Daha önce depremle kazanılan savaşlar, hatta depremle köklenen ve dünyaya hâkim olan imparatorluk gördünüz mü? Gördünüz tabii, atalarımızın dünyaya hükmettikleri ve Nizam-ı Âlem fikriyatında 6 asrı aşkın süre yaşattıkları Osmanlı İmparatorluğu… Bir önceki yazımızda gördüğümüz üzere Rumeli, Osmanlı’nın ana vatanı olarak anılıyor. Kimileri bunu Rumeli’ye yapılan sayısız eserle, kimi Rumeli ili olan Edirne’nin başkent yapılmasıyla, kimileri ise Rumeli kazasker ve beylerbeyinin Anadolu kazasker ve beylerbeyinden protokolde ve karar merciinde daha önde tutulmasıyla yorumlar. Peki 6 asrı aşkın süren bir hükümdarlığın ana vatanının alınmasında başrolün bir depreme ait olduğuna hanginiz inanırsınız? Gelin inceleyelim.
Hemen her kitapta Osmanlıların 1353’te Rumeli’ye geçtikleri yer alır. Ancak Türk ordusu sürekli Rumeli’ye geçmiş ve Bizans’la beraber birçok savaşa katılmıştır. Anadolu Türklerinin Rumeli’ye ilk geçişleri Anadolu Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keykavus zamanında olmuştur. Osmanlılar Rumeli’ye ilk kez Bizans iç isyanı sürecinde girmiş ve 8.000 kişilik Osmanlı ordusu isyanın bastırılmasına yardımcı olmuştur. Bunun ardından Orhan Gazi birçok kez denemiş olsa da Trakya’ya giren Türk birlikleri orada kalıcı zaferler kazanamamıştır. Türk orduları için 1353 tarihi de oldukça önemlidir, çünkü bu tarih büyük miktarda bir kuvvetle Rumeli’ye çıkışın başlangıcıdır.
Osmanlı kuvvetleri, 1344’te Kantakuzenos’un istediği yardımın ardından Bizans’ın iç savaşlarını engellemek ile Sırp ve Bulgarlara karşı Bizans’ı korumak amaçlarıyla Rumeli’ye geçtiler. Bu sistematik geçişler, Süleyman Paşa’nın Sırpları yendikten sonra üs olarak bıraktığı Çimpe ile sağlamlaştı. Bir köprü görevi gören Çimpe, Osmanlı ordularının fetihlere başlama noktası oldu ve Tekirdağ ve Gelibolu yönlerinde fetihler hız kazandı. Durdurulamayan Türk ilerleyişine Kantakuzenos’un maddi teklifleri set vuramayınca 1354’e kadar Osmanlı, Bolayır bölgesini işgal etti; ancak Gelibolu’da hakimiyetini kuramadı. Gelibolu’ya sallarla ve günün Osmanlı deniz kuvvetleri ile geçmek pek mümkün görünmüyordu, zira yarımadadan gelecek her türlü saldırıya karşı Osmanlı orduları su içerisinde çaresiz kalacaklardı.
Bu duruma çarelerin arandığı bir dönemde, 1 Mart gecesinde Rumeli’de bir deprem meydana geldi. Bu deprem neticesinde Gelibolu ve civarındaki diğer kaleler yıkıldı. Bu fırsatı değerlendirmeyi iyi bilen Orhan Gazi, bu bölgeleri ele geçirdi ve kaleleri tamir ettirerek Rumeli’deki kalıcılığı tescillemiş oldu. Bu kalıcılığı sağlamak adına Karesioğulları Beyliği’nden aşiretler bu bölgelere yerleştirilmiş ve Osmanlı iskân politikasının da temelleri burada atılmıştır. Ardından Türk askerî tarihinde gelenek olduğu üzere Cihad politikası izlenerek Anadolu Türkmen aşiretlerinin destekleri alınmış ve üç kola ayrılmış olan Osmanlı ordusu Orta Avrupa rotasında ilerlemeye başlamıştır.
Rumeli’ye çıkışları olaylı olan Türk ordusunun oraya yerleşmesi ve ilerleyen yıllarda oraya ana vatan statüsü kazandırarak 20. yüzyıla kadar elinde tutması, başarılı politikalar ve ileri görüşlülüğün mimarlığında ortaya çıktı. Peki bu politikalar nelerdi, bölgede nasıl bir iskân izlendi, Cihad politikası nasıl korundu ve hanedanın ortak politikası neydi?
Orhan Gazi’nin başarılı komutanları Evrenos ve Süleyman Paşalar Rumeli’de ilerlemeyi I. Murad’ın tahta çıkmasına kadar sürdürdüler. Ardından bu bayrak yarışını I. Murad ve Çandarlı Ali Paşa devraldı ve Sırbistan’a kadar fetihler sürdü. Halil İnalcık, Batılı kaynaklarda Türk ilerlemesinin Batı’ya askeri anlamda birçok yenilik getirdiğinin görüldüğünü yazdı. Osmanlı savaş taktikleri ve üç kollu saldırma mekanizmaları, bunlarla yeni tanışan Batılı birlikleri bozguna uğratmıştı. Ayrıca sipahi birliklerinden oluşan vur-kaç birlikleri Batı halklarının huzurunu kaçırmış, Şark ve İslam korkusunu Türk korkusuna çevirmişti. Bu vur-kaç birlikleri, bir elin parmaklarını geçmez sayıda sipahilerin şehrin farklı yerlerinde saldırılar ve olaylar yaratması ile saldırılacak şehirlerin iç güvenliğinin sağlanamamasına yol açmıştı. Ayrıca münferit yerlerden gelen yoğun saldırılar birlik hâlini almış Batı ordularının çabuk dağılmasını veya korkarak kaçmalarını sağlamıştı.
