GazeteBilkent Mezunlar’ın Eylül ayı konuğu, 2003 yılı Endüstri Mühendisliği Bölümü mezunumuz Sabahattin Bilgen. Genç Girişimciler Kulübü’nün kurucularından olan Sayın Bilgen ile Bilkent’teki öğrenci kulüplerinden basketbol şampiyonalarına, Bilkentli günlerden iş hayatına dair keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Bu samimi röportajı siz GazeteBilkent okurlarına sunmaktan mutluluk duyarız.
GazeteBilkent: Sabahattin Bilgen kimdir?
Sabahattin Bilgen: 1979 İzmir doğumluyum. İlkokulu Bayraklı’da, Ekrem Hayri Üstündağ İlkokulu’nda okudum. Bornova Anadolu Lisesi’ndeki 7 yıl sonunda Bilkent’e geldim. Bornova Anadolu Lisesi’nin, Bilkent’teki mühendislik düzenine alışma konusunda da çok etkili olduğunu söyleyebilirim. Sonra Bilkent hayatı başladı, Ankara’ya geldik. Sadece 5 sene üniversite için Ankara’da bulundum, onun dışında hep İzmir’deydim. Evliyim, henüz çocuğum yok. Basketbol oynamayı ve yüzmeyi seviyorum.
GB: Bilkent’i tercih etme nedeniniz neydi?
Bilgen: Bilkent’i, bir kere, Bilkent olduğu için seçtim. Ancak üniversiteden önce meslek seçimimi yapmıştım ben. Benim girdiğim zamanlarda Endüstri Mühendisliği çok popüler bir meslekti, ki hala öyle. Belki biraz da çevrenin etkisiyle yönlenmiştim fakat içeriği ile okuduğum şeylerin bana uyduğunu düşünmüştüm. Ortaokul ve lisede olduğu gibi üniversitede de sosyal anlamda bir şeyler yapmalıydım. İşin matematiksel tarafı da vardı tabii, mühendislik de okumak istiyordum. Bunları birleştirince karşıma zaten endüstri mühendisliği çıkıyordu. O yüzden hiçbir zaman, ben neden endüstri mühendisliğini seçtim, gibi bir düşüncem olmadı. Kararımdan da çok mutluyum. Neden Bilkent dersen; bence Endüstri Mühendisliği için en iyi yer Bilkent. Sonuçta geleceğin söz konusu oluyor ve araştırıyorsun… Bilkent beni o konuda yeterince ikna etti. Hem sosyal olanakları hem de bilgi alt yapısı ile Bilkent’in benim için en uygun üniversite olduğunu düşündüm.
GB: Bilkentli günleriniz nasıl geçiyordu?
Bilgen: İlk bir iki günü hatırlıyorum da, 78. Yurtta Alçıpan’a bakan taraftaydı odamız. O zamanlar Bilkent’in alt taraflarında pek bir şey olmadığından, -hatta sinema bile hazırlık yılımın ikinci döneminde açılmıştı.- gece oldu mu körfeze bakıyorum diye karanlığa baktığımı hatırlıyorum.
GB: İzmir’den sonra Ankara sıkabiliyor insanı. İzmir’den gidenler, genelde böyle söylüyorlar. Siz de çok sıkılmış mıydınız?
Bilgen: Sıkılıyordum, evet. Şöyle bir anımı anlatayım… Hazırlıktayız. Tabii çok zorlayıcı bir durum yok. İlk dönem sinema da yoktu Bilkent’te. Hadi dedik merkeze inelim, bir şeyler yapalım. Ankara’yı tanıyalım derdindeyiz. Kızılay’da, Batı Sineması’na gittik. Saat akşam altı buçuk filandı. İş çıkışı tabii, inanılmaz bir kalabalık var. Filmden bir çıktık, aman Allah’ım, ortada kimseler yok. Eski kovboy filmlerindeki gibi ıssız bir caddeye çıkmıştık. Bir tek uçuşan çalılar eksikti… İzmir’de öyle değildi tabii; o saatlerde de insanlar dışarıda oluyor, dükkanlar açık oluyor filan. Çok şaşırmıştım. Başlarda alışmak için bayağı bir zaman harcadım. Ancak Ankara’ya giderken İzmir’e geri döneceğimi bilerek gitmiştim. Öyle olunca bugünü değerlendirelim düşüncesiyle alıştım herhalde. Bir de, ilk defa ailenden ayrılmışsın, kendi iradenle bir şeyler yapıyorsun derken Bilkent’in de sunduğu olanaklarla çok da zorlayıcı olmadı diyebilirim.
GB: O halde, yeniden olsa yine Bilkent’i seçerdim diyorsunuz… Ya da başka bir alternatif düşünür müydünüz?
Bilgen: Evet, yine Bilkent’i seçerdim. Yakın zamanda da tercihler yapıldı, biliyorsun. Bir şekilde fikrini almak için arayanlar oluyor. Bir çoğu, içinde Bilkent’in de olduğu seçenekler sundu ve hepsine “Kesinlikle Bilkent.” dedim. Daha önce de söylediğim gibi, Bilkent’i seçmekten hiç pişman olmadım ve yine olsa yine seçerdim.
GB: Öğrencilik süreciniz nasıldı?
Bilgen: Çok yoğun bir süreçti aslında. Okulun Basketbol takımında oynadım. Zaten daha eskiden beri de ilgileniyordum basketbolla. Sonra, öğrenci seçimleriyle çok uğraştım. Kulüplerle çok uğraştım. Hala var mı bilmiyorum ama, gönüllülük işlerinin özellikle kuruluş aşamasında oldukça fazla uğraşmıştık… Kalan zamanda da derslere vakit ayırmaya çalıştık.
GB: Yine de hiç yıl kaybetmeden mezun olmayı başarmışsınız…
Bilgen: Yıl kaybetmedim, evet. Herhalde, Bilkent’te en az çalışarak mezun olanlardan biriyimdir. Gerçi o kadar yoğunluğun arasında mecburiyetten böyle oldu. Mühendislikte sağ kalmak zaten zor, bir de bu işler girince çok fazla ağırlık veremedim derslere. Şöyle söyleyeyim: ben hiçbir sınavıma bir gün önceden çalışmadım. Hep son gece, hep son gece… Sürekli bir koşuşturma halindeydim. Fırsat olsa çalışır mıydım, o da ayrı bir konu ama yani turnuvalar, öğrenci işleri derken son gece zaman bulabiliyordum. Mesela, bazen aynı gün içinde iki finalimiz oluyordu. E ikisi için de çalışman gerekiyor. Biz de arkadaşlarla aktif dinlenme yapıyorduk. Önce zor olana çalışıyor, arada dinlenmek için daha kolay olduğunu düşündüğümüz derse çalışıyorduk. Bir gece 12 gibi oturup, sabah 9’daki sınav için 550 sayfalık bir kitabı okuduğumu hatırlıyorum. O zaman da sadece bir kez okuma fırsatım olmuştu mesela, çünkü zamanım yetmeyecekti.
GB: Mezuniyet sonrasındaki süreç nasıl gelişti?
Bilgen: Mezun olduktan sonra, “Ne biliyorum ki ben?” gibi bir korkuya kapılıyorsun önce. Sonra dönem sonunda yaptığın iş başvurularının dönüşlerini almaya başlıyorsun. BMC de başvuru yaptığım şirketlerden biriydi. Görüşmeye çağrıldım, sonrasında da işe kabul edildim. BMC’de 6 ay çalıştıktan sonra askere gittim. Askerden döndüğümde yine burada devam ettim. Yani, hala ilk iş yerimde çalışıyorum.
GB: BMC’ye Endüstri Mühendisi olarak giriş yaptınız ve 8 yıldır burada çalışıyorsunuz. BMC bünyesindeki ilerleme basamaklarından bahsedelim biraz da… Nasıl bir ilerleme kaydettiniz? Şimdiki pozisyonunuz nedir?
Bilgen: Askerlik öncesi ve askerlik dönemini atlarsak, 7 senedir BMC’de çalışıyorum. Şu anki pozisyonum Malzeme Planlama Müdür Yardımcılığı. BMC’deki malzeme planlama faaliyetlerinden sorumluyum. Ayrıca, günlük ihtiyaç planlamalarından ve modifikasyon planlamalarından da sorumluyum.
GB: İngilizce ve Almanca dillerini biliyorsunuz. Planlama departmanında görev yapan biri olarak yabancı dilin önemi nedir? Bunları hangi sıklıkta kullanıyorsunuz?
