Three Billboards: Karamsar Bir Eleştiri mi Yoksa Umut Dolu bir Hikâye mi?

Kızını korkunç bir şekilde kaybetmiş ve ona verilmeyen adaleti kendi elleriyle almaya kararlı bir anne, iyi bir polis olmak ile dengesiz bir suçlu olmak arasındaki ince çizgide duran ve hangi yöne kayacağı belli olmayan bir adam ve kasaba tarafından çok sevilen ama kanser yüzünden sayılı günleri kalmış bir şerif. Bir filmin karakterleri daha güzel kurgulanıp birbirlerine bağlanabilir miydi, diyor insan Martin McDonagh’nın yönettiği Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri’yi izleyince. Konusuyla, işleniş biçimiyle, oyunculuklarıyla, kısacası her bir parçasıyla insanın içine işleyen bu filmin 7 Oscar adaylığının olmasına şaşırmamak lazım.

Mildred (Frances McDormand)’ın yaşadığı kasabaya çok sık kullanılmayan bir yoldan giderken arka arkaya duran eskimiş üç billboardu görmesi ve aklına o parlak fikrin gelmesiyle başlıyor filmimiz. Ardından hiç vakit kaybetmeden o billboardlara verilen reklamlardan sorumlu Red Welby (Caleb Landry Jones)’nin yanına gidip onlara istediği yazıları yazdırmak için yüklü bir miktar para veriyor Mildred. “Ölürken tecavüze uğradı.” “Ve hala hiç tutuklanan yok.“Nasıl olur Şerif Willoughby?”. Kasaba halkının bu yazıları görmesiyle ayaklanması da bir oluyor tabii. Kimisi Mildred’ı destekliyor ama büyük bir bölümü hem Şerif Willoughby (Woody Harrelson)’ye olan sevgilerinden hem de yapılanı aşırı ve iç karartıcı bulduklarından ona karşı çıkıyorlar. Filmin üzerinde durduğu en önemli noktalardan biri de bu; herkes o kızın yaşadıklarının ne kadar korkunç olduğunun farkında ve herkes sözde böyle olayların yaşanmaması için gerekeni yapmaya hazır, ama bu konuyla ilgili gerçekten bir adım atıldığında da bunu eleştirmekten ve aşırı bulmaktan kendilerini alamıyorlar.

Film ilk sahnesinden son sahnesine kadar insanların içindeki iyilik ile kötülük çatışmasını ve bu dünyada yaptıklarımızın yine bu dünyada ya da başka bir dünyada bir karşılığının olup olmayacağını sorguluyor. “Çünkü bu dünya boş ve birbirimize yaptıklarımızın hiçbir önemi yok mu?” Bir anda karşısına çıkan geyik ile konuşurken bu cümleyi kuran Mildred’ın içindeki umut kırıntılarını görüyoruz bu sahnede. İşlerin onun için hiçbir zaman iyi gitmemiş olmasına rağmen kızına yapılanların, hayatı boyunca yaşadıklarının bir şekilde bir karşılık bulacağına neredeyse bir saflıkla inandığı için bütün kasabayı karşısına alma pahasına da olsa yılmadan savaşmaya devam ettiğini anlıyoruz. İyilik ve kötülük çatışmasının en net görüldüğü karakter ise Sam Rockwell’in inanılmaz bir şekilde canlandırdığı Jason Dixon. Şerif Willoughby’nin emrinde çalışan polislerden biri olan Dixon, filmin başında oldukça sığ, saygısız, çocukça davranışları olan ve hatta asabi olduğu için tehlikeli sayılabilecek biri olarak tanıtılıyor, ancak Şerif Willoughby’nin ona bıraktığı mektubu okuyup gerçekten “düzgün bir adam” olabileceğine inancı olan, onu destekleyen biri olduğunu fark ettiğinde zaten içinde derinlerde bir yerde var olan iyiliği ortaya çıkarmak için ihtiyacı olan desteği bulmuş oluyor.

Filmde oldukça etkileyici birçok sahne var, ama aralarından biri gerçekten insanın kalbine dokunmayı ve umut vermeyi başaran bir sahne. Şerifin ölüm haberini aldıktan sonra öfkesini kontrol edemeyip Red Welby’i oldukça kötü bir şekilde hırpalayan ve hastanelik eden Dixon’ın da hasteneye düşmesi ve trajikomik bir tesadüf denebilecek bir şekilde Welby ile aynı odayı paylaşmak zorunda kalmasıyla başlıyor sahne. Baştan aşağı sargılı olan Dixon’ı tanıyamıyor Welby, ve her zamanki kibarlığıyla ona portakal suyu isteyip istemediğini soruyor. Yaptıklarının pişmanlığının altında ezilen Dixon ise “Özür dilerim Red.” dışında bir şey diyemiyor. Karşısındakinin kim olduğunu fark eden Welby tabii ki çok sinirleniyor, öfkeyle yürümeye başlıyor. Sonunda kısa bir süre düşündükten sonra bir bardak portakal suyu doldurup onu Dixon’a uzatıyor. Bu sahnede Mildred’ın umduğu gibi bir dünyanın var olabileceği umudunu aşılıyor yönetmen bize. Dixon hastanelik olarak Welby’e yaptıklarının karşılığını bulmakla kalmıyor, bunun pişmanlığını da hissedip doğru yolu bulmaya bir adım daha yaklaşıyor. Welby de oradaki büyük karakter, yaşadıkları ne kadar kötü olursa olsun bunları geride bırakmaya ve yeni bir sayfa açmaya hazır kişi olarak Dixon’ı affediyor ve artık iyi biri olmaya karar vermiş birine Şerif Willoughby’den sonra ikinci desteğini veriyor. Welby’nin hareketindeki kibarlık ve affedicilik insanın kalbine dokunuyor, durum ne kadar kötü olursa olsun insanoğlunun her zaman iyi şeyler yapma potansiyelinin olduğunu gösteriyor.

Bu karanlık ama bir o kadar da komik başyapıt başından sonuna kadar cevherlerle dolu. 7 Oscar adaylığı olan film, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu kategorisinde hem Sam Rockwell hem de Woody Harrelson ile aday olmayı başararak ne kadar iddialı bir yapım olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Ödüller önemlidir tabii, ama hiçbir ödül alamasa da bu film anlattıklarıyla, hissettirdikleriyle uzun yıllar boyunca sinemaseverlerin hafızasında büyük bir yer kaplamaya devam edecek…

 

Kaynaklar:

http://www.imdb.com/title/tt5027774/

Görsel Kaynaklar:

https://www.vox.com/2018/1/19/16878018/three-billboards-controversy-racist-sam-rockwell-redemption-flannery-oconnor

https://www.bestofneworleans.com/gambit/review-three-billboards-outside-ebbing-missouri/Content?oid=8438004

http://marybethdanielson.com/content/chicken-eat-and-three-billboards

https://www.burgkino.at/movie/three-billboards-outside-ebbing-missouri

 

Leave a Reply