Böylesine durdurulamaz bir saldırıyı ortadan kaldırmak adına asırlar öncesinde denenen bir fikir akımı yaratıldı. Batılı devletler yeniden bir askerî birlik hâlinde Haçlı ordularını kurup önce Osmanlıları Rumeli’den atmayı ve ardından büyük hedef olan Kudüs’ü ele geçirmeyi amaçlamışlardı. Bu hedef doğrultusunda ilerleyen ordular I. Murad (Hüdavendigâr)’ın orduları ile I. Kosova Muharebesi’nde karşı karşıya geldiler. Rumeli ilerleyişinin en kanlı mücadelesi olan bu savaş, Osmanlı’nın asırlar boyu Rumeli’yi mesken tutabilmesine ve korunacak bir hakimiyet alanının temeline alınmasına yardımcı oldu. I. Kosova Muharebesi böylesine olumlu etkiler vermişken savaş sonrasında I. Murad, bir Sırp tarafından (Sırp kontunun damadı olduğu belirtilir.) hançerlenerek öldürülmüştür. Osmanlı hanedanındaki bu kaybın ardından yerine oğlu I. Bayezid (Yıldırım) geçmiş ve batıdaki ilerleyişi sürdürmüştür.
Bozguna uğratılan Batılı güçlerin karşısında yeni ve daha küçük zaferlerin kazanılması oldukça kolaydı, bu sayede Osmanlı batıda ilerlemeyi hız kesmeden sürdürebildi. Ancak doğuda beliren Timur tehdidi ve ardından Ankara Savaşı’nın yaşanması batıdaki ilerlemenin bir süre durmasına yol açtı. Fetret Devri’nin sonlarına kadar Osmanlı bu hakimiyet alanında ne kadar yönetimsiz kalsa da toprak kaybetmeyecek, ama ilerleyişini de erteleyecektir. I. Kosova Muharebesi ile teminat altına alınan bu vatan, Ankara Savaşı’nın ardından ikinci plana atılmış ama Fetret Devri’nde dahi herhangi bir isyan veya toprak kaybı görülmeyecek kadar hanedana bağlı kalarak ana vatan statüsü kazanmıştır.
Fetret Devri’nin lidersiz döneminde dahi Osmanlı’nın elinden çıkmayan Rumeli topraklarında bu başarının sağlanmasında Osmanlı’nın dini tahammül ve iskân politikaları başrolü oynamıştır. Fethedilen bölgelerdeki en büyük kilise camiye çevrilerek diğer kiliselere dokunulmamış, ama kiliselere bakım ve yenileme işlemi yapılması çok güç duruma getirilmiştir. Böylelikle hem Hristiyanlığın devlet topraklarında gelişmesi önlenmiş, hem de Hristiyan topluluğun Osmanlı topraklarında ikamet etmesine ve korunmasına izin verilmiştir.
Osmanlı fetihleri sonrasında kılıçtan ziyade istimalet (gönül çekme) ismi verilen uzlaştırıcı bir politika izlenmiştir. Osmanlı yönetimi, eski yönetimlerde görülen derebeylerinin son derece baskıcı uygulamalarına ve ağır vergilerin yol açtığı güvensizlik ortamına son vererek bu bölgelerde daha çok benimsenmiş ve 1789 Fransız İhtilali temelli milliyetçilik akımının ülke içerisinde yayılmasına kadar bu durum böyle devam etmiştir. Osmanlı idaresi gayrimüslimlere can ve mal güvenliği ile dinlerinde serbestlik tanımış ve eski feodal bağlılıklarından kurtarmış, Osmanlı idaresini kabul eden gayrimüslimler askerlik hizmeti yerine “cizye” vergisini ödedikleri takdirde hayatları, malları ve dinleri devletin teminatı altına alınmıştır. Bunun yanında Anadolu’dan ve Türklerin hakim olduğu diğer bölgelerden getirilen Türk aşiretlerin bu bölgelere yerleştirilmesiyle bölge halkının içerisinde Türklük kimliğinin korunması ve başta askerî faaliyetler olmak üzere her türlü yönetim manevrasında daha başarılı kararlar alınabilmesi sağlanmıştır. Bu iskân politikası ile Balkanların kozmopolit yapısına sadık ve kurucu millet olan Türk milleti dâhil edilerek bu bölgelerde hakimiyet uzun yıllar boyunca sürdürülmüştür.
https://www.youtube.com/watch?v=-YRk3KHKZPU
[box_light]Kaynakça[/box_light]
Atsız, Hüseyin Nihal. Osmanlı Tarihleri I. Ötüken Neşriyat, 2015.
İnalcık, Halil. Osmanlılar. Timaş Yayınları, 2010.