Merhaba sevgili okurlarımız! GazeteBilkent ‘in Kültür-Sanat Birimi olarak başlattığımız yazı dizimizde her yaştan okurumuz için bu ay yepyeni bir içerik hazırladık. Bu ayki yazı dizimizin hangi konuda olacağını sizler belirlediniz ve yaptığımız anket sonucu en çok oy olan konu “En Ünlü Sanat Eserleri” oldu.

Bu ay, siz değerli okuyucularımız için sanat dünyasına damgasını vurmuş en çarpıcı eserleri derledik. Bu yazımızda; Bob Dylan’nın Blowin’ In The Wind, Caspar David Friedrich’in Bulutların Üzerinde Yolculuk, Johannes Vermeer’in Girl with a Pearl Earring (İnci Küpeli Kız), Caravaggio’nun Medusa, Leonardo Da Vinci’nin Salvator Mundi, Frida Kahlo’nun Self Portrait with Cropped Hair (Kesilmiş Saçlı Otoportre) ve Van Gogh’un “Self Portrait- Saint- Remy” (Otoportre) eserlerini ele aldık. İçeriğimizi iki bölüm olarak sizlerle paylaşacağız.

Defne Karakoç & Oktay Onbaşı

Blowin’ In The Wind

Blowin’ In The Wind, Nobel Ödüllü Bob Dylan’ın ikinci albümünden bir şarkı. Baktığınızda iki dakika kırk beş saniyeye sığıyor, ama anlamı, her sanat eserinin olduğu gibi boyutundan çok daha büyük…

Dylan şarkıda, insanların yıllardır cevaplarını aradığı sorulardan bahsediyor. “İnsan kaç kere kafasını başka yöne çevirip görmemiş gibi davranabilir?”, “İnsanların ağlamalarını duymak için birinin kaç kulağa ihtiyacı var?”, “Beyaz güvercinin kumda uyuyabilmesi için kaç deniz aşması gerekir?”“Sonsuza kadar yasaklanmaları için daha kaç tane güllenin uçması gerekir?” gibi bazıları kapalı anlamları olan, bazıları ise açık bir şekilde insanların her gün çevrelerinde yaşanan korkunç olayları nasıl görmezden geldiklerini, savaşların, kavgaların çözüm olmadığını ve herkesin bu soruları cevaplamayı nasıl reddettiğini anlatıyor.

Rüzgar hepimize ulaşır, hepimiz onu yüzümüzde, bedenimizde hissederiz. Bütün bu sözde cevaplanamayan soruların cevapları da aslında gözümüzün önünde, tabi biz onlara ulaşmak istersek. “Cevap, dostum, rüzgarla uçuyor” sözleriyle de bunları anlatıyor bize Dylan. Şarkının en vurucu sorularından biri olan “Daha kaç kişinin ölmesi gerek, o, yeterince insanın öldüğünü anlayana kadar?” dizelerinde ise, “o” sıfatıyla bahsettiği kişiyi, hatta kişileri, yani dünyada duyarsızlıkları yüzünden savaşlara sebep olan otorite sahiplerini eleştirdiğini söylemek mümkün. Artık aradıkları cevapların savaşlar olmadığını anlamaları için daha kaç kişinin acı çekmesi gerekiyor?

Ana fikrini bu şarkı ile dinleyicilerine ulaştırıyor Dylan.
İlk bakışta sanat eseri olarak görmediğimiz şarkılara farklı açılardan bakıldığında karşılaştıklarımız, aslında oldukça düşündürücü ve derin değil mi sizce de? Tam da bir sanat eserinin olması gerektiği gibi… Bob Dylan’ın birçok şarkısı gibi Blowin’ in the Wind da kuşkusuz bir sanat eseri.
Söyledikleriyle, söylemedikleriyle, söyleyemedikleri ve söylemek istedikleriyle…

Bir insanın gökyüzünü gerçekten görmesi için, gerçekten, ne kadar süre yukarı bakması gerek?

Bulutların Üzerinde Yolculuk, 1818 (Caspar David Friedrich)

Toprak Fırat

Bulutların Üzerinde Yolculuk

Romantik dönem, gerek hikayeleriyle, gerek şiirleriyle, diğer akımlara göre çok farklıdır. Endüstri devrimi gibi, dünyanın düzenini tamamen değiştiren, doğallığı, saflığı ve duyguları, fabrikalaşmaya, robotlaşmaya, totalitarizme bırakmaya karşı bir başkaldırıdır. Hızlanmaya başlamış hayatı yavaşlatmayı öğütler, fabrika dumanları arasından gözüken, bir tutam kalmış yeşilliği seyretmemizi, gezmemizi, insan olmamız gerektiğini bize hatırlatır. Romantizm, tüm sanat akımları arasından en inatçı olanıdır.

Realizm, modernizm, natüralizm gibi akımlar, değişimi kabul etmiş ve ona bir bakıma yenik düşmüşlerdir. Romantikler değişime boyun eğmezler ve eleştirirler, ancak dizginlenemeyen bu canavarın gücü karşısında çoğu
çaresizce yaşamadıkları bir geçmişe, nostaljik bir özlem duymak zorunda kalırlar. Klasik döneme de imreniyor olmaları bu yüzdendir. Romantik dönem, olağandan, düzenden kaçıştır. İnsanın, kendini bulması, yolculuğa çıkmasıdır. Bulutların Üzerinde Yolculuk gibi.

Tablodaki figürün kıyafetleri, gerek takımı, gerek bastonu, onun proletaryan değil, aristokrat biri olduğunu gösteriyor. Proletaryan birinin, doğanın içinde, ufku izlemesi pek etkileyici olmazdı; çünkü proletarya, o zamanlarda zaten taşrada yaşamak ile ilişkilendirilirdi. Ancak endüstriyelleşmenin ilerlediği toplumlarda, aristokrat insanların, içki, yemek, para gibi dünyevi zevkleri terk edip, doğayla karışması, kendiyle yalnız kalması, normlardan farklıdır.

Figür, modernleşmekte olan toplumdan kaçmış, gezmiş ve kaybettiği tanrıları aramak adına Olimpos dağının zirvesine tırmanmış, lakin bulamamış. Eğer tanrıları orada olsaydı, dayanak olarak da bastona ihtiyacı olmazdı. Bu özellikleri, bu tabloyu, romantik akımı en iyi betimleyen tablo yapıyor, kendi fikrimce. Hızlıca modernleşmekte olan Dünya’dan bir kaçamak ve klasisizme bir göz kırpış.

Melankolinin ve belirsizliğin en başarılı resimlerinden biri de böylece, Bulutların Üzerine Yolculuk oluyor kendi fikrimce.

İnci Küpeli Kız, 1665 (Johannes Vermeer)

Rüveyda Akdoğan & Sudenur Soysal

Girl with a Pearl Earring

(İnci Küpeli Kız)

Hollandalı bir ressam olan Johannes Vermeer, kendi ülkesinin resimde altın çağı olan 17. yüzyılda yer alan en ünlü isimlerden birisi. İnce detaylarıyla tablolarını bezeyen ressamın aslında sadece 35 resmi vardır. Bunların ise 17 tanesini kadın portreleri oluşturur. İçlerinde adını sıkça duyduğumuz
“İnci Küpeli Kız” da bulunur. Vermeer’in en ünlü eseri olan bu tablo aynı zamanda “Kuzeydeki Mona Lisa” olarak da biliniyor.

İnci Küpeli Kız’ın, Mona Lisa tablosuna benzetilmesinin tek sebebi ikisininin de bir kadın portresi olması değil. Yazarların ve tabloların barındırdığı gizem ve üzerlerine kurulan teoriler onları resimle ilgilenmeyen insanlar için bile oldukça ilgi çekici kılıyor. İnci küpeli kız acaba kimdi? Tam o anda bir şeyler mi söyleyecekti yoksa biraz şaşkın mıydı? Tabloyla ilgili bu gizemi çözmek ve bu soruları cevaplandırmak için birkaç ay önce Hollanda’daki bir müzede araştırma ekibi bile oluşturuldu.

İnci küpeli Kız ile ilgili neredeyse hiçbir şey bilinmemesine rağmen zamanla hakkında türlü türlü hikayeler uydurulmuş. İnsan hayal gücü kızın bakışlarından, dudaklarının biraz aralık olmasından, çiziliş biçiminden aslında her türlü detayından romantik bir öykü çıkarabilmiş. Üstüne kitap yazılmış, film çekilmiş.Eserdeki kızın ressam Vermeer’in gizli aşkı olduğunu düşünenler bile var. Fakat işin aslı, kızın gerçek bir insan olup olmadığı bile bilinmiyor. Vermeer’in gerçeği yansıtan diğer eserlerinden yola çıkılarak bu eserdeki kızın da Vermeer’in hayatından biri olduğu düşünülüyor. Tabii bu düşünce de hala bir tahmin olarak kalmaya devam ediyor, kısacası yorum tabloyu görenlere kalmış. Hayat elverseydi de sanatçısından gerçek hikayeyi duyabilseydik. Şu anda ise romantik hayal gücünden çıkan hikayelerle yetinmek durumundayız. Bu nedenle de oldukça ucu açık yorumlarla dolu bir eser olarak kalmaya devam ediyor.

İnci Küpeli Kız ile dokunulması gereken önemli bir nokta da tekniğinde yatıyor. Vermeer’in diğer tablolarında da görülen ancak bu tablosunda daha da belirgin olan kendine özgü bir ışıklandırma tekniği var. Işıklandırmayı, pastel renklerinin arasına küçük beyaz noktalar ile yapmıştır ve böylece çok yumuşak geçişler elde etmiştir. Renkleriyle beraber ışıklandırması da tabloyu izleyenlerin huzurla kaplanmasının sebeplerindendir.

Medusa, 1597 (Michelangelo Merisi da Caravaggio)

Anıl Tahmisoğlu & Şevval Türkileri

Medusa

Bahtsız Medusa’nın hikayesini az çok biliriz. Yunan mitolojisinde gördüğümüz kadınlar arasında belki de en güzeli Medusa, Gorgonlar adı verilen üç kız kardeş arasında tek ölümlü olanıdır. Kendini tanrılara adamış ve Athena’nın tapınağında yaşamaya başlamış olmasına rağmen Poseidon’un kendisine duyduğu ilgi, Medusa’nın Athena’nın gazabına uğramasına sebep olur. Saçları yılana dönüşmüş, bakışları ise değdiği her insanı öldürür olmuştur. Ne var ki Athena hıncını alamaz, ünlü Yunan kahramanı Perseus’tan Medusa’yı öldürmesini ister. Perseus, Medusa’nın ölümcül bakışlarına yakalanmamak için Athena’dan aldığı parlak kalkanı kullanır ve Medusa’yı kalkandan görerek onu öldürür.

Mitolojik konuların sıklıkla işlendiği ve duygu yüklü eserlerin öne çıktığı barok dönemin önde gelen ressamlarından Caravaggio’nun 1598 yılında yaptığı bu tablo efsanenin tam da bu noktasını anlatır bize. Dışbükey bir plakaya yapılmış olan resim bir kalkan havasını vermekte oldukça  başarılıdır ve biz bu resimde Medusa’nın kafasının bedeninden ayrıldığı anı görürüz. Medusa’nın bakışlarından artık korkmamıza gerek yoktur, çünkü o bakışlar korku ve şaşkınlık doludur. Biz ona bakarken Medusa ölmüştür, belki de bu noktada tabloya bakan kişiyi Medusa yapmak istemiştir Caravaggio. 

Uffizi galerisinde görülebilecek olan bu eserde asıl “büyük” ve görkemli taraf resmedilen anın ve duygunun yoğunluğu ve dehşetin boyutudur. Caravaggio’nun bu eseri belki de dehşet duygusunu yansıtan en başarılı işlerden biridir. Korkutucu olsan asıl noktayı gözlere ve yüz ifadesine çekerek aslında resmin asıl amacının bakanlara da aynı duyguları yaşatabilmek olduğu görülür. Bir başka dikkat çekici özelliği ise Caravaggio’nun kendi yüzünü Medusa için model olarak kullanmasıdır. Böylelikle Caravaggio hem Medusa olup kendi kesik kafasını kalkanda görür, hem de o gözlere kalkandan baktığı için ölümcül bakışlardan
kurtulur.

Öfkesi ve şiddete eğilimli ruh haliyle meşhur olan, hatta bir cinayet işlemiş olan Caravaggio burada kendisini kurbanın yerine koyar. Belki de resimde gördüğümüz dehşet anı ressamın kendine ait bir anıdan ibarettir. Kendisinde veya kurbanında gördüğü bir şeyi anlatmak istemiştir.

Kaynakça

Kapak resmi- Pinterest

Leave a Reply