Üniversitelere kayıtlar 7 Ağustos itibariyle son buldu. Ben de bu yazımda üniversiteler hakkında dikkatimi çeken ve merak ettiğim sorulara yanıt bulmak için yaptığım araştırmalardan ve istatistiklerden bahsetmek istedim.
Üniversiteler hakkındaki belli başlı istatistiklere geçmeden önce hemen hemen herkes tarafından fark edilen fakat sadece belirli çevrelerce dile getirilen ve çok da üzerinde durulmayan birkaç meseleye dikkat çekeceğim. Türkiye’de son 10 yılda üniversite sayısında büyük bir artış yaşandı ve özellikle özel üniversiteler bakımından bu artışın son birkaç yılda hızlandığını görmekteyiz. Özel üniversitelere ait reklamları televizyonlarda izledik, panolarda gördük. Reklamların içeriğini az çok biliyoruz. Öğrenciler güler yüzlü, çimlerde oturmuş muhabbet ediyor, kitap okuyorlar. Özellikle konunun uzmanları tarafından bu durum çok fazla eleştirilmektedir. Sağlam, güvenilir ve objektif bilgilerin olmadığı yerde öğrenciler ve veliler reklamlara bakarak tercih yapıyorlar. Halbuki tercih yapılırken üniversitelerdeki hoca sayısı, yayın sayısı, kütüphanelerindeki kitap sayısı, mezunlarının yüzde kaçının iş bulduğu ve hangi alanlarda çalıştığı gibi kriterler göz önünde bulundurularak değerlendirme yapılması daha sağlıklı olacaktır. Ne yazık ki ülkemizde üniversitelere ait bu veriler halkla paylaşılmamaktadır, bunun sorucunda ise öğrencilerin bir kısmı içi boş üniversite reklamlarıyla tercihlerini şekillendirmektedir.
Ülkemizde bazı üniversiteler “üniversite” değil de “yüksek dershane” veya “yüksek lise” şeklinde adlandırılabilecek kadar nitelik yoksunudurlar. Buradaki eleştirilerin odağı büyük ölçüde özel üniversiteler, ancak bu şekilde adlandırılabilecek devlet üniversitesi sayısı da az değil. Araştırma olanaklarından hem fiziki açıdan hem de insan gücü bakımından yoksun olan bu üniversitelerde en başta gelen problemler ise altyapının yeterli olmaması ve öğretim üyesi eksikliği.
Yükseköğretime ait bazı istatistikleri aşağıda maddeler halinde veriyorum. İstatistikler incelendiğinde ülkemizin yükseköğretim alanında çektiği sıkıntıların kaynakları açık bir şekilde gözlemlenebilecektir:
- Üniversite sayısının 200’ü bulduğu ülkemizde son 10 yılda öğrenci sayısı üç, öğretim üyesi sayısı ise iki kat artmıştır. YÖK’ün, “Türkiye Yükseköğretimi İçin Bir Yol Haritası” başlıklı raporuna göre, Türkiye’de 5,5 milyon üniversite öğrencisi, 141 bin de öğretim elemanı var.
- Öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı arttıkça nitelik azalmaktadır. Devlet üniversitelerinde öğretim elemanı başına 22 öğrenci; profesör, doçent ve yardımcı doçent gibi bir üniversitenin bel kemiğini oluşturan öğretim üyesi başına ise 51 öğrenci düşmektedir. Kimi üniversitelerde bu rakamlar iki kat artmaktadır. Dumlupınar Üniversitesi’nde öğretim üyesi başına 110, Kocaeli Üniversitesi’nde 101 öğrenci, Beykent Üniversitesi’nde ise 112 öğrenci düşmektedir. OECD ortalaması ise 16.
- Öğretim üyelerinin coğrafi olarak dağılımına baktığımızda öğretim üyelerinin yüzde 72’sinin Marmara, İç Anadolu ve Ege bölgelerinde öğrenim verdiklerini görmekteyiz. Güneydoğu’da çalışan profesörlerin sayısı, Türkiye’de çalışan profesör sayısının sadece yüzde 2,5’ini, Karadeniz’de çalışanlar ise yüzde 5,5’ini oluşturmaktadır. Türkiye’de pek çok üniversitede tek bir profesörün veya doçentin olmadığı bölümler var.
- Türkiye’nin öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı bakımından OECD ortalaması olan 16’ya ulaşabilmesi için, 20 bini doktoralı olmak üzere 45 bin öğretim elemanına ihtiyaç var. Her yıl yaklaşık 18 bin 500 öğretim elemanının sisteme dahil edilmesi gerekiyor. Türkiye’nin doktora mezunu sayısı da düşük. Türkiye yılda 4 bin 500 doktora mezunu verirken, ABD’de 61 bin, Rusya’da 27 bin, Almanya’da 25 bin, Japonya’da 17 bin doktora mezunu verilmektedir.
- DİSK Araştırma Enstitüsü’nün, TÜİK tarafından açıklanan İşgücü Anketi 2015 Şubat dönemi sonuçlarını değerlendirdiği raporuna göre; Türkiye’de 3 milyon 226 bin işsiz var. İşsizlik oranı yüzde 11,2. Bir yılda üniversiteli işsiz sayısı 169 bin artarak 657 bini buldu.
Ülkemizde yükseköğretim alanındaki problemler çok çeşitlidir ve birçok öneri sunulmaktadır. Her üniversitede her bölümün kurulmaması önerisi bunlardan birisidir. Üniversitelerin akademik zenginliklerine ve bölge ihtiyaçlarına göre belli konularda çalışma yapması ve o konuda uzmanlaşması önerisi bir diğeri. Bu önerileri göz önünde bulunduran eğitim politikaları sayesinde eldeki mevcut kaynaklarla daha nitelikli bir yükseköğretime kavuşmak daha mümkün görünüyor.
KAYNAKLAR
https://yolharitasi.yok.gov.tr/
http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hayat/26844164.asp