İsrail-Filistin İlişkilerine Tarihsel Bir Bakış

7 Ekim 2023 tarihinde, 17 yıldır Gazze’yi kontrol eden terör örgütü Hamas’ın İsrail’e roketler atıp, Gazze Şeridi boyunca şehirlere hücum etmesi dünyadaki mevcut dengeyi bir kere daha bozdu. Bu saldırıların ardından ise İsrail’in 75 yıllık devlet tarihi boyunca görülmüş en totalitaryen hükümeti kuruldu ve Hamas’a resmî olarak savaş açıldı. ABD, Birleşik Krallık, Fransa, Avustralya gibi ülkeler başta olmak üzere ve İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen’in açıklamasına göre toplam 84 ülke İsrail’e destek belirtti. Bu savaşın gelecekte bize neler getireceğini veya bizden neler götüreceğini elbette şu anlık bilemeyiz fakat yine de Filistin-İsrail bölgesindeki bu gerilim ve savaşların tarihini inceleyebiliriz.

Tarih boyunca Yahudiler konar göçer bir topluluk olmak durumunda kalmıştır. Bunun sayısız sebebi vardır ancak en belirgin olanı tarihin hiçbir döneminde sekteye uğramamış olan anti-semitizm olarak değerlendirilebilir. Şu anda İsrail-Filistin olarak bilinen bölge Yahudilerin uzun yıllardır vaat edilmiş topraklar olarak gördükleri bölgedir. Eski Ahit’in Genesis kitabının 15:18 kısmında der ki: “O gün Rab, İbrahim’le bir antlaşma yaptı ve şöyle dedi: ‘Mısır Vadisinden büyük ırmağa, Fırat Nehri’ne kadar olan bu toprakları, Kenitlerin, Kenizzilerin, Kadmonitlerin, Hititlerin, Perizzilerin ülkesini senin soyuna veriyorum.’” Tanrının onlara bir vaati olarak görülen bu söz ise o bölgenin bin yıllarca kaderi olmuştur. İbrahimoğullarının dini kitaplarda iddia edildiği üzere Mısır’da bir soykırım tehlikesinden kaçması üzerine Yahudiler bahsi geçen topraklara yerleşebildi. Ancak yerleştikten sonra bütün sorunları kaybolmadı tam aksine var olan sorunlar daha da arttı. Sonraki yüzyıllar boyunca önce Babil İmparatoru II.Nebukadnezar’ın Süleyman Mabedi’ni yıktırmasıyla başlayan Yahudi karşıtlığı sonraki yüzyıllarda Asurlardan Seleukos İmparatorluğu’na, Seleukoslardan Roma İmparatorluğu’na ve oradan da Orta Çağ’a kadar devam etti. Halife Ömer’in 638’de Filistin’i fethetmesi ile bazı kaynaklara göre 300.000 ila 400.000, diğer kaynaklara göre ise 150.000 ile 200.000 arasında olan Yahudi popülasyonu yüzyıllardır ilk kez dinlerini özgürce yaşama hakkına ulaştı ancak bu hakları Emeviler döneminde çokça alındı ve Yahudiler başka bölgelere göç etti. Yavuz Sultan Selim yaklaşık 900 yıl sonra Filistin’i fethettiğinde Yahudi popülasyonu sadece 5.000 idi.

Şimdi dikkatimizi daha modern bir tarihe verebiliriz. Takvimler 9 Kasım 1917’yi gösterdiğinde Büyük Britanya Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, o zamanlar hâlâ Osmanlı bölgesi olan Filistin’de Yahudiler için vatana destek mesajlı bir bildirge yayımladı. Sykes-Picot Antlaşması’na göre de Orta Doğu İngiliz ve Fransızlar arasında paylaşılınca Filistin İngilizlere kaldı. Yahudiler halihazırda 1880’den beri yavaş yavaş Filistin’den toprak almaya başlamıştı ki İngilizlerin resmi olarak orada hüküm kurması ve Filistinlilere yüksek emlak vergileri uygulamaları Yahudiler için çok daha avantajlı oldu. 1933 yılında Filistin topraklarının yaklaşık %3 gibi bir oranını elinde bulunduran Yahudiler yıl 1945 olduğunda bunu 5,67’ye, 1948 yılında ise yaklaşık %7’ye çıkarmış olacaklardı.

