Güçsüzlük mü yoksa güç peşinde koşmak mı daha acizdir?:Zavallılar(Poor Things)

Mary Shelly’in Frankenstein adlı romanından feminist bir bakış açısıyla etkilenerek tazıaln Zavallılar(Poor Things)romanından uyarlama olan ve 2023 yılında çekilmiş olan bu film ülkemizde geçtiğimiz ay vizyona girdi.

Filmin Konusu

Zavallılar intihar eden ancak Dr. Godwin Baxter tarafından beyin nakli sonucu hayata getirilen Bella Baxter’ın öyküsünü anlatıyor. Film hayatına bir denek olarak tekrardan başlayan Bella’nın toplumsal rollerle, ahlak kavramıyla, dünya düzeniyle tanışmasını ve kendine denek olmanın ötesinde bir kimlik çizişini ele alıyor. Bella filmin en başlarında evden çıkmaya izni olmayan, Godwin kurallarının himayesinde yaşayan bir karakter olarak resmedilse de Duncan ile tanışmasıyla kendisini dış dünyada buluyor ve uzun bir yolculuğa çıkıyor. Ahlaksızlığıyla nam salmış bir avukat olan Duncan, Bella’yı tıpkı Godwin’in yaptığı gibi saf ve masum bir kurban olarak görüyor. Nitekim bütün bu süreçte Bella’nın gelişimini fark edemiyor ve bu hatası onun sonunu hazırlıyor. Kendi gücünü fark eden Bella yavaş yavaş Duncan’ın himayesinden çıkmaya başlıyor.

Freud ne düşünürdü?

Filmde insan olmanın acizliği ve insanın en başından beri saf bir kötülükle doğduğuna dair birçok atıf bulunuyor. Belki de bize ne kadar aciz varlıklar olduğumuzu en çok hatırlatan karakter ise Duncan oluyor. Duncan kendini gerek para gerek sahip olduğu kadınlara dayanaraktan güçlü bir birey olarak görüyor. Film başında dominant bir karakter olan Duncan Bella’nın üstündeki etkisini yitirmesiyle ve kumarda kaybetmeye başlamasıyla birlikte giderek akli dengesini yitiriyor. İnsanın içindeki saf kötülüğün, acizlik duygusunun bu kadar vurgulanması bir psikoloji öğrