Bundan 13 yıl önce, yerli dizilerin 90 dakikalik haftalık limitine yetişebilmek için uzun saatler çalışmak zorunda kalan oyuncular ve emekçiler, ‘Yerli Dizi Yersiz Uzun’ sloganıyla çalışma şartlarını ve Türk dizisinin geldiği durumu protesto etmişlerdi. Çoğu sanatçı ve yönetmenin dijitale geçmesiyle kendileri için bu problemi def etmiş olmaları, kablolu televizyonlarda yayınlanan dizilerin akıbetini değiştirmedi, hatta daha kötü etkilediği bile söylenebilir.

Dijitale ve kısa sürelere geçiş dönemi de elbette yerli dizi için kolay olmamıştı. 2015’te Ulan İstanbul’un öncülüğünü çekmeye çalıştığı televizyondan dijitale geçiş hüsranla sonuçlanmış, bölüm başı ücretlendirme rağbet görmemişti. 2017’de BluTV ve puhutv’nin orijinal yapımlarıyla ancak başlatabildiği dijital kültürünü, 2018’de Netflix, 2021’de ise Exxen izledi. Bize kıyasla, Netflix ABD’de ilk orijinal yapımını 2013’te seyirciyle buluşturmuştu ve kaldı ki televizyon ve dijital dizilerin yapımı konusunda bütçe ve reyting dışında bir fark yoktu. Diziler, bizdeki haftalık üretim fabrikalarının aksine, öncesinden çekiliyor ve uzun bir hazırlık aşamasından geçtikten sonra piyasaya sürülüyordu. Bizde ise bu, ancak dijital sayesinde mümkün olabildi.

Fakat dijitalin doğuşu, televizyon dizilerinin kaderini, en azından iyi yönde, değiştiremedi. Sürelerin uzunluğundan, yapımın kalitesizliğinden, klişelerin düzenli kullanılmasından yakınan oyuncu ve seyirciler dijitale kayarken; bu durumların hiç birini problem etmeyen ve reyting cihazlarıyla geçinip giden TOTAL seyirci, yerli dizinin aynı zincirleri yüklenerek devam etmesine sebebiyet verdi. Rekabet tamamen ortadan kalkmış oldu: dijital seyircisi televizyonu, televizyon izleyicisi ise dijitali sevemedi.

Bu durum televizyon dizilerinin hedef kitlesini de değiştirdi haliyle. Önceden ortaya karışık, her kesime hitap edebilen içerikler üretebilmek gayesiyle haftalık programlarını özenle hazırlayan kanallar ve farklı projelere yatırım yapan yapımcıların artık tek bir formatta ilerlemesi yeterli: kışın acıklı, yazın aşıklı. Bu formatın birazcık dışına çıkan, yaratıcı bir şeyler katan yapımlar ya reyting kurbanı oluyor ya da bir noktadan sonra klişelere kayıyor. Bunun fikrimce belli başlı bazı sebepleri daha var.

Reklam gelirleri yerine yurtdışı pazarında satış yapabilmek her zamankinden daha önemli hale geldi. Biz seneler boyunca nasıl bol entrikalı ve ağlamalı Hint dizilerini ithal ettiysek, Batı da bizden bir nebze kendisine yabancı, dolayısıyla olağan hayatından uzaklaşıp kafa dağıtmak için ideal olan dram dizilerimizi satın alıyor. Yurtdışındaki yüksek bütçeli, bol ekipmanlı, güçlü senaryolu kreatif yapımlarla yarışamayacağımız için de bu yoldan gitmek en mantıklısı gibi görünüyor. Zira tek avantajımız, onlardan daha iyi yansıtabildiğimiz “hüzün” duygusu.

Fikrimce bir başka sebep ise 2017’de evlenme programlarına gelen RTÜK yasağı sebebiyle günlük program ihtiyacının Müge Anlı tipi program yapımcılığı ile kapatılmış olması. Günlük rutini içerisinde halihazırda birçok “gerçek” acıya ve entrikaya maruz kalan seyirci, bu döngünün sona ermesini ve yapay mutluluklara kavuşmayı tercih etmiyor. Bunun yerine dram döngüsünün devam etmesi, kendi içinde bulunduğu duruma şükredebilmek ve kendisi dışındaki biri için üzülebilmek açısından Türk insanının da işine geliyor. Gülseren Budayıcıoğlu’nun marka haline gelmiş dizilerinin pek çok yapımı yayından kaldırmasının sebebi de bu. Giderek zayıflayan sosyoekonomik statü, kültürel faaliyetlere erişim imkanının azalması ve tabii ki yapımcıların televizyon dizilerine yaklaşımının değişmesi de bunun başlıca etmenlerinden.

Böyle bir atmosferde yaratıcı bir içerik üretmek, normun dışına çıkmak isteyen bir senaristin veya yönetmenin dijitale yönelmesi kaçınılmaz. Dolayısıyla döngü devam ediyor, herkes kendi sosyokültürel kulvarında içerik tüketiyor. Görünüşte bunda hiçbir sorun yok, herkes ‘ya şu kitle izlemezse ve reyting düşerse’ kaygısından bir nebze daha kurtulmuş durumda. Fakat sanatla halkın arası açılıyor, yozlaşmış toplum için hazırlanan diziler yozlaşmaya önayak oluyor. Klasik üzüntü ögelerine alışmış ve sıkılmış halk, daha vahşi olay örgülerini tercih ediyor. Bu da ataerkinin elini kolunu bağladığı kadınları, ezilmiş işçileri, sefalete sürüklenen halkı durumunu kabul ve şükre zorluyor. Oysa televizyon sanatla halkın en güçlü bağlantısı olabilir, belki de bir şeylerin farkına varmasını sağlayabilirdi. Her ev tarafından ulaşılabilir olan bu kültürel aktivite, toplumu da bir nebze mahrum kaldığı refaha ulaştırabilirdi. Bu döngü nasıl kırılır bilinmez, tek temennim kanalların ve yapımcıların dizileri de bir “sanat” medyumu olarak görerek gelir kaygılarını arka plana atabilmeleri.

KAYNAKÇA

Kılınç, Mehmet Kadir. “Türk Dizisi İhracatında Bu Yılki Hedef 600 Milyon Dolar.” Anadolu Ajansı, 17 Ekim. 2022, www.aa.com.tr/tr/ekonomi/turk-dizisi-ihracatinda-bu-yilki-hedef-600-milyon-dolar/2713349.

“Senaristler Tepkili: ‘Yerli Dizi Yersiz Uzun’.” Agos, 7 Nisan. 2017, www.agos.com.tr/tr/yazi/18192/senaristler-tepkili-yerli-dizi-yersiz-uzun.

Söğüt, Fatih. Söğüt, “DİZİLERİN YENİ MECRASI OLARAK İNTERNET: TELEVİZYON DİZİLERİ İLE İNTERNET DİZİLERİ ARASINDA KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ.” 2020.

Leave a Reply