Sartre’in Ölümsüz Eseri Mezarsız Ölüler Tiyatroda

1 Mayıs’ta yapılan prömiyerinin ardından Jean Paul Sartre’ın “Mezarsız Ölüler” adlı eseri iki gün boyunca 5-6 Mayıs tarihlerinde ODTÜ Kemal Kurdaş Salonu’nda Ankaralı tiyatro severlerle buluştu. Ben de oyuna gitmeden önce bu ünlü düşünürü biraz daha yakından tanımak istedim. Kimdi Jean Paul Sartre? Kendine özgü geliştirdiği varoluşçu felsefesiyle bir filozof mu yoksa özgürlükle, direnişle güçlenmiş kaleminden çıkan çığır açan sayısız romanları ve denemeleriyle bir edebiyatçı mı? Böyle bir ayrımın imkansızlığı, yazdığı bütün edebi metinlere yansıttığı, kendisiyle ayrılmaz bir bütün olan varoluşçu felsefesinden anlaşılabiliyor. Birçok yerde ondan 20. Yüzyıla damgasını vuran düşünür olarak bahsediliyor. Layık görüldüğü Nobel Ödülü’nü yapıtlarına ve siyasi kimliğine zarar vereceği düşüncesiyle reddeden bu yazar, neden 20. Yüzyıla damgasını vurmuş olabilirdi? Farklı düşünmeyi, sorgulamayı ve direnmeyi savunduğu için belki de. O da tıpkı Dostoyevski’nin “Her insan, herkes karşısında her şeyden sorumludur.” sözündeki bakış açısıyla kişinin bütün eylemlerinden ve kararlarından sorumlu olduğunu savunmuştur. Ona göre insan önce var olmuş daha sonra aldığı kararlar, eylemleri, seçimleri ve özgürlükleri doğrultusunda kim olduğunu, özünü bulmuştur.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Jean Paul Sartre

Oyuna gitmeden kısaca bu şekilde tanıdığım döneminin ünlü Fransız aydınlarından olan Sartre’ın yoğun, derinlikli ve felsefi açıdan oldukça zengin bir eseri olan “Mezarsız Ölüler” daha önce de farklı tiyatro toplulukları tarafından sergilenmişti. Bu kez usta oyuncu Erdal Beşikçioğlu’nun yönetmenliğinde, Özcan Özer’in çevirdiği versiyonuyla tiyatro sahnelerindeki yerini aldı. Başlangıçta oyunla ilgili beni cezbeden bir diğer unsur ise Behzat Ç. kadrosundan severek izlediğimiz isimlerin de oyunda yer almasıydı. Yönetmen Yardımcılığını Elvin Beşikçioğlu’nun yaptığı oyunda, koreografi Binnaz Dorkip, dekor B.N.T., Işık Mustafa Bal, Ses Tayfun Gültutan imzası taşıyor. Elvin Beşikçioğlu ve Erdal Beşikçioğlunun yanı sıra Behzat Ç.’nin Harun’u Fatih Artman, Akbabası Berkan Şal, Şule’si Ayça Eren, Ali Yoğurtçuoğlu, Adem Aydil, Aytek Şayan, Baran Eraslan, Ateş Bars ve Ahmet Yılmaz’dan oluşan oyuncu kadrosu ile seyirciyi uzun bir düşünsel yolculuğa çıkaran oyun, savaştan sonra Fransız Halkında değerini yitiren, unutulan direnişçileri anlatmaktadır. 1944’te Fransa’da ele geçirilen bir köyün, belki de hayatlarının son saatlerini yaşayan direnişçilerinin teker teker sorgulanması ve işkenceden geçirilmesi sırasında seyirci de kendi bireysel seçimlerini, toplumsal değerleri, varoluşunu ve ne kadar özgür olduğunu sorguluyor. Savaşın yok edici etkisine rağmen insanların var olma mücadelesi Sartre’ın varoluşçu felsefesiyle anlatılıyor. Felsefi, psikolojik ve siyasi açılardan oldukça yoğun, birçok anlam çıkarılabilecek, üstüne sayısız yorum yapılabilecek, hangi dönemde sahnelenirse sahnelensin toplumun içinden bir şeyler yakalanabilecek bir oyun izliyor seyirci.

resiö

Belirli aralıklarla işkence gören bir grup genç

Bu oyunla birlikte 1949 yılında Devlet Tiyatroları’nın kurulmasının ardından kapanan Tatbikat Sahnesi, yıllar sonra ilk kez seyirciyle buluşuyor. StüdyoCer’in kurulmasına öncülük eden ve George Orwell’in Hayvan Çiftliği oyunun yönetmenliğini üstlenen Erdal Beşikçioğlu CerModer’den ayrıldıktan sonra Tatbikat Sahnesi ile tekrar karşımıza çıkıyor ve heyecanını şöyle dile getiriyor: “Nitelikli sanat beğenisini geliştirmek, toplumumuzun sanat yaşamına ve dünya sanat ortamına aktif bir biçimde katılmak, katkıda bulunmak amacından yola çıkarak kurduk bu sahneyi. Sahnemizde sergilenecek tüm performanslar üretim içinde öğrenim düşüncesini benimseyen, dünyayı doğru algılayan ve yorumlayan, özgür, yapıcı, yaratıcı, aydın, atak ve eleştirel bir bakış açısıyla uygulanacaktır.”

Yıllar önce Shakespeare’in söylediği o meşhur söz: “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu.” Hayatın temel çelişkisi varlık ve yokluk aslında. İnsanlar için bu çelişki doğmak, bu dünyada var olmak sonrasında ise ölümle yok olmak. Peki var olmak nedir? Sadece nefes almak var olmak için yeterli midir? Yoksa özgür olduğumuz kadar mı varızdır? Var oluş sebebimiz nedir? Uğruna yaşayacağımız ya da öleceğimiz şeyler nelerdir? Bir dava, bir sevgili ya da aynı yolda yürüdüğümüz insanlar mı? Oyunu izlerken aklımdan geçirdiğim bazı sorular bunlardı işte. Diyaloglar ve karakterlerin kendi içlerinde ve birbirleriyle çatışmaları üstüne kurulu, her karakterin dolu dolu, ayrı ayrı incelenebileceği bir buçuk saatlik bu oyunu soluksuz, gözümü kırpmadan izledim. Özellikle işkence sahnelerini gözümün önünde gerçekmiş gibi seyrettim. Psikolojik gerilimin çok iyi yansıtıldığı, müthiş oyunculuklarla seyirciyi içine çeken, her sahnesinden birçok anlam çıkarılabilecek bu harika oyunda emeği geçen herkese teşekkür etmeliyiz. Zira tiyatromuzun böyle oyunlara ve oyunculara ihtiyacı var.

resim

Seyirciyi oldukça etkileyen işkence sahnesi

Leave a Reply