1945’e gelindiğinde ise İngiltere, Yahudiler ile yavaş yavaş papaz olmaya başlamıştı ve kendilerinin başlattığı bu Yahudi göçünü kontrol edemez hale gelmişlerdi. Yine 1945’te Yahudi mültecileri taşıyan bir gemi Filistin’e doğru gelirken İngiliz kuvvetleri geminin yanaşmasına engel olduğunda Yahudiler ve İngilizler arasındaki gerilim zirve noktasına ulaştı. Bu anlaşmazlığa ise süper güç statüsüne yeni ulaşmış olan ABD sorunları çözmek vesilesiyle el attı ve 1947’de Birleşmiş Milletler’de Filistin’in bölünüp bir Arap ve bir Yahudi devleti kurulmasını önerdi. Önerge kabul edildi ve Yahudilere Filistin topraklarının yarısı teorik olarak verildi ancak bu sırada Yahudiler Filistin popülasyonunun yarısından daha azına sahipti. Bölgedeki Yahudiler ve Araplar çatışmalara girdi ve 14 Mayıs 1948’e gelindiğinde Yahudiler kendilerine Birleşmiş Milletler oylamasında verilen sınırlara ulaştılar. Ardından David Ben-Gurion İsrail Devletini resmi olarak kurulmuş ilan etti.

Yeni devletin ilanını takiben, Nakba faciası olarak bilinen ve yaklaşık 700.000 Filistinlinin yurtlarını terk etmek ve komşu Arap ülkelere sığınmak durumunda kalmasına sebep olan insanlık dramları gerçekleşmiştir. Aynı zamanda ise Arap ülkeleri ve İran’dan 300.000 kadar Yahudi mülteci de Nakba Günü’nde boşaltılan arazilere yerleşmiştir. 15 Mayıs sadece büyük bir insanlık dramına sahne almakla kalmamıştır. Aynı gün içerisinde Suriye, Ürdün, Mısır ve Lübnan İsrail sınırlarına asker sokmuş ve ülkeyi dört bir taraftan işgal etmişlerdir. Savaş 3 ayrı safhaya bölünüp 1 yıla yakın sürmüş ve İsrail tarafında net 6.373 kayıp varken Arap ordularının yaklaşık 7.000, Filistinli Arapların ise 7.000 ile 13.000 arası kaybı olmuştur. Savaş bir İsrail zaferi sayılmıştır ancak antlaşmalar sonucu İsrail, Kudüs’ü Ürdün devleti ile paylaşmak zorunda kalmıştır.

Tabii ki bu savaş bölgedeki gerilimi bitirmemiş, tam aksine fazlasıyla artırmıştır. Savaştan sonra Filistinli direniş örgütleri biraz daha gerilla taktiklerini kullanıma sokmuştur. Meydan muharebelerine girmek yerine İsrail sınırlarındaki birkaç şehre zamandan zamana hücum edip saldırılar gerçekleştirmişlerdir. Bu Fedai hareketi 1956’daki İsrail’in de dahil olduğu Süveyş Krizi Savaşı ile sekteye uğrayıp daha sonradan tamamen bitmiştir.

Filistin Kurtuluş Örgütü ve Yasser Arafat

Yasser Arafat 1929’da Kahire’de doğmuştur. Çocukluğu Mısır’da geçip daha sonra Kudüs’e 4 yıllığına amcasının yanına gitmiştir. Daha sonra tekrar babasının yanına Kahire’ye dönüp Filistin’e hem Yahudilere hem de İngilizlere karşı kullanılması için silah kaçırmaya başlamıştır. Hayatı boyunca Filistin özgürlüğünü savunan Arafat, 1958’de El-Fetih denilen örgütü kurmuştur. Örgüt aracılığıyla Filistin’e yeraltı marketlerin sağladığı imkanlarla silahlar sağlamıştır. Ünü artmaya başlayan Arafat birkaç ortak örgüt ile birlikte 1964 yılında Filistin Kurtuluş Örgütünü kurmuştur, bu örgüt günümüzde hâlâ Filistin’in resmi temsilcisidir. 1969’da ise örgütün içindeki en belirgin cephe El-Fetih’den olduğu için örgütün lideri seçilmiştir. Örgüt faaliyetlerini bir yandan devam ettirirken merkezini “Yıpratma Savaşı” olarak bilinen Mısır, Suriye’nin de dahil olduğu savaşa bir cephe olarak girmiştir. Bu savaş sonucunda İsrail, FKÖ’nün Ürdün’deki üssüne birtakım saldırılarda bulununca Kral Hüseyin, ülkesinin egemenliğine bir saldırı olarak gördüğü bu olay sonucunda buna sebep veren FKÖ’yü ülkeden sürmüştür. Sürgün sonucunda Arafat, FKÖ’yü Lübnan’a taşıma kararı aldı. Sonraki 10 yıl boyunca FKÖ terör olarak nitelendirilebilecek saldırılar düzenlemiştir ve bu saldırılarda hedeflerin çoğu siviller olmuştur. Arafat bu terör saldırıları yerine daha diplomatik çözümlerin bulunabileceği kanısındaydı ancak ileriye sürdüğü plana kendi örgütü dahil FKÖ’nün içinde bulunan diğer örgütler katılmadığı için diplomatik çözümler ertelendi.

