığmaz.
Çeşitli garip tezler ile bu adam masum gösterilmeye çalışılıyor. Resmi Cumhuriyet Tarihine dayanılarak, günümüzde, idam edilen 10.000 kişinin hepsinin İngiliz ajanı olduğu tezine artık bir çocuk bile inanmaz. En çok güldüğüm ve garip bulduğum tez de, yeni kurulan devletin iyiliği için böyle idamlar yapılmalıdır. Üzülerek belirtmeliyim ki; bu laflar Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa’yı öldürttüğü dönemden kalma laflardı ve artık modası geçti. Farkındaysanız, 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bütün ülkelerce imzalanmıştır ve artık birey devlet için yoktur, devlet birey için vardır ilkesi bütün dünya devletlerince kabul edilen bir ilke oldu. Lütfen, bu mahkemeyi savunacaklar ya daha mantıklı tezlerle öne çıksın yada şu inkar politikasından vazgeçsinler.
Herkes 2012 yılının, Türkiye’ye barış getireceğine inanıyor ve umarım ki getirir. Yalnız, 1923 tarihi ile başlayan devletin kendi toplumunu inkar etme politikasını sonlandırmak ancak tarihimizin karanlık yönleri ile yüzleşmekten geçer.