Cumartesi akşamı Bilkent Konser Salonu iki seçkin Macar müzisyene ev sahipliği yaptı. Orkestra, ilk olarak akşamın ilk konuğu Zsolt Hamar şefliğinde Haydn’a ait “Askeri” adıyla da bilinen 100 numaralı senfoniyi çaldı. Salt çalgıya dayalı müziğin en opera gibi sözlü müzik türleri kadar etkileyici olabileceğini ortaya koyarak müzik tarihinin köşebaşındaki yerini sağlamlaştıran Joseph Haydn’ın sol majörde yazılmış olan bu eserinin “Askeri” adıyla anılmasının sebebi, eserin vurmalı çalgıların yoğun bir şekilde kullanılması, ve trampet temposunun son derece ön planda olmasıdır. Asıl enteresan olan ise, özellikle yoğun vurmalı çalgılar barındıran eserlerin on sekizinci yüzyılın sonlarında “Türk stili” olarak adlandırılıyor oluşudur.
Opera eleştirmeni Nicola Lischi tarafından “orkestra yazısının şeffaflığını yücelten şiirsel bir şef” sözleriyle onurlandırılan Zsolt Hamar, 2001 senesinden bu yana Macar Devlet Operası’nı da yönetiyor. Haydn’ın bu zorlu eserini ustalıkla yönlendirirken dahi salondaki dinleyici ile temasa geçebilmesi, olsa olsa hem anavatanı Macaristan, hem de halihazırda yaşadığı Avusturya’da “birinci sınıf bir şef” olarak anılan Hamar’ın profesyonelliğinin altını çiziyor olsa gerek. Müziğe altı yaşında piyano ile başlayan, on dört yaşında ise Budapeşte’deki Béla Bartók Konservatuvarına kompozisyon öğrencisi olarak kabul edilen kırk dokuz yaşındaki ünlü şef, bugün Portekiz, Japonya, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri gibi dünyanın birçok ülkesinde düzenli olarak sahnelere çıkıyor.
2009 yılından beri UNICEF iyi niyet elçisi olan Bilkent Senfoni Orkestrası’nın o akşam misafir ettiği ikinci Macar müzisyen ise Kristóf Baráti idi. Ülkesinin önde gelen viyolonistlerinden biri olarak anılan Baráti, salonu Mozart’ın ikinci keman konçertosu ile renklendirdi. Salzburglu ünlü bestecinin on dokuz yaşında yazdığı bu eserin öne çıkan en mühim unsuru, sahip olduğu ezgisel dehasıdır. Mozart’ın erken dönem eserlerinin genel geçer bir özelliği olan bu öge, sanatçının olgunluk yıllarında yerini yapısal derinlik arayışına bırakacaktır. Eserde bilhassa kemanın solo olarak icra edildiği kısımlarında mevcut olan yoğun dramatik ve romantik elementler, bestecinin genç karakterine işaret etmektedir.
Baráti’nin nüfuz edici keman yorumunun sahneyi büyüleyici bir şekilde esir alması; ve bu etkinin çok geçmeden salonun bütününe yayılması o akşamın en hatırlanası anları arasındaydı. Macar viyolonist, yalnızca Wolfgang Mozart’ın kağıt üstündeki notalarını hassas bir şekilde ses formuna dönüştürmekle kalmıyor, bütün vücuduyla dans edercesine eserin temposuna ayak uyduruyordu. Öyle ki, Hamar’ın görevini devralarak hareketli bedeniyle kimi zaman orkestraya kıvrak komutlar vermekten de geri kalmıyordu. Müzikle haşır neşir olan Budapeşteli bir aileden gelen 1979 doğumlu sanatçı hakkında geçtiğimiz yıl The Guardian’da yer alan bir yorum onun performansının tatlı sesli ve içten karakterinin altını çizmekteydi.
Verilen aranın ardından salona yeniden doluşan dinleyicileri bu defa Mozart’ın 40 numaralı senfonisi karşılayacaktı. Eserin özellikle ilk bölümü, bilumum telefon arama müziklerine ve okul zillerine konu olması nedeniyle, aşağı yukarı herkesin aşina olduğu bir melodiye sahiptir. Fakat eserin etkiledikleri yalnızca yukarıda sayılanlarla sınırlı değildir; Schubert bu senfoni için “onda meleklerin şarkı söylediklerini duyabiliriz,” demiş, Robert Schumann eserin zarafet ve hafifliğini övmüş, Ludwig van Beethoven ise bir piyano düzenlemesini bu eserden etkilenerek yazmıştır. Mozart’ın 40 numaralı senfonisi her ne kadar günümüzde soylu bir şarkı şeklinde sunulsa da, Mozart’ın kızının ölümünün ardından 1788’de kaleme aldığı bu eserin acı bir çığlık ifade ettiği bilinmektedir.
Umulur ki eserin bitiminde Bilkent Konser Salonu’nu dolduran alkışlar da Mozart’ın ve kızının aziz hatırasını yad etmiş olsun.