1982 yılında Shlomo Argov adındaki yüksek rütbeli bir İsrailli diplomata yapılan suikast girişimi, İsrail’in Lübnan’da bulunan FKÖ’ye savaş açarak Lübnan’a girmesine sebep oldu. Lübnan’daki Hristiyan militalar ile birlikte hareket eden İsrail birlikleri ve onlarla çatışan FKÖ bölgede yıllar sürecek bir iç savaşa sebep vermiştir. Lübnan’dan da kaçmak durumunda olan FKÖ, Tunus’a yerleşmiştir ve burada diğer ülkelerdeki verdikleri zararı veya topladıkları dikkati çekmekte başarısız olmuşlardır. Yıl 1993’e varıldığında Yasser Arafat, savaşın sonunun gelmeyeceğini fark etti ve masaya oturmak istedi. Dönemin İsrail başbakanı Yithzak Rabin ile Oslo’da gizli görüşmeler başladı. Bu görüşmelerin sonucunda ise iki sonuca varıldı: Filistin, İsrail’in varlığını ve var olma hakkını resmi olarak tanıyacak, diğeri de İsrail’in Filistin Milli Yönetimini tanıyıp orada bir özerk devlet kurulmasına izin verilecekti. Bu antlaşmalar iki taraf için de bir süreliğine işe yarar gibi oldu ve hatta Yasser Arafat, Yitzhak Rabin ve İsrail ana muhalefet lideri Shimon Peres 1994 Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldüler.

Ancak tabii ki gerginlikler burada son bulmadı çünkü Filistin’deki şu anki terör eylemlerinin sorumlusu Hamas Gazze’de 2006 yerel seçimlerini kazanmıştı. Batılı devletler buna asla kayıtısız kalamazdı, aksi takdirde Orta Doğu’daki barış mümessilleri pozisyonlarını da kaybetmeleri gerekirdi. El-Fetih’e yapılan baskılar sonucunda Hamas ile El-Fetih arasında birtakım agresif çatışmalar gerçekleşti. 2011 yılına kadar devam eden bu çatışmalar hiçbir zaman kesinliğe ulaşamadı ancak kesinlikle sayısız can aldı. Filistinlilerin kendi davasında bu kadar çatışma içerisinde olması da kesinlikle İsrail’in kurduğu apartheid rejimini çok daha kolaylaştırdı. 2014’te El-Fetih ile Hamas koalisyon hükümeti kurdu ancak bu koalisyonda da her zaman fikir ayrılıkları oluştu ve an itibariyle Filistin’in büyük kısmını El-Fetih partisi yönetirken Gazze şehrini de Hamas yönetiyor.

Savaşlarda taraf seçmek zor bir yükümlülüktür. Argümanları ne olursa olsun iki tarafın da kendince sebepleri onlara bir casus belli yani savaş sebebi sunar. Filistin-İsrail çatışması ve iki taraftan da sayısız sivilin ölümlerinin tarihin hangi döneminde son bulacağını ancak yine tarih gösterir. İnsanlık tarihinin her döneminde topraklara atfedilen fazla değer sebebiyle sayısız can ölüme mahkum oldu ve sayısız can hayatlarının bir hapishaneye dönüştüğüne şahit oldu. Bütün bu meseleler hiçbir savaşla çözülemez ve tarih bunun en büyük kanıtıdır. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ise der ki; “Mutlaka şu ve bu sebepler için, milleti savaşa sürüklemek taraftan değilim.” ve ekler;

“YURTTA SULH, CİHANDA SULH”

Kaynakça:

Bachi, Roberto. THE POPULATION OF ISRAEL. Jerusalem: S.T.I. — Scientific Translations International Ltd., 1974. <https://www.forgottenbooks.com/en/readbook/CatalogueoftheMediciArchivesConsistingofRareAutographLettersRecordsandDocuments1_10256368>.

Chaigne-Oudin, Anne-Lucie. Organisation de Libération de la Palestine (OLP). 09 03 2010. 11 10 2023. Grainger, John D. The Battle for Palestine. Woodbridge: The Boydell Press, 2006.

Leave a Reply