95-virginia-woolf-1902

Virginia Woolf

Bir yazarın beyaz bileklerinde geleceğimi görebildim dersem bana deli diyeceğiniz biliyorum. Ama gördüm. Binlerce kez onunla Ouse Irmağı’na atladım. Binlerce kez mürekkebini doldurdum, bazen de dağınık saçlarını taradım. Bahsettiğim yazar Virginia Woolf. Ona herkes ayrı bir sıfat koyar, geçen ay Notos Dergi’si ona ‘parlak zekalı büyük yaratıcı’ demişti. ‘Yaratıcı’ ne kadar da yüce bir isimdi. Kullanmamızın yasak olduğu, sadece tanrıya bahşedilen ya da tanrının sadece kendine bahşettiği. Virginia da benim için bir yaratıcıydı. Tüm bakış açımı baştan yaratmıştı. Onu o kadar küçük yaşta okumamın en büyük faydasıdır bu. Virginia bildiğimiz öyküleri bilmediğimiz bir dille anlatır. Bizim uğraşmamızı isterdi anlamak için. Bu kadar zor düşünen bir kadının kolay okuyucudan hoşlanmayacağı tahmin edilebilir. Victoria Devri’nin tanınmış yazarlarından biri olan babası, kızı Virginia’yı okula göndermemiştir. Kadınların göz ardı edildiği bu dönemde Virginia, yaşadığı çağa farklılığıyla karşı çıkmıştır. Küçük yaşta yazar olmak istediğine karar verir ve kendisini babasının kütüphanesinde sabahlayarak eğitir, büyütür. Victoria Devri’ne uygun yazmayı reddeder. Bloomsbury’ e taşınması hayatına biraz özgürlük ve biraz kendi gibi insanlar getirir. Bloomsbury dönemin barındırmadığı bir çok fikri ve özgürlüğü barındırır.

Mrs_Dalloway_cover

Virginia Woolf’un “Mrs. Dalloway” adlı kitabı

Bilinç akışı tekniğinin örneği olarak okutulan Mrs. Dalloway’de, Virginia savaşı ve toplumu inceden eleştirip, zaman kavramıyla oynamıştır. Kitapta birbiriyle karşılaşmayan ama aynı yerlerde bulunan iki insanın zihinlerinden geçen anılar anlatılır. Ama o anılar size açık başlıklar halinde sunulmaz, siz o başlıklardan eleyerek bulursunuz anıları. Kısaca Clarissa Dalloway ve Septimus Warren Smith’in zihinlerinin kıvrımlarında delice koşturursunuz. Kitap sabah Mrs.Dalloway’in ‘çiçeklerini kendi almak’ istemesiyle başlayıp, akşamki partide hiç tanımadığı Septimus’un intihar haberini işitmesi ve kendini onun yerinde hayal etmesiyle biter. İki insanın birbirlerinden haberleri olmadığı halde aynı anda aynı parktaki çiçeklere bakıp düşünmeleri ve fark etmeden birbirlerinin hayatlarını etkilemeleri ürkütücü derecede tuhaf gelmiştir bana. Bu kitabı okuduktan sonra bir de ‘The Hours’ u izlediğimde bu ürkütücü tesadüflerin benzerlerini düşünmekten kendimi alamadım. Hala da düşünürüm tesadüflerin ürkütücü fakat sevimli yanlarını. Flush adlı kitabını da bir köpeğin bakış açısından yazmıştır. Ne kadar zor olduğunu tahmin etmek bile zorken onun, bunu yapması ‘yaratıcı’ sıfatını ne kadar hak ettiğini kanıtlar niteliktedir.

the hours poster

Michael Cunningham’ın aynı adlı kitabından uyarlanan “The Hours” (“Saatler”) filmi özellikle Virginia Woolf’un hayatından ve başyapıtı sayılan Mrs.Dalloway’den beslenir.

Kafası kadar karışıktır kitapları. Yazmak onun için yaşamak, var olmaktır. Yazı yazamadığı zamanlar günlerce yatağından çıkmaz, histeri nöbetleri geçirirdi. Ta ki tekrar yazmaya başlayana kadar. Hayatta kalmak için tuhaf bir neden.  Ama başarılı bir neden.  Bir amaca sahip olmadan yaşamanın, yaşamak olmadığını çok duyduk da nedir amaç?  Bir okul bitirmek ya da iş sahibi olmak ne kadar amaçlanabilir ki. Virginia’yı biraz da bu yüzden seviyorum var olanı değil olmayanı aradı. Buldu, kaybetti. Tekrar aradı. Sonu olmayan bir şeydir yazmak. Kelimeler sonsuzdur. Kelimeler benzersizdir. Onlardan her şey yaratabilirsin. O yüzden yazmayı amaç edinmek, diğer sonu olan modern amaçlardan daha anlamlı geliyor bana. Var olduğun sürece var olan bir şeyin olması daha umut verici değil mi? Okul biter, iş de. Peki yazı biter mi? Yazı Virginia için Ouse Irmağı’na atladığı gün bitmişti, hayatı gibi.

Leave a Reply