Bugün kaleme alacağım konu bizim alanımız olan bilim ve teknolojiden daha kapsamlı insani bir gerçeklik olsa da bu konuyu bilim tarihinden bir örnek ile daraltarak hem bizim alanımıza çekecek hem de bence dikkate alınması gereken anekdotlar ile daha anlaşılır hale getirmeye çalışacağım. Yaşadığımız bu zor zamanlarda bunalım kavramının insanları yeniden esir almaya başladığını gözlemliyorum. Sosyal medyayı biraz takip ettiğinizde karşılaştığınız tablo, hiç alışık olmadığı halde evlerine kapanmış insanlar, hastanelerde çok yüksek tempoda insanüstü bir çaba harcayan sağlık personelleri, her geçen gün daha kötüye giden ekonomik veriler oluyor. Zor zamanlardan geçtiğimiz çok açık ve sanıyorum hiç kimse bu günleri övgü ile anlatacak kadar radikal fikirlere sahip olamaz. Yine de bu bunalım durumu sonsuza kadar sürmeyecek ve tarihte hep gözlemlediğimiz gibi bir noktada kurtarıcılar ortaya çıkacak (muhtemelen Tıp ve Moleküler Biyoloji uzmanları). Öyleyse yaşadığımız kötü günleri kabullenip, daha sonrasında daha güzel bir dünya kurabileceğimizi ummak yapabileceğimiz en olumlu davranış olsa gerek. Bunu şu an yapmak kolay değil belki ama tarihten bunalımlar ve kurtarıcıların örneklerini verirsek belki umudumuz artar. Ben bu amaçla yazımda tarihte yaşanmış en büyük bilimsel bunalımlardan birini ve oradan çıkmamızı sağlayan kurtarıcıları anlatacağım.
Konuya doğruluğu fazlasıyla tartışmalı ama güzel bir giriş yapmamıza yardımcı olacak bir alıntı ile başlamak istiyorum. Kesin olmamakla birlikte İngiliz bilim insanı William Thomson (Lord Kelvin), 1900 tarihinde İngiliz Bilim Derneğinde (British Association for the Advancement of Science) yaptığı konuşmada, fizik biliminde keşfedilecek yeni bir şey kalmadığını, yapılacak çalışmaların sadece daha hassas ölçümler olduğunu söylediği iddia edilir. Bu söz her kime ait olursa olsun, gelecek ile ilgili yapılmış en yanlış tahminlerden birisidir muhtemelen. Şüphesiz 19. Yüzyıl fiziği Newton dinamikleri üzerinde inşa edilmiş, yeterince olgunlaşmış ve neredeyse her deneysel bulguyu açıklayabilen çok güçlü bir fizikti. Dönemin bilim insanlarına yıkılması çok zor bir özgüven veriyordu. Öyle ki, pek çok görüş fiziğin tamamlandığına ve bu fiziğin mutlak doğru olduğuna kanaat getiriyordu. Buna rağmen açıklanamamış 2 tane can sıkıcı konu vardı. Morötesi Felaketi (Ultraviolet Catastrophe) ve Esir (aether) problemi. Bu iki konunun detayına bu yazıda girmeyeceğim. Nitekim her ikisi de tek başlarına bir yazı konusu olabilecek genişlikteler.
20. yüzyıl, fizik alanında bu iki çözülmeyi bekleyen konu üzerine tartışmalarla başladı. Newton dinamikleri ne kadar çaba harcanırsa harcansın, ne kadar detaylı deneyler yapılırsa yapılsın, deneysel verileri açıklayamıyordu. Bu noktada, yeni bir fizik paradigması arayışı yavaş yavaş başlamıştı. Sağlam temellere oturan Newton mekaniğini bırakmak elbette kolay değildi ama yine de Kuantum fiziğine temel oluşturacak yeni fikirlerde önerilmeye başlamıştı. Herhangi bir kuantum fiziği tarihi anlatan kaynağa bakarsanız, muhtemelen kuramın Max Planck’ın morötesi felaketine getirdiği matematiksel çözümle başladığını görürsünüz. Bu başlangıç daha sonra Albert Einstein, Neils Bohr, Lois de Broglie gibi çok önemli bilim insanları tarafından da devam ettirilmişti. Yine de, eğer kuantum fiziğinin kurucu babaların Erwin Schrödinger, Werner Heisenberg ve Paul Dirac olduğunu iddia edersek, kimsenin karşı çıkacağını sanmıyorum. Yine de bu gelişim burada bir nefeste anlattığımız kadar kolay olmadı. Bu bilim insanları ciddi anlamda entelektüel bir bunalım sürecinden geçtiler. Bunalım dönemini yaşayıp, kurtarıcı oldular.
20. yüzyıl bilim insanları, doğa üzerine insanlık tarihinin en önemli ve ilginç fikirlerini ortaya attılar. Fakat bunu yaparken fazlasıyla zorlandıklarını söylemek zor değil. Örnek olarak Albert Einstein otobiyografisinde şunları yazmıştı: “Sanki toprak altımızdan çekilivermişçesine, görünürde üzerinde bir şeyler kurabileceğimiz hiç sağlam temel kalmamış gibiydi.” Heisenberg, Schrödinger ve Dirac henüz çalışmalarını olgunlaştırmadan önce, dönemin ünlü fizikçisi Wolfgang Pauli dostuna yazdığı bir mektupta şöyle demişti: “Şu sıra fizik yine korkunç bir kargaşa içerisinde. Her ne hal ise, bu durum benim için çok zor. Bazen keşke bir film oyuncusu ya da öyle bir şey olsaydım da fizik nedir hiç bilmeseydim diyorum.” Bu ifadelerin ilginç olduğunu düşünüyorsanız, bunu yazdıktan 5 ay sonra kaleme aldıklarına daha da şaşıracaksınız: “Heisenberg’in geliştirdiği mekanik türü bana yeniden umut ve yaşama zevki verdi. Bilmece tabii ki, henüz çözümlenmiş değil fakat ilerlemenin tekrar mümkün olduğuna artık inanıyorum.” Entelektüel bunalımın derinliği ve kurtarıcıların çalışmalarıyla gelen rahatlama Pauli’nin bu iki metninde gayet açık bir şekilde görülüyor.
İnsanlık tarihinde bu ve buna benzer pek çok farklı alanda, pek çok farklı zamanda bunalımlar yaşanmıştı. Şu an yaşadığımız bunalım sağlık kaynaklı olduğu için elbette yukarıda örneğini verdiğim entelektüel bunalımdan daha farklı ve daha önemli duruyor. Bir insanın hayatı, geliştirdiğimiz bütün fizik kuramlarından daha kıymetli. Yine de bir karşılaştırma yapmak gerekirse, o dönemin bunalımından çok özel bir kuram çıkmıştı. Şimdinin bunalımından da yeniden daha güzel bir dünya çıkması çok mu zor…
Kaynakça:
Bilimsel Devrimlerin Yapısı-Thomas S. Kuhn
Albert Einstein: Filozof Bilim Adamı-Otobiyografi
Dönüm Noktası, Yirminci Asırda Kuramsal Fizik: Wolfgang Pauli’nin Anısına Armağan-Ralp Kronig
https://en.wikiquote.org/wiki/Incorrect_predictions
Görsel Kaynakça:
https://tr.wikipedia.org/wiki/Paul_Dirac
https://tr.wikipedia.org/wiki/Erwin_Schr%C3%B6dinger
https://tr.wikipedia.org/wiki/Werner_Heisenberg
https://www.ensonhaber.com/biyografi/max-planck-kimdir-2013-02-21