Bugün ortalama bir sanatsever tarafından “Çığlık” adlı eseri ile bilinen ve gelmiş geçmiş en önemli ressamlardan biri olarak görülen Edvard Munch’ın hayatı da eserleri gibi olumsuz duygularla doludur. Pek çok büyük sanatçı gibi Edvard Munch da zorlu bir ailede büyümüş, hayatında onu vazgeçme uçurumuna iten pek çok travma yaşamış ancak yine de başarılı olabilmiştir.
12 Aralık 1863 tarihinde Norveç’in Loten kasabasında dünyaya gelen Edvard Munch, henüz daha 5 yaşındayken tüberküloz nedeniyle annesi kaybeder. 14 yaşına geldiğinde ise aynı acıyı bu sefer ablası Sophie’nin ölümü ile yaşayacaktır. Bu iki trajik ölümün ardından Munch ailesi bir daha eskisi gibi olamaz. Yaşadıkları kayıpların ardından Much’ın babası Christian psikolojik problemler yaşamaya ve sürekli sinir krizi geçirmeye başlar.
Hayatının bu dönemi belki de Much’ın gelecek çoğu eseri üzerinde derin izler bırakacak ve uzun süre eserlerin hiç “gülmemesine” neden olacaktır. Bu etkinin en net şekilde gözlemlendiği eserler ressamın ilk gençlik dönemine tekabül eden 1886 yılındaki “Hasta Çocuk”, 1893 yılındaki “Hasta Odasında Ölüm” ve 1899 yılında tamamladığı ve yazarın olgunluk dönemi tarzına daha yakın olan “Ölü Anne ve Çocuk” isimli resimleridir. “Ölü Anne ve Çocuk” isimli eserinde ellerini başının iki yanında almış olan çocuk figürü ile ressamın en ünlü eseri olan “Çığlık” arasındaki benzerlik dikkate değerdir. Her iki eser de onları görenlerde ressamın içindeki haykırışı oldukça huzursuzluk verici bir yolla gösterir.
Bunlar dışında Munch’ın yukarıda sayılan eserlerine yakın tarihli başka eserlerinde de ölüm (Ölü Yatağı – 1895), hasta görünümlü bir genç kız ve onun yanında muhtemelen annesi olan bir kadın (Bahar – 1889) gibi ögelere rastlanır.
1879 yılında babasının isteği üzerine mühendislik eğitimi almaya başlayan Munch, sanata olan tutkusu nedeniyle eğitimini yarıda bırakarak dönemin ressamlarını daha yakından takip edebilmek için Fransa’ya gitti. Bu dönemde ders aldığı ressamların eserlerinin “yarısı tamamlanmış eskizlere” veya “rastgele renk lekelerine” benzediği gibi acımasız eleştirileriyle karşılaşsa da sanattan kopmadı ve tarzını bozmadı. Bu süreçte izlenimcileri, art-izlenimcileri ve sembolistleri takip etti. Daha sonra Norveç’e dönerek ilk sergisini açtı.
Munch’ı döneminin tanınan ressamları arasına sokan ise 1889 yılında Berlin’deki bir sergi için hazırladığı ve Melankoli, Kaygı ve en önemlisi “Çığlık” gibi eserlerini (veya bunların erken versiyonlarını) içeren “Hayat Frizi” serisiydi.
Munch’ı ünlü eden “Hayat Frizi” serisindeki neredeyse her eseri dikkate değerdir. Zira ressamın içinde bulunduğu ruh halini, her biri eşsiz bir şekilde yansıttığı gibi olumlu duygulardan da oldukça uzaklardır.
Melankoli adlı eserinde bir kıyıda düşüncelere dalmış yalnız bir adam görülür. Her ne kadar ressama fiziken benzemese de bu adam daha sonraları kendini Oslo’nun dışarısındaki evine kapatarak toplumdan izole bir yaşam süren, hiç evlenmeyen ve resimlerini çocukları olarak çağıran Edvard Munch’ın kendisinden başkası değildir.
Ressamın bu serideki “Kaygı” adlı eseri ise fırçanın kullanım biçimi, renk ve yansıttığı duygular açısından ünlü “Çığlık” ile oldukça benzerdir. Resimde gördüğümüz onlarca insanın yüzündeki ifadesizlik ve birbirlerine karşı olan soğuklukları belki de ressamın kalabalıklar içindeki ruh halini yansıtır bizlere.
Munch’ın tüm bu eserleri hakkında bilgi sahibi olduktan sonra günümüzün “Mona Lisa’sı” olarak nitelendirilen “Çığlık” daha iyi anlaşılabilir. Munch eseriyle ilgili ilhamını günlüğünde şöyle ifade etmiştir:
Yolda iki arkadaşımla yürüyordum, güneş batıyordu, aniden gökyüzü kan kırmızısına döndü. Durdum, bitkin hissettim ve çite yaslandım, mavi-siyah fiyordun ve şehrin üzerinde kan ve ateşten diller vardı. Arkadaşlarım yürüdüler bense endişeden titreyerek orada kalakaldım ve doğanın içinden sonsuz bir çığlık geçtiğini hissettim.
Pek çok eleştirmence eser, duyarsızlaşma-derealizasyon sendromu yaşayan bir kişinin kendisini sürekli kapana kısılmış ve kendisi dışındaki her şeyden soyutlanmış hissetmesi halinde yaşadığı dehşet hissiyle eşleştirilmiştir.
Daha sonraları Munch içinde bulunduğu sonsuz çaresizlik ve endişe halinin kendisi için gerekli olduğunu, bunlar olmadan kendini dümensiz bir gemi gibi hissedeceğini belirtmiştir. Ressam; acılarının, benliğinin ve sanatının bir parçası olduğunu; bunlar kendisinden alınırsa sanatının da yok olacağından endişelendiğini ifade ederek ruh hali ve dışavurumcu eserleri arasındaki bağlantıyı kendisi göstermiştir.
Munch Berlin’de onu ünlü eden bu sergide yaptığı satışlarla maddi durumunu düzeltse de 1900’lü yılların başında bu sefer de alkol problemi ve halüsinasyonlarla mücadele etmesi gerekecekti. Bu amaçla bir süre bir klinikte kalan Munch, taburcu olduktan sonra Norveç Kraliyet Nişanı ile ödüllendirildi. 1917’de Ekely’de bir ev aldı ve ölene kadar yalnız bir yaşam sürdü. 1944’te 80 yaşında öldüğünde, evinde kilitli kapılar ardında 1.008 resim, 4.443 çizim ve 15.391 baskıdan oluşan bir koleksiyonun yanı sıra çok sayıda farklı türde sanat eseri bulundu.
Kaynakça:
Lubow, Arthur (March 2006). “Edvard Munch: Beyond The Scream”. Smithsonian. Smithsonian Institution. Retrieved 20 April 2023. https://www.smithsonianmag.com/arts-culture/edvard-munch-beyond-the-scream-111810150/
https://www.wikiwand.com/en/The_Scream#Sources_of_inspiration
Simeon, Daphne; Abugel, Jeffrey (2006). Feeling Unreal: Depersonalization Disorder and the Loss of the Self. New York: Oxford University Press. p. 127. ISBN 0-19-517022-9.
https://www.biography.com/artists/edvard-munch
listelist.com: https://listelist.com/edvard-munch-kimdir/.