Geleneksel zekâ oyunlarından hangilerine, ne kadar aşinayız? Tavlanın adını duymayanımız ya da -en kötü ihtimalle- dizilerdeki malikânelerin bahçelerindeki devasa satranç takımlarını görmeyenimiz yoktur sanırım. Peki ya “mangala” denince aklımıza ne geliyor? Mangalla ilgili bir terim olduğunu düşünenlere peşinen “maalesef” cevabını verdikten sonra gönül rahatlığıyla diyebiliriz ki mangala da bu tür bir oyun, hatta kökü çok eskiye dayanan ve -bir iddiaya göre- satrancın da atası olan, zamanında çok da rağbet görmüş bir eğlence aracı. Ve şimdi, belki de geçmişteki ününü yeniden kazanma yolunda.
Televizyon, bilgisayar ve belki de akıllı telefon çağında geri planda kalmış gibi görünseler de, geleneksel zekâ oyunlarının tarih boyunca sosyal hayatın içinde oldukça önemli birer yer tuttukları su götürmez bir gerçek. Özellikle Doğu kaynaklı olmak üzere; tavla, satranç, dama, go, domino gibi kimi bir diğerinden türetilmiş sayısız oyun, hem toplumsal hayata renk katan ve insanları bir araya getiren birer meşgale hem de strateji oluşturma, karar verme, sabretme, öngörme gibi hayati yeteneklerin geliştirilme imkânı bulduğu birer eğitici eğlencelik işlevi görmüş.
Mangala (ya da Orta Asya’daki yaygın adıyla Kumalak) da, temel birkaç kuralının verdiği sadelik ve doğada kolayca bulunabilecek malzemelerle oynananabilmesinin sağladığı rahatlık sayesinde (ufak çukurlar kazacak kadar toprak ve sayısınca taş bile bu anlamda yeterli, zaten çoban icadı olduğu söyleniyor) , Saka, Hun ve Göktürk dönemlerinde de görülmek üzere, özellikle Osmanlı Devleti zamanında 7’den 70’e herkesçe çok sevilmiş. “Muhteşem Yüzyıl” dizisinde Kanuni Sultan Süleyman’ın da zaman zaman oynadığı bu oyun, bu yıl Panama’da gerçekleşen “Survivor” adlı yarışma programında, tropik ada koşullarında bile oynandı. Oyunun, yakın zamana kadar Anadolu’da farklı isimlerle oynandığı bilinen bir gerçek; şimdilerde geleneksel haliyle oynamayı hatırlayabilenler ise 60-70 yaşlarında, genellikle kırsal kesimde yaşayan vatandaşlarımız. Bununla birlikte; oyunu, kuzenimin 10 yaşındaki oğluyla oynayabiliyor olmam 7’den 70’e tabirinin öylesine kullanılmadığını gösteriyor.
Türk Dünyası coğrafyası dışında Hindistan, Çin, İran gibi kadim doğu toplumlarında da benzer şekilleriyle oynanan bu iki kişilik oyunda amaç, oyun sonunda kişinin “hazinesi”nde en çok taşı biriktirmesi. Her oyuncunun 6’şar “kuyu”ya (çukur/hane) sahip olduğu standart düzende her kuyuda 4’er taş yer alır ve toplamda 48 taş kullanılır. Taşlar bir kuyudan diğerine doğrusal bir düzlemde sırayla dağıtılır, yalnızca Türk Mangalası’na mahsus olmak üzere, taş alınan kuyuya da bir taş geri bırakılabilir. Bu dağıtma işlemine; Çin gibi yerleşik tarım toplumlarında “tohum saçma”, Türkler gibi göçebe kökenli toplumlarda “asker sevkiyatı” gibi anlamlar yüklenmesi, basit bir oyunun bile kültürel kodları taşıyan önemli bir gösterge olabileceğinin açık bir kanıtı sayılabilir.
Mangala’nın yeniden kazanmaya başladığı üne gelecek olursak; Serdar Asaf ve Serkan Aziz Ceyhan adlı iki kardeşin İstanbul tarihiyle ilgili yaptıkları bir araştırma sırasında bazı minyatürlerde oyunun görseline rastlaması bir başlangıç noktası olmuş. 12 kuyu/48 taş şekliyle standartlaşan oyunun seri üretimine başlanmasıyla MEB tarafından tavsiye edilmesi ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca desteklenmesi ise, yeniden canlandırılma ve yaygınlık kazanma adına atılmış önemli adımlar. Şimdilerde üniversitelerde kurulan kulüpler, okullarda düzenlenen turnuvalar, fuarlarda ve alışveriş merkezlerinde yapılan tanıtımlarla gündeme gelen bu oyunun adı gibi, taş ve hane sayılarının da değişiklik gösterdiği sayısız versiyonu ise hala kayda geçirilmeyi bekliyor.
Büyük bir zevkle kuş fırlatan, sanal domates-salatalık yetiştiren ve oyun teklifi gönderme konusunda çığır açan yeni nesil için mangala, gerçek kişilerle heyecan içinde ve hoş sohbet eşliğinde oynanabilecek güzel bir dinlenme aracı olabilir. “Gerçek kişiyle oynayamam” diyenler için internette sanal uygulamalarının da mevcut olduğunu belirtmekte fayda var.