Haruki Murakami’den Uyku ve Uzay Maymunları

Rutinler gerçekten insanı öldürüyor mu? Yoksa ölmeye mahkûm bir canlı için bu soruyu sormak gülünç mü olur? “Uyku ölümün ikizidir.” derler. Uyumak da ölmek gibidir; hem kurtarıcımız hem de tutsağı olduğumuz o görünmez canavar, o kibirli ejderha, kuledeki o cadı… Uyumak en has rutindir, ölümlü olmak gibidir uyku, bizleri bir seviyede eşitleyen. Murakami, “Uyku”sunda eğilimlerden bahsediyor.  İnsanı eğip büken ve tüketen eğilimlerden. Zorunda kaldığımız, hatta bir şekilde sıfırlansın da ertesi günü daha rahat geçirelim diye uykuya yattığımız eğilimlerden. Murakami, bu kısa roman/uzun hikaye formatındaki kitabında farklı konulara parmak basıyor. Ayrıca kitabın içerisindeki resimlemeler de Kat Menschik tarafından çizilmiş ve oldukça başarılı.

uykuharuki_murakami_5

Murakami konuyu çok basit anlatıyor aslında; ortada uyuyamayan bir kadın var ve bu durum onun kendindeki değişimleri fark etmesine yol açıyor. Ancak yazar, konuyu ve söylemi basit tutarak aslında bizleri düşünmeye sevk ediyor, yazarın hayal gücünün derinliği göz kamaştırıyor. Ufak bir cümle, tek bir kelime uzun uzun düşünecek felsefi dosyaları çıkartıyor zihnimizin gerisinden. Kendi eğilimlerim neler? Her gün beni esiri yapan hangi zorunluluklar? Gözlemlerime göre değişim, bu eğilimlerin farkına varmakla geliyor. Her rutin, dışına çıkıldığında bir sorun doğurur. Günler günleri kovalarken değişimin farkına varmak ve özümsemek gerekir. Yaşanan değişim kişiye özeldir, duygusal açıdan benzer hissediyor da olsak iş bunları iletişime dökmeye geldiğinde çaresizliğimizi kabullenmek gerekir. İnsan, hissettiği bazı şeyleri asla tam olarak ifade edemeyeceğinin farkına varmalıdır. Değişim bir yandan evrenselken bir yandan da öznel ve biriciktir. Yapıtta da bu algısal yalnızlık üzerinde duruluyor. Uykuya ihtiyaç duymuyor olsanız bunu nasıl anlatabilirdiniz? Uyku gibi bir zorunluluğa artık ihtiyaç duymuyor olduğunuzu anlatmak, her gün yaşadığımız duygusal değişmeleri açıklamaktan daha zor değil. Aşırı bir duyguyu veya akılsal bir çıkmazı anlatmak her gün tecrübe ettiğimiz basit hisleri anlatmak kadar karmaşık. Bir tecrübenin bir başka insana aktarımı her zaman hatalı ve kayıplı olur. Gündelik bir hissiniz, mesela ani bir heyecan hali, bir rüzgâr estiğinde gelen huzur, “Otobüsü kaçırdım!” telaşı… Bütün bunlar sıradan ve ortak gibi gözükse de bu gibi basit hallerin aktarımı bile birebir doğrulukta olmayacaktır. Normalin dışında bulunduğumuz her noktayı diğerlerine anlatmak beyhude bir çaba olur. En yakınlarınız bile “başka” insanlar. Kafamın içindeki sesten başka kimsenin beni yüzde yüz olarak anlayamayacağını fark ettim. Kitapta gösterildiği gibi, annemiz, eşimiz, çocuğumuz hepsi bir öteki hali hazırda. gobek1(1)

“Bir kolu çek”, “Bir düğmeye bas”, “Alarmını kur”, “Erken kalk”, “Okula git”, “Bir tuşa bas”, “Bir kolu çek”. Çok sevdiğim yazar Chuck Palahniuk’un bu anlamsız döngüsel hareketleri anlatırken kullandığı bir benzetme var; “uzay maymunu”. Uzay yolculuklarına deneme amaçlı yollanan şempanzeler gibi anlamadan, bilmeden bir kolu çekiyor, bir düğmeye basıyoruz… Süreklilik adını verdiğimiz girdaplarda huzuru arıyoruz, tutarlılık kisvesi altında belki de tutkularımızı gizliyoruz. Kim bilir belki bir gün rüyalarımız gerçek olur diye uzun uykulara yatıyoruz. Uykudayken dünyanın en büyük kralıyız. Basılmayan her düğme maymunu bir adım daha ölüme yaklaştırıyor. Rutinler ve çekilecek kollar bizi beklerken, eskiden zevk aldığımız şeylerden şimdi zevk almıyor olmamızla yüzleşmek gerekir. Öbür türlüsü sadece acı getirir çünkü. Rüyalarımız gibi, gerçekler de anlaşılmaz ve değişkendir. Bence asıl özümsenmesi gereken şey insanın her yaşta bir şekilde değişeceği gerçeğidir. Rutinlerin bir sonu olmadığı gibi, “evrilmenin” de bir sonu yoktur. Her gece uykuya yatarız ama uyandığımızda olduğumuz kişinin önceki gece yatağa başını koyan kişi olup olmamasıdır mesele. “Aynı ırmakta iki kere yıkanamazsın.” demiş Heraklitos. Değişim doğanın ta kendisidir. Değişime direnç göstermek insanı mutsuzluğa taşır. Her insanı hayatımızın her döneminde aynı şekilde sevemeyiz, her şarkı her zaman bize güzel gelmeyebilir. Karanlıktan korkan yetişkinler olduğu gibi, gençken hoşlanmadığı şiirleri okuyanlar da olabilir. Eğilimler değişip, dönüşürken bizi biz yapan belki de bu değişimlerdir. Yapıtta olduğu gibi gençken sevdiği her şeyi evlenince bırakan bir kadın yeniden çikolata yiyip “Anne Karenina” okumaya başlayabilir. Karabasanları kovalamak anlamsız, uykumuzu, rutinlerimizi bölen değişimler yaşayacağız. Ancak değişimleri olduğu gibi kabullenmek ve onların bizim kişisel birer parçamız olduğunu anlamak gerekir. Çünkü bir yere kadar paylaşılabilirdir algılarımız, değişimleri özümsemek sadece “ben”i ve “sen”i ilgilendirir.

sommeil-002

Leave a Reply