9 Aralık’ta Ankara Adliyesi’nde görülen mahkeme sonucunda Hopa Davası sanıklarının hepsi serbest kaldı. 6 aydır tutuklu olan 22 üniversite öğrencisinin yargılandığı bu davanın sonucu, aylardır davanın haksızlığını savunan birçok anne-baba, avukat, öğretmen, öğrencinin dayanışmasının başarısıdır. Ancak, bu dayanışmayla oluşan kamuoyu baskısının sayesinde edinilen kazanımın dışında, Hopa Davası’nın asla unutulmaması gereken tarafı demokrasi aşığı, darbe düşmanı AKP hükümetinin bu dava süresince gösterdiği gerçek yüzüdür.
Öncelikle davanın nasıl geliştiğini görmek için 31 Mayıs 2011 tarihine dönelim. Başbakan Erdoğan, seçim propagandası için Hopa’da. Bir tarafta, bölgede kurulması planlanan HES’lerin doğaya vereceği zararın farkında olan ve bunu “demokratik” hakkını kullanarak protesto etmek isteyen bir grup insan, diğer tarafta da hükümetin ordusu şeklinde hareket eden polisler… Sonrasında, protestocularla polis arasında çıkan arbedede bir polis memurunun yaralanması ve zaten bu yönde güdümlenmiş olan polisin yine orantısız güce başvurması. Sonuç: Biber gazından zehirlenerek kalp krizi geçiren emekli öğretmen Metin Lokumcu hayatını kaybetti.
Yaralanan polis memurunu hastanede ziyaret eden Başbakan, artık hayatta olmayan Metin Lokumcu ve diğer protestocular için “eşkıya” sıfatını kullandı. Aynı gün diğer illerde, Hopa’da yaşanan olayların ve Metin Lokumcu’nun öldürülmesinin protestoları başladı. Özellikle Ankara’da yapılan protestolarda yine, yeni ve yeniden polisin orantısız güç kullanımıyla karşılaşıldı. Halkevleri üyesi Dilşat Aktaş, panzerin üzerine çıktığı için polisler tarafından dövüldü, kalça kemiği kırıldı, 6 ay iş göremez raporu aldı, tedavi sürecinde geçirdiği operasyonlar sonucunda bir bacağı kısaldı ve şu an zorlukla yürüyebiliyor. (Yeri gelmişken ekleyelim, Dilşat Aktaş için de Başbakan Erdoğan, “Karı mıdır, kız mıdır bilemem!” cümlesini kullanmıştı).
Şimdi asıl meseleye gelelim. Protestolar sonucunda 28 kişi tutuklandı. 6’sının tutuksuz, geriye kalan 22 üniversite öğrencisinin de tutuklu yargılanmalarına karar verildi. 9 Aralık’ta görülen davada 22 üniversite öğrencisi “terör örgütü üyesi olmak” suçuyla yargılandılar. Davanın delillerine bakıldığında darbe dönemlerini hatırlamamak mümkün değil. Gerçekte var olmayan THKP-C adlı örgütün anma etkinliklerine katılmak, öğrencilerin evlerinde bulunan kitaplar, dayanışma için yollanan fotoğraflar hatta öğrencilerin birbirlerine taktığı lakaplar bile suç delilleri arasında. Sonuç olarak yasal siyasi örgütlerin terör örgütü olarak, protesto hakkının “terör örgütü propagandası yapmak olarak” gösterildiği bir dava iddianamesiyle 6 ay boyunca tutuklu yargılandı 22 üniversite öğrencisi.
Hopa Davası’nın, her fırsatta demokrasiden dem vuran AKP hükümeti döneminde yaşanması, trajikomik bir olay olmanın ötesinde dava sürecinin, hükümetin söylem ve icraat çelişkilerini açık bir biçimde ortaya koyması bakımından önem taşıyor. Söylemlerini ve vaatlerini “demokrasi” kavramı üzerine şekillendiren AKP, konu demokrasinin uygulanması gelince ne kadar taraflı davranabileceğini bu dava sürecinde gösterdi. Hopa Davası’yla beraber birçok aydın ve yazarın, sadece hükümete olan muhalif düşüncelerinden dolayı ve yine “sözde” delillerle, tutuklu olduğunu da düşününce AKP’nin “nevi şahsına münhasır” bir demokrasi biçimi yarattığı açıkça görülüyor. Yani Başbakan’ın kendi ağzıyla söylediği gibi “Ya taraf olursun ya bertaraf…” Öte yandan, seçim vaatlerinde darbecilerin yargılanacağını ısrarla vurgulayan, muhalefet partilerini darbe yanlısı olmakla suçlayan AKP hükümetinin, tutuklama ve yargılamalar konusunda 1970 ya da 1980 darbelerini aratmayan hukuksuzluklara imza atması, adeta bir darbe nostaljisi yaşattı hepimize. 70 ve 80’lerde insanlar evlerinde bulundurdukları kitaplar nedeniyle hapse atılıyorlardı, 2000’lerde de durum farklı değil. Hatta yaklaşık 10 yıldır aynı hükümetin yönetimi altında ve darbesiz yaşadığımız düşünülürse, durum daha vahim gibi gözüküyor.
Sonuç olarak, davanın görüldüğü gün bütün tutuklular beraat etti. Ancak yine de bu davanın haksızlığının farkında olanların içi rahat etmemeli, çünkü AKP açıkça “bana muhalefet etmediğin sürece demokratik haklarını kullanabilirsin” diyor. Bu durumun farkında olmayanlar ya da görmezden gelmeyi tercih edenler içinse, bu kadar yazı ve tartışmadan söylenecek söz yok.