1999 Doğumlu Bir Sinemaseverin Yolculuğu

Burada geçirdiğim bu üç yılın sonunda mezuniyetimle beraber son yazımı yazıyorum. Gazetede yazmaya o kadar alıştım ki, bazen hayatımın sonuna kadar her ay buraya bir yazı daha bırakacakmışım gibi hissetmeden edemiyorum kendimi. Burada yazmak bana çok şey öğretti, en önemlisi de bir film izlediğimde, bir kitap okuduğumda, bir diziye başladığımda deneyimlediğim bu yeni yapıtı gerçek anlamıyla değerlendirip anlamanın en iyi yolunun onun hakkında yazmak olduğunu deneyerek gördüm. Bir konuyla ilgili yazmak, insanı o konu hakkında derinlemesine düşünmeye, o konu hakkındaki en hakiki fikir ve hislerini fark edip anlamaya, anlamlandırmaya, başka şartlarda belki de yapmayacağı bir derinlik düzeyine inmeye itiyor. Bu da herhangi bir şeyi deneyimlemenin en iyi yöntemlerinden biri.

Son yazımın ne hakkında olacağı konusunda epey bir düşündükten sonra bunun biraz daha kişisel bir yazı olmasına karar verdim. Benim de her sinemaseverin olduğu gibi, bugüne gelene kadar geçirmiş olduğum uzun bir sinema yolculuğu var. Daha çocukluğumda beni sinemaya bağlayan yapımlar, sinema dünyasına gerçek anlamda adım atışım ve daha sonrasında özelleşip sevdiğim türleri bularak kendi yoluma girişim… Bu yazı da bunlarla ilgili olacak. 1999 doğumlu bir sinemaseverin bu alandaki yolculuğu olarak da tanımlayabiliriz.

Çocukluğunu 2000’lerin başlarında yaşayan bütün bir jenerasyonumuz gibi ben de DVD’ler ve televizyonla büyüdüm. Televizyon ekranında yeni yeni büyüyüp gelişmeye başlayan ve bir sınırı yokmuş gibi görünen o dünya hayatıma girdiği andan itibaren ilerde büyük bir yer kaplayacağını hissettirmişti. Bir DVD koleksiyonumuz vardı, babam bu koleksiyonu giderek artan bir şekilde genişletmek konusunda oldukça kararlıydı. Film kiralamak da o zamanlar hayatımızın büyük bir parçasıydı diyebilirim. Tunalı’nın dolu olduğu kiralık film dükkanlarının sahipleri bu sadık müşterilerini tanırlardı. Çocukluğum benim için çok renkli bir dönemdi ve bu renklerin büyük bir kısmı ekranda gördüklerime aitti. Kayıp Balık Nemo, El Dorado Yolu, Ejderhanı Nasıl Eğitirsin ve Güzel ve Çirkin gibi klasiklerin yanında, belki de üzerimdeki etkileri daha büyük ama bu kadar popüler olmayan bir sürü film izledim. Bu ikinci kısmın gerçekleşmesini sağlayan kişi, her zaman en çok beğeneceğim şeyleri bulmak konusunda eline su dökülemeyecek kişi, babamdı. Dinozor’da o ait olunan yer arayışını, Terabithia Köprüsü’ndeki saf hayal gücünü, Ella’daki sıradışılığı bu filmleri her izleyişimde hissettim. Sinemaya gitmenin ne olduğunu öğrendiğim bu dönemde annemle Dünya’nın Merkezine Yolculuk’a gidişimiz ve filmden çıkarken hissettiğim o yoğunluk, bana içimdeki sinemaseverin ilk ipuçlarını göstererek hayatımda unutamadığım anlardan biri oldu. Bu dönemde izlediğim bu yapımların hepsi, bana bir filmin insanın iç dünyasını nasıl değiştirip renklendirebileceğini anlamam için önemli bir temel oluşturdu. 

Bir sonraki aşama ise, bir sinemaseverin hayatının altın dönemleri olan, gerçek sinemaya ilk girişi, yani sinema tarihini yazan, klasikleşen, yıllar geçse de adları hep sinema kitaplarında yer alacak o filmleri izlediği dönem. Benim bu dönemim yaklaşık olarak ortaokul yıllarıma denk geliyor. Habersizce yaklaşıp “Şu filmi de çok duydum, bir izleyeyim.” gibi sıradan düşüncelerle başlayan bu aşama, insanın hayatında sinema yönünde en çok doyum aldığı zaman aralığı oluyor. Olayların gidişatından da tahmin edebileceğiniz gibi benim bu döneme geçişimde de babamın büyük etkisi oldu. Beni ekran başına oturtup yol gösterircesine Yeşil Yol, Leon, Altıncı His, Yüzüklerin Efendisi, Matrix, Kuzuların Sessizliği, Cesur Yürek, Gladyatör gibi filmleri arka arkaya bana izlettikçe ben daha da hayran kaldım, içine girdiğim bu dünyanın bana sundukları ve ilerde sunacakları konusunda bitmek bilmeyen bir heyecan ve beklenti içerisine girdim. Avatar’ın sunduğu görsel dünyada kayboldum, Dövüş Kulübü ile sinemanın izleyiciye sunabilecekleri konusunda ufkum açıldı, Robert De Niro’yu izleyerek oyuncu olmanın ne olduğunu öğrendim, Tarantino’nun kanlı, karakomik dünyasına girdim, Nolan’ın labirentlerinde kayboldum ve Fincher’ın akıl oyunlarını anlatılamaz bir keyifle izledim. Bu noktada babamın DVD koleksiyonunu ben devraldım. Günümüze kadar çekilmiş bütün bu efsaneleri, adını sinema tarihine yazdırmış her filmi izlemek istedim ve bu yolda hatırı sayılır bir mesafe katettim. Daha çok geçmişe yönelik olan bu dönem, bütün bu parlaklığıyla birkaç sene sürdü.

Son olarak ise hayatımın kalanını da kapsayacak olan, kendi yolumu bulma ve özelleşme dönemi. İşte bu kısım küçük bir hayal kırıklığı ile başlıyor. Neden mi? Şimdiye kadar çekilmiş olan efsanelerin büyük bir bölümünü deneyimlemiş olmanın o tatlı-acı hissiyatı yüzünden. Bu betimlediğim hissi her sinemaseverin hayatında en az bir kez hissetmiş olduğunu düşünüyorum, çünkü bu his film zevkini 1980, 1990 ve 2000’lerin başlarında sinemanın altın dönemlerini yaşadığı sıralarda çekilen filmleri izleyerek şekillendiren her insan için kaçınılmazdır. Bütün bu biriken yapıtları izledikten sonra bunlara benzer hisler uyandıracak yeni filmler izlemek için sabredip beklemenin gerekeceğinin farkına varmakla başlar bu dönem. Bu noktada insan hangi janrlara daha yakın olduğunu keşfederek sinema yolculuğuna bu yönde devam eder. Benim için bu yön daha çok dram filmlerine doğru şekillendi. Bunda özellikle Brokeback Dağı, Sınırsızlar Kulübü, 21 Gram, Captain Fantastic ve Lost In Translation gibi filmlerin ve Alejandro González Iñárritu, David Fincher, Noah Baumbach ve Sofia Coppola gibi yönetmenlerin etkisi oldu. Dram filmlerine girdikçe bu filmlerin günlük hayatla olan derin ve heyecan verici bağlantısını daha gerçek bir şekilde hissettim. Bu nokta, benim için sinema dünyasının o renkli imajının geride kalıp daha gerçek bir hal almaya başlamasıyla tanımlanmış oldu.

Geriye bakıp düşündüğümde sinema yolculuğumu bu üç temel dönem çerçevesinde değerlendiriyorum. Bu dönemlerin her birinin bugün olduğum insan üzerindeki etkisinin ne kadar büyük olduğunun farkındayım. Sinema böyle bir uğraş, insanı gerçekten de şekillendiriyor. Çok güzel bir filmi izleyip bitirdikten sonra bütün içtenliğiyle oluşan o keyif hissinin paha biçilmez olduğunu bilen ve bu hissi tanımladığımda ne demek istediğimi anlayan herkese. Burada sinemaya dair bir şeyler yazabilmek benim için büyük bir keyifti.

Görsel Kaynaklar

https://www.imdb.com/title/tt0137523/mediaviewer/rm301108480/

https://www.imdb.com/title/tt0130623/mediaviewer/rm3048773888/?context=default

https://www.imdb.com/title/tt0388795/mediaviewer/rm911404032/

https://www.imdb.com/title/tt0110413/mediaviewer/rm1089510913/

Leave a Reply