Nobel ödülleri. Adına aşina olduğumuz bu ödüller her sene beş dalda (fizik, kimya, edebiyat, barış ve iktisadi bilimler) çalışmalarıyla öne çıkmış isimlere ithaf ediliyor. Özellikle Orhan Pamuk ve Aziz Sancar gibi isimler sayesinde milletçe bu ödüller ile bir tanışıklığımızın olduğunu düşünebiliriz. Ya da belki gazetelerde, televizyonlardaki haber programlarında yılın belli bir döneminde ödüllerin yeni sahiplerinin isimlerini okuyor, görüyor olabiliriz. Ancak tahmin de edilebileceği üzere Nobel ödülleri arkalarında uzun yılların fiziksel, mental, maddi ve manevi eforlarını, fedakârlıklarını barındırıyor. Bu yazıyı yazmamın arkasındaki temel itici güç – Nobel ekonomi ödülünün gündemde olması haricinde tabii ki – bu ödülleri iyi kötü bir şekilde duyuyor fakat hakkında herhangi bir detaylı bilgiye ulaşmak için genellikle ekstradan bir çaba göstermiyor oluşumuzdu. Bu yüzden hem gündeme sadık kalıp olana bitene farkındalığımızı artırmak hem de emeklerinin, çalışmalarının karşılığını bir ödülle taçlandırmış bu isimleri “ne düşünmüş bu insancıklar?” diyerek tanımak yerinde olacaktır diye düşünüyorum. Peki o zaman, “ne düşünmüş gerçekten bu insancıklar?”

Ekonominin diğer bilimlerden farklı olarak deneyler ile desteklenemediği ve belli başlı durum ve haller olmasına rağmen doğa bilimleri gibi herhangi bir şeyin tam olarak bilimsel bir kanıt ile ifade edilmesinin zorluğu birçok kez dile getiriliyor. Fakat durum Nobel 2019’u kazanan çalışma ve onun sahipleri için daha farklı gibi gözüküyor.

Öncelikle 2019 yılı Nobel ekonomi ödüllerinin sahipleri üç kişiden oluşmakta. Abhijit Banerjee, Esther Duflo ve Michael Kremer. Banerjee ve Duflo MIT’de, Kremer ise Harvard Üniversitesi’nde profesörler. Bu üç ismin çalışmalarının arkasındaki temel fikir ise yoksulluğun dizginlenmesi şeklinde açıklanabilir. Yaptıkları ise bu fikri deneysel bir yaklaşım ile somutlaştırmak. Bunu da öncelikli olarak yoksul ülkelerdeki ‘yoksul olma’ durumunu belirleyen en temel eğitim kalitesi ve çocuk sağlığı gibi sıkıntıları nelerin çözebileceğine dair kanıtlarla destekledikleri birtakım araştırmalar ve çalışmalar ile sağladılar. Fakirliğe karşı bir duruş geliştirmek, bunun sebeplerini araştırmak ve önlemek için uğraşmak elbette ki uzun zamandır birçok alandan birçok insanın üstüne düşündüğü bir husus. Fakat akademinin açıkladığı üzere Banerjee, Duflo ve Kremer’in çalışmaları bu noktada gerçek bir “saha çalışması” niteliğinde. Böylelikle de önceki, bir temele oturtulamamış ya da sürdürülebilirliği sağlanmamış, genellikle önyargılardan harekete geçmiş çalışmaların yanında çok daha somut ve gerçekçi kalıyor. Hatta çalışmalarının bir meyvesi olarak da Hindistan’da beş milyona yakın çocuğun yardımcı özel ders sayesinde eğitimlerinin sağlanmasına da akademi tarafından çalışmanın önemine vurgu yapılarak değinildi.

Soldan ikinci Banerjee, sağında Duflo.

Benerjee, Duflo ve Kremer adeta yoksulluk kavramını bir patolojik veya psikolojik bir durum misali deneysel ve gözlemsel bir araştırmaya tabi tuttu. Bu fikirleri yazıda daha önce de değindiğimiz üzere uzun bir sürece yayılıyordu. 1990’lı yıllarda Kremer’ın içinde bulunduğu bir araştırma grubu Kenya’da eğitimden mahrum kalmış çocuklar üzerine yaptıkları bir çalışmada bunun kaynak yetersizliğinin (kitap vs. gibi) eğitim seviyesindeki temel sorunu teşkil etmediğini ortaya koymuştu. O yıllardan gelen bu çalışma ve veriler üçlüye Nobel’i kazandıran çalışmaya büyük ışık tuttu. Böylece de özellikle Hindistan üzerinde odaklandıkları araştırmada eğitimdeki yetersizliğin “öğrenci ihtiyacına göre yeteri kadar iyi belirlenmemiş” eğitim yaklaşımlarından kaynaklandığını öne sürdüler ve bunun üzerine de başarısı düşük olan öğrenciler için tutulan özel hocalar ile büyük bir fark yaratılabildiğini gördüler.

Tabii ki bu fikirler hemen onay görmedi. Banerjee’nin açıkladığı üzere bu çalışma fazla bölgesel olduğu yönünde eleştirilmiş ve değersiz görülmüştü. Ama biraz sabır ve devamlılık ile araştırmanın kapsamı genişledi ve daha genellemeye uygun derecede somut veriler elde edildi. Bu veriler de kalkınma ve gelişme ekonomisi üzerinde yoksulluğun azaltılması noktasında bir bilimsel kanıt niteliğine gelerek büyük ses getirmeyi başardı.

Üçlünün çalışmaları elbette ki iktisatçılar arasında da yankı uyandırdı. Harvard’dan bir ekonomist Lawrence Katz, iktisat alanında deneysel ve gözlemsel yaklaşımın bir ilk olmadığını ancak bu çalışmanın iktisat dünyasındaki bu yaklaşımı güçlendirdiği ve bir gerçek-dünya anlayışı sağlaması açısından önemli olduğunu vurguladı. MIT’den sağlık ekonomisti Amy Finkelstein da üçlünün somut bir örnek ile alanda bir dönüşüm yarattığını belirtti.

Ödülün kazananlarından Duflo’ya göre ise bu başarı kişisel olmaktan daha da öteye gidiyor. Ekonomi dalında ödül kazanan ikinci kadın olan Duflo bu başarının başta alanındaki ve alanı dışındaki kadınlar için fazlasıyla önem arz ettiğine ve bilimsel araştırmalara hemcinslerini daha çok çekebileceğine inandığına değiniyor.

İlgilendiği konular ne olursa olsun, bilim belli başlı kurallar ve prosedürler etrafında yol kat etse de doğru bir stilde uygulanmış farklı yaklaşımlar her daim ufuk genişleten yenilikleri getirecektir. Bunu iktisat alanında özellikle de dünya vatandaşlarının zor koşullar altındaki mensuplarına el uzatır bir şekilde görmek fazlasıyla heyecan verici. Bu üçlüyü çalışmalarından ötürü tebrik ediyor ve hedefledikleri amaçlar doğrultusunda başarılarının devamını diliyoruz…

Bir nokta: Nobel ekonomi ya da “economic sciences” tabirinin tam çevirisi olan iktisadi bilimler dalı ödüllere sonradan (1969 yılında) dahil olmuştur. Dallar içinde Alfred Nobel tarafından bulunmayan tek dal olup ödüllere İsveç Ulusal Bankası tarafından dahil edilmiştir. Bu sebeple resmi adı “Sveriges Riksbank Prize” olarak geçmektedir.

Kaynakça:

https://www.nytimes.com/2019/10/14/business/nobel-economics.html

https://www.bbc.co.uk/newsround/50015972

 

Leave a Reply