Dünya üzerinde Türkiye gibi bir örnek daha var mıdır bilmiyorum. Ancak bir özelliğimizin millet olarak bizi çok ön plana çıkardığını düşünüyorum. Belki de demokrasilerin halkın kendi kendini yönetmesi olarak tanımlanması Türkiye kadar hiçbir ülkede cuk diye yerine oturmuyor.
Nasıl mı? Yaklaşık 50 milyon seçmenin önüne son 10 yılda yerel seçimler hariç tam 7 kere sandık konuldu:
- 2007 genel seçimleri,
- 2007 referandumu,
- 2010 referandumu,
- 2011 genel seçimleri,
- 2014 cumhurbaşkanlığı seçimi,
- 7 Haziran 2015 genel seçimleri,
- 1 Kasım 2015 seçimleri
Bu sandıklardan çıkan sonuçlarla ortalama %70 katılımla Türk milleti desteklediği adaylara ve siyasi partilere kendisini yönetmesi için oy ve yetki verdi. Ancak ülkenin sorunlarının çözümü için yetki verdiği insanlar mevcut sorunları çözmek yerine daha önce örneğine rastlanmamış sorunlar çıkardı ve çözüm için adres olarak milleti gösterdi. Yani Türk milleti bu sorunları canı, kanı, malı pahasına çözerek kendi kendisini yönetti ve demokrasinin tanımını yaptı.
Türk Milleti’nin 2002’den beri yetki verdiği en son aday olduğu cumhurbaşkanlığı seçiminde tam tamına 21 milyon oy alan şimdiki cumhurbaşkanımızın “Ne istediniz de vermedik?” dediği bir cemaat yapılanması ortaya çıktı. AKP 2002’de iktidar olduğundan beri devleti yönetme gücünü bu cemaatle paylaşmayı seçmişti. Mecliste, bürokraside, diplomaside, akademide, askeriyede ve devlet için olmazsa olmaz olan bütün kurumlar milletimizin oy verdiği siyasi partiyle beraber bu cemaatin güç paylaşım sahası haline geldi. Türk milletinin vesayeti kırması için yetki verdiği siyasi iktidar bambaşka bir vesayet ortaya çıkarmıştı ve bundan bir an evvel kurtulunması gerekiyordu. Bu sorunu Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en karanlık gecesinde Türk milleti çözdü. 15 Temmuz gecesinde bir darbe ile gücü tek başına ele geçirmeye çalışan bu yapılanmaya Türk millleti direndi ve tam 248 şehit vererek darbeye boyun eğmedi ve bu vesayetin kırılmasına zemin hazırladı. Yeni bir darbe ihtimaline karşılık haftalarca meydanlarda nöbet tutan da yine Türk milleti olmuştu. Sorunu hükümet çıkarmıştı çözüm Türk milletindeydi.
Aynı siyasi iktidar dünya tarihinin en kanlı terör örgütüyle masaya oturmayı seçti. Türk milletinin terör sorununu çözmesi için yetki verdiği siyasiler terör örgütüyle pazarlık yapıyor, Oslo’da Dolmabahçe’de yapılan görüşmelerle terör örgütüne cesaret aşılıyordu. Terör örgütünün başını ezmesi gerekenler şehirlere yığılan bombalardan haberdar olduklarını ancak karışmadıklarını deklare ediyorlardı. Sonuç ağır oldu. Terör örgütü şehirlere inmiş ve kendisine sağlanan meşruiyetle seçimleri kazandığı belediyelerin desteğiyle şehirlerde adeta de facto bir özerklik kurmuştu. Bu sorunun çözümü de millete kalmıştı. Türk milletinin gencecik evlatları siyasi iktidarın hatalarıyla adeta peşkeş çekilmiş olan mevzileri tekrar kazanmak için yoğun bir mücadeleye giriştiler. Bölgedeki şehirlerin sakinleri de bedel ödedi, gencecik mehmetçikler ve polisler de. Çözüm onların aslanlar gibi verdikleri mücadeleyle gelmişti. Şehirlerdeki ve dağlardaki teröristler tek tek avlandı ve devletin tunç eli, teröristlerin kafasına yumruk olarak indirildi. Sorunu hükümet çıkarmıştı, çözüm Türk milletinin gencecik evlatlarıyla geldi.
15 yıldır Türkiye’yi tek başına yöneten siyasi parti ve onun kurucu genel başkanı ilk girdikleri seçimde ekonomik krizden bunalan milletin umudu olmuştu. 2001 yılındaki krizin etkilerinin bir an önce giderilmesini isteyen millet AKP’ye yetki verdi ve ekonomik sorunların çözülmesini, hayat pahalılığının giderilmesini istedi. Hükümetin yanlış ekonomik politikaları ve hatalı siyasi tercihleri sebebiyle ülkenin girdiği kaos ortamı, hayat pahalılığını zirveye taşıdı, benzin, dolar ve euro rekor üstüne rekor kırdı, psikolojik sınırlar defalarca kez aşıldı. Çözüm yine milletti. Türk ekonomisini yönetmesi beklenen insanlar millete dolar bozdurun çağrısıyla kapıda olan ekonomik krizi atlatmaya çalıştı ekonomi politikasındaki sıkıntılar milletin çabasıyla aşılmaya çalışıldı. Sorunu yine hükümet çıkarmıştı, ekonomide bile çözüm millette arandı.
Bu örnekleri çoğaltmak o kadar mümkün ki… Suriye hususunda hiçbir öngörüsü tutmayan hükümetimizin yaklaşık 4 milyon Suriyeli’ye ev sahipliği yapma görevini millete yüklemesinden tutun da işsizlik sorununun çözümü için cumhurbaşkanının işverenlere yaptığı seferberlik çağrısına kadar…
Sonuncusunu ve en önemlisinin konusu ise yaklaşmakta olan anayasa değişikliği referandumu. 2007’ye kadar Türk milletine çok da büyük bedeller ödetmemiş olan ve cumhurbaşkanlığının törensel ve simgesel konumunun korunmasıyla çift başlılık sorununun ortaya çıkmadığı parlamenter demokrasi sisteminde bizzat AKP tarafından ortaya çıkarılan sorunun çözümü yine millete bırakılacak. Daha doğrusu ortada devasa bir sorun varmış gibi gösterilerek halkın bunu sistem değişikliğiyle çözmesi beklenecek. Oysaki sorunun kaynağı da çözümü de gün gibi ortada. Cumhurbaşkanının yetkilerini beğenmeyenler onun sembolik konumuna saygı gösterip cumhurbaşkanı olmayacaklardı. Yahut cumhurbaşkanı olduysa bile anayasal çizgileri aşmayacaktı. Ama yok 2007’de tohumu ekilen 2014’ten beri de fiilen ortaya çıkan sorunun çözümü illa O’nun istediği gibi olacak, O illa başkan olacak. Yani hükümetin ve O’nun ortaya çıkardığı sorunun çözümü yine millette aranmış olacak.
Tabii ki bunca sorunun çözümü millete bırakılınca insanın aklına şu soru geliyor: Madem bütün sorunları biz çözecektik, sen o sarayı niye kendine yaptırdın?