Felsefe Taşı ve Ölümsüzlük İksiri – Paulo Coelho: Simyacı

“Bütün hayatının, gördüğü öğrenimlerin bir tek amacı vardı: Evrenin konuştuğu biricik gerçek dili bulmak.”

Kalbim sıkışıyordu. Ne yaptığımdan emin değildim. Yaptıklarımın kısa sürede karşılığını görmek için sabırsızlanıyordum. Olmuyordu… Öyle anlar geliyordu ki zorlanıyorum demeye dilim varmıyordu. Kelimeleri, hissimin derinliğini yansıtamayacakları için küçümser olmuştum. Kütüphaneden çıkıp kendimi dışarı attığımda içli ağlamalarıma hakim olamamıştım. Ruhuma işlemeye çalıştığım “Hayat güzeldir ve bu gerçek, zorluk ve sancılardan doğar” düşüncesi silikleşmeye başlamıştı. Yüreğim, kuvvetle inandıklarımdan uzaklaşıyor olduğum hissiyle acıyordu. Simyacı ile henüz tanışmıştım. Birkaç sayfalık bir dostluğumuz vardı ancak bana simgelerin önemini kavramamda yardımcı olmaya yetmişti. Bu yola saf bir niyetle başlamıştım ve yalnızca, niyetimdeki temizliği korumaya çalıştığım gerçeği bana güven veriyordu. “Bu dünya, yaptıklarımızın yankılanıp bize döneceği bir dağdır” diyordu Mevlana. Haliyle beni devam etmeye teşvik edecek bir simgeye ihtiyaç duyuyordum. İçgüdülerim Evrenin Ruhu’nun bana, biz insanların idrakına hitap eden bir aracı ile ulaşacağını söylüyordu ancak ben ağlamaya devam ediyordum. Güzeller güzeli bir arkadaşım geliverdi yanıma. Bu anın biraz öncesine kadar içinden çıkamayacağımı düşündüğüm karanlık ruh halim yerini değerli bir huzura bırakmaya başlamıştı. Değerliydi, çünkü sancıdan doğuyordu. Hayatımın sayılı anlarında yaşamıştım bu hissi. Muhabbetimiz bana kısa sürede elde etmek istediklerimi, edemememe minnettar olabileceğim hissini dahi vermişti. Uzun süreçli kazanımlarım için gerekli olan belki de bazı insan yapımı değerlere yüce anlamlar yüklememekti. Zihnimin geri planında beni bekleyen peş peşe sınavlarım, aldığım notlar ve arkadaşcığım yürüyorduk. O akşam; korkan yüreğim sakinliği tatmaya başlamıştı ve ben ona daha sadık bir dost olabileceğim gücünü kendimde bulabilmeye başlamıştım. Mevlana “Her şey üstüne gelip seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde sakın vazgeçme çünkü orası gidişatın değişeceği yerdir” diyordu. Simyacı ekliyordu: “Evrenin Ruhu, düşümüzü gerçekleştirmemizin yanı sıra, ona doğru ilerlerken aldığımız dersleri iyice öğrenmemizi ister. Ama insanların çoğunluğu işte bu anda vazgeçerler”. Umudumu yitirdiğimden eminken o gün, hayal edemeyeceğim bir huzurla sonlandı. Sonraki günlerde yüreğim vazgeçmeme hissini tatmaya başlamıştı. Ruhum ise gidişatın değişeceği ümidinden besleniyordu.

Sayfalar ilerledikçe Simyacı’ya olan bağlılığım ve minnetim artıyordu. Yaşadıklarım ve hissettiklerim onu daha yürekten anlamamda bana yardımcı oluyordu sanki. Bir gencin hazinesine ulaşmaya çalışırken deneyimlediklerinden ve öğrenmesi gerekenlerden bahsediyordu kitap. Kişisel Menkıbe olarak ele alıyordu bu hazineyi. Her bireyin bir hazinesinin olduğunu ancak onun idrakine bile varmadan yaşayan sayısız insan olduğu gerçeğinin altını çiziyordu. Hazineyi aramak yolculuğuna adım atabilmek başlı başına bir şanstı fikrimce. Acıları yok değildi.

“Bir şeyi gerçekten istediğin zaman, arzunu gerçekleştirmeni sağlamak için bütün evren iş birliği yapar.”

Genç yolculuk yapmalıydı. Koyunlarından ayrılarak başlamıştı bu yolculuğa. Ona ait olanlardan, alışılmıştan, fedakarlık etmek yolculuğunun ilk adımıydı. Kendini rahat hissettiği bölgeden çıkmak zorunda kalmıştı. Yaşadığım zorluklara minnet mi duymalıydım? Beni arayışımda kalmayı yeğlediğim rahat bölgeden çıkarmaya mı yelteniyorlardı?

Genç hazinesine giden yolda gereksinim duyacağından çok çalışmış, para kazanmıştı ancak kazandığı para kendisine eşlik etmemişti. O ise arayışına devam edebilmişti. Yolculuğuma devam edebilmek için insan yapımı değerlere yüce anlamlar yüklememeli miydim sahiden?

Çöldeki yolculuğu başlamıştı gencin. Uçsuz bucaksız, bilinmezlerle dolu, yoksunluğun tecessümü… Bir Simyacı ile tanışmıştı. Felsefe Taşı ve Ölümsüzlük İksiri’ni öğrenmişti. Ufak bir miktarı ile tüm madenleri altına dönüştürebileceği düşünülen taş… “Sabır, bir çobanın öğrendiği ilk erdemdir” deniyordu. Her birimizin hazinesini arayış yolculuğunda ihtiyaç duyacağı bir Felsefe Taşı mı vardı? Yolculuklar bize kalıcı erdemleri cömertçe mi bahşediyordu? Çöl bilinmezlerle doluydu. Geleceği puslu, geçmişi ise silikti. Genç yoruluyordu, sona yakın hissettiği anlar oluyordu ancak tüm bu sancılar ona Felsefe Taşı’nın bir parçasını armağan ediyordu. Çok istemeli, yolculuğuna devam etmeli ve sabretmeliydi.  Yolculuğunun er ya da geç meyvesi olacaktı.

 “Belki de Tanrı, çölü, insanlar hurma ağaçlarını görünce sevinsinler diye yarattı.”

Yüreğini tanımalıydı genç ve onun çırpınışına kulak vermeliydi. O, Evrenin Ruhu’nu içinde taşıyordu ve bu sebeple ölümsüzdü. Ölümsüzlük İksiri’ni arınmış yüreğimizle hemhal olduğumuzda mı elde edecektik? Onu bulmak kolay olmayacaktı. Arayış devam etmeliydi. Başarısızlığa uğramak cesareti gerekiyordu.

“Cesaret, Evrenin Dili’ni arayan bir kimse için en büyük erdemdir.”

Genç âşık olmuştu. Hazinesini arama yolculuğuna devam etmesi gerekiyordu. Simyacı, bu aşkın Kişisel Menkıbesi’ne erişmesine engel olacaksa gerçek aşk olamayacağını belirtiyordu. Yüreğindeki acı ile yolculuğuna devam etmek zorunda kalmıştı. Yüreği acıyorsa hala canlı demekti! Çöl gence sahiplik duygusu gerektirmeyen aşkı açıklayacaktı. Yoksunluğun muazzam öğretisi ile karşılaşmıştı genç. Asıl hazinesine ulaşması için yüreğindeki acıyla konuşabilmesi gerekiyordu. Evrenin Dili ona yüreği aracılığıyla ulaşacaktı. Aidiyet duygusundan feda ederek başladığı yolculuğu yine aynı koşulla devam ediyordu. Aidiyet bizi durağanlaştırıyor muydu? Evrene, onun ruhuna sürekli bir evrim hükmediyordu. Durağan kalmak şartlara aykırı gözüküyordu. O halde, yolculuk bizim hazinemize giden yolda olmazsa olmazımızdı ve değişim kutsaldı.

Gencin deneyimlediği süreçlerde, hayatıma atıfta bulunduğunu hissettiğim enstantanelere rastlıyordum. Ruhumda ve yüreğimde bir arayış başlamıştı. Öğrenmeyi, Evrenin Dili’ne kulak verebilmeyi arzuluyordum. Hazinemiz belki oldukça yakınımızdaydı ancak yol almamız, evrilmemiz, Evrenin Ruhu’nda gerçekten kaybolmamız gerekiyordu…

Yazımı sonlandırırken beni bu yazıyı yazmaya teşvik eden bir cümleye değinmek istiyorum: “Sanki her şey bir Yüce El tarafından yazılmış gibi, bir kervanın gereksinim duyduğu şey ötekinde bulunuyordu”. Benim yolculuğumdaki vazgeçiş anım ve dayanılmazımda ihtiyacım olan arkadaşımda vardı ve devam edebilme takati bulabilmiştim. Umarım ben de sizin kalplerinize dokunabilmişimdir…

Her gün yaşamak ya da ölmek içindi deniyordu kitapta. Öyleyse Ölümsüzlük İksiri’miz ve Felsefe Taşı’mız için sabırla yaşamaya devam etmeliydik; yorulacağımız ve bedeller ödeyeceğimiz bilincinin cesaretiyle! Bir şeyi gerçekten istemeliydik…

“Yeryüzünde her insanın kendisini bekleyen bir hazinesi vardır.”

Kaynakça

Paulo Coelho, “Simyacı”.

Leave a Reply