Bilgen: İngilizceyi oldukça sık kullanıyorum tabii ki. Yurtdışındaki firmalarla da devamlı irtibat halinde bulunduğumuzdan İngilizce’yi çok sık bir biçimde kullanıyorum, Almanca’yı ise daha seyrek… Almanca’yı, çalıştığımız firmalardan gelen konuklarımızla daha çok sohbet havasında geçen konuşmalarda kullanma şansım oluyor. Bir de, işin lojistik kısmında olmadığım için, yani firmalarla doğrudan kontak kuran ben olmadığım için sadece planlama ayağında birebir iletişime geçmem gerekiyor. Genellikle İngilizce tercih edildiğinden bunu kullanıyorum.
GB: Bilkent’teki kulüp aktivitelerinizden bahsedelim biraz da… Çalışmalarınızın size neler kattığını düşünüyorsunuz?
Bilgen: Arkadaşlarla Genç Girişimciler Kulübü’nü kurmuştuk. Kuruluş ve tanıtım aşamasında çok yoğun çalışmıştık. Genç Girişimciler Kongresi düzenlemiştik mesela. Sene 2001’di. Biliyorsun o zamanlar kriz vardı ve tanıtım için bulduğumuz sponsorlar geri çekilmek zorunda kalmıştı. Sağlanacağı öngörülen meblağ azalınca zorluk yaşamış, bir şekilde üstesinden gelmeyi başarmıştık. Genç Girişimciler’in dışında başka birkaç kulüple de çalışmıştım. MühendislikTopluluğu da bunlardan biriydi. Öğrenci seçimlerine katılmış, iki sene üst üste öğrenci temsilciliği, bir dönem de fakülte başkanlığı yapmıştım. Gönüllü Eğitim Projeleri’nde görev alıyorduk. Proje kapsamında, üç ya da dört sene boyunca öğretmenlik yaptım, işlerin yürütülmesi ve genel koordinasyon noktasında çeşitli görevler aldım. Bunlardan başka, basket takımında oynadım. Ankara şampiyonu olup, Türkiye Şampiyonası için İzmir’e gelmiştik. Çok güzel şeylerdi ve bütün bunların insana sosyal aktivitelere katılmanın yanı sıra çok şey kattığını düşünüyorum. Bunları bana bir şey katsın diye yapmadım tabii ama bugüne bir şeyler kattığı çok açık. Örneğin, şu an burada on beş kişilik bir ekiple çalışıyoruz. Basketbolun ya da diğer çalışmaların, ekip çalışması sırasında bana kattığı değerleri görebiliyorum.
GB: Basketbolla uzun süredir ilgilendiğiniz söylediniz. Çalışmalarınız hala devam ediyor mu?
Bilgen: Evet. Şu an BMC’nin şirketler ligine katılan bir basketbol takımı var, orada oynuyorum. Son dört sezondur da şampiyon oluyoruz. Çok da iyi oluyor; sonuçta çok yoğun bir iş hayatımız var ve bu temponun yan etkilerini azaltmana yardımcı oluyor. Farklı ortamlardaki arkadaşlarla tanışmamızı, buluşmamızı sağlıyor. Bir de, ortaokulda, lisede beraber basketbol oynadığım arkadaşlarımla yıllar sonra tesadüfen aynı takımda oynuyoruz. Bu da çok güzel bir şey.
GB: Kardeşiniz de Bilkent mezunu, öyle değil mi?
Bilgen: Evet, O da Bilkent İktisat’tan mezun oldu. Hatta aynı sene mezun olduk; hazırlık okumamıştı. Şu an İstanbul’da, Yapı Kredi’de çalışıyor. Güzel bir yaşamımız oldu onunla… İlkokulda da beraberdik biz. Ortaokul döneminde ayrı yerlerde olsak da üniversitede tekrar birleştik. İlk sene arkadaşlarımla beraber kalmıştım, ikinci sene kardeşim gelince onunla beraber kalmaya başladık. Tabii sonra arkadaş çevrelerimiz değişti; ben kütüphanenin oralardaydım, O daha yukarılarda, İşletme Fakültesi civarında…
GB: Bilkent’e dair bir anınızı anlatın desek…
Bilgen: O kadar çok var ki, hangisini anlatsam bilemiyorum. Stokastik dersi alıyoruz. Hocamız, Vladimir Anisimov’du. Çok iyi bir öğretmendi. Sınav olduk. Ortalama bir not almıştım. Sonra arkadaşların gazıyla kağıtlarımıza bakmaya gittik. Odasına girdik, kağıtlar dağıtıldı. Benim cevap kağıdımda, bir soruya 7 puan vermiş ama toplam nota eklememişti. Düzeltmesi için söyledim. Gidip bir boş kağıt aldı. “Ben bu puanı notuna eklemediysem, eminim başka bir sorudan fazla puan vermişimdir.” dedi. “Al bu boş kağıdı, soruları baştan çöz.” diyerek geri döndü. Ben zaten sınavlara son gece çalıştığımdan iki gün sonra bir şey hatırlamıyordum. Ta ki, bir sonraki sınava kadar… Bu olay olduğunda da zaten on – on beş gün geçmişti sınavın üzerinden. Aklımda kalanlarla çözdüm bir şeyler ama adamakıllı hiçbir şey hatırlamıyordum. Yeni notum hesaplandı; ilk notum 45 gibi bir şeydi, yenisinden de “37 aldın.”dedi bana. Hocam yapmayın, etmeyin dedik. Sonunda ilk notumu vermeye razı oldu. Ben de nasıl bir sevinçle çıktım kapıdan anlatamam.
GB: Aslında bol aktiviteli yıllar geçirmişsiniz. Yine de, Bilkentli günlerimde keşke şunu da yapsaydım dediğiniz bir şey var mı?
Bilgen: Bazı dersler için şansımı çok zorladım. Şimdi düşünüyorum da, onlara biraz daha erkenden çalışmaya başlasaydım keşke diyebilirim. Sonra, kitap okumayı çok severim. Keşke biraz daha kitap okusaydım diyorum. Ha bir de, Ankara’yı biraz daha gezseydim diyebilirim. Aslında çok uç yerlerine de gittiğim oldu. Kulüp işleri için çok gezdim ama Ankara ve çevresini daha yoğun gezebilirdim herhalde.
GB: En çok sevdiğiniz ders neydi?
Bilgen: Lineer programlama derslerini çok severdim. Notlarım çok çok da iyi değildi ama altındaki mantığı seviyordum.
GB: Sabahattin Bilgen ’in ileriye dönük hedeflerinde neler var?
Bilgen: Şöyle söyleyeyim: ben çok şey yapmak istiyorum; yaptığım işi daha da geliştirmek. İleride neredeyim dersen, şu anda mevcut olduğum ortamdan daha iyi bir yerde olmak istiyorum. İş manasında söylemiyorum bunu; ben bunu yaparım şeklinde de değil. Sadece, bulunduğum ortamda, yaptığımız işi daha iyi bir yere götürecek bir şeyler yapmak istiyorum. Bir de Bilkent’ten kalan bir alışkanlık var: mümkün olduğunca toplumsal duyarlılık çalışmalarına katılmak istiyorum. İş günleri pek mümkün olmuyor ancak daha aktif olacağımı umuyorum.
GB: Çok yoğun bir çalışma temposuna sahipsiniz. İşten çıktığınızda, size kalan özel yaşamınızdaki dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Bilgen: İzmirli olduğum için zaten bir arkadaş grubum vardı. Ayrıca burada da kendi jenerasyonumdan, hala burada çalışan ya da buradan ayrılan birçok arkadaşım var. Hal böyle olunca, iş yoğunluğundan kurtulmaya yönelik aktivitelerde zamanı paylaşabileceğim geniş bir arkadaş gubum var. Zaten İzmir de bu konuda bana yardımcı oluyor. Burada o kadar çok yapacak şey var ki. Hiçbir şey yapmasan, sahilde yürümek bile dinlendirebiliyor seni. Olabildiğince diğer arkadaşlarım ve ailemle zaman geçiriyorum. İşimi mümkün olduğunca iş yerinde bırakıyorum. Çünkü buradaki başarım da aslında kişisel yaşamımdaki başarıyla ilgili diye düşünüyorum. Dediğim gibi, basket takımındayım zaten ve antrenmanlar yapıyoruz. Özel maçlar yapıyoruz. Arada bir dalmaya gidiyorum.
GB: Bilkentli olmak ayrıcalık mı?
Bilgen: Ayrıcalık, evet. Etiketlerin insanın kendisinde var olan değerlere bir katkısı olmadığını düşünüyorum. Kimseyi küçümsediğimden, yadırgadığımdan değil ama; alakasız bir eğitime rağmen kendini çok iyi geliştirmiş insanlar olabilir. İş hayatı da aslında kendini geliştirmiş kişiler arıyor. Ancak Bilkent o anlamda kendi adıyla kapı açabilen, sırf bu yüzden tercih yapılmayı hak eden bir üniversite. Bunu yaşadığım için böyle söylüyorum. Çok basit bir örnek vereceğim: ehliyet kursundaki hocalar bile Bilkentli olduğunu öğrendiğinde sana başka bakıyor. Öyle olsun diye söylemiyorum ama öyle yani. Çok basit bir örnek olsun diye söyledim. İnsanların size yaklaşımları, bakış açıları değişik oluyor. Üniversite adını telaffuz ettiğin zaman görebiliyorsun zaten. Bilkent o etkiyi yaratabilmiş bir üniversite. Bu katkıyı sağlayanları tebrik etmek lazım; öğretim kadrosunu, emek verip okulun adını böylesine yükselten öğrencileri tebrik etmek lazım.
GB: Bilkent bu başarıyı nasıl sağlıyor sizce?
Bilgen: Genelde, Bilkent’in akademik yanı daha güçlü denir. Doğru da aslında ama eğer verilen eğitimden çıkarman gereken şeyleri toplayabilirsen başarılı olmamak için hiçbir neden kalmıyor. Tüm üniversitelerin, insanlara hayatlarında izlemeleri gereken yollara dair alternatifli yol haritaları verdiğini düşüyorum. Bilkent’in bize verdiği yol haritası ise tüm seçenekleriyle beraber çok belirgin. Kalın çizgilerle çizilmiş, her şeyin yerli yerinde olduğu bir harita. Çünkü Bilkent, neyi neden yaptığını bilen bir üniversite.
GB: İş hayatına giriş sürecinde Bilkentli olmanın size katkıları ne oldu?
Bilgen: Bir kere, Bilkent’teki mühendisliği bitirdiyseniz, hayattaki zorluklarla daha kolay başa çıkmayı öğreniyorsun, mezuniyetten sonraki bu yeni hayata daha kolay adapte oluyorsun. Hatta, Bilkent’teki o yoğunlukla cebelleştikten sonra şimdiki sorunlar daha kolay atlatılır gibime geliyor. Bunun da adı ‘kendine güven’ oluyor herhalde. İş hayatının zorluğu, derslerde gördüğün varsayımların gerçek hayatta var olmaması. Bilkent, onları bir sistematiğe oturtmayı, bir problemi çözüm yoluna sokarak, onlara gerektiğinde farklı bakış açılarıyla yaklaşmayı öğretiyor. Bu da kendine güvenini yaratıyor.
GB: Son olarak, kendi bölümünüzdeki ve diğer Bilkentli arkadaşlarımıza tavsiyeleriniz nelerdir?
Bilgen: Gerçekten sevdikleri işleri seçmeliler diye düşünüyorum. Çünkü çalışma saatleri, günün ortalama on saatini kaplıyor. Bu yüzden, mutlu olmadığın bir ortamda çalışırsan hayat senin için zindan olur. Bu, gününün geri kalanının da kötü geçmesine neden olur. Mezuniyete doğru iş başvuruları başlayacak. Başvuru yaparken, gerçekten ilgi duyduğunuzu düşündüğünüz seçimler yapın. Bilkent’in ve üniversite hayatının olabildiğince tadını çıkarın. Endüstri Mühendisliği’ndeki arkadaşlar zaten güzel bir seçim yapmışlar. İleride de mutlu olacaklarını umuyorum. Öncelikle hangi alanda ilerlemek istediğinizi belirleyip ona göre hareket edin. Bu kararı mezuniyet sonrasına bırakmamanızı tavsiye ederim. Evveliyatında, seçmeli derslerinizi de belirlediğiniz sektöre ya da akademik alana göre alın.
GB: Bize zaman ayırdığınız için teşekkürler Sabahattin Bey.
Bilgen: Ben teşekkür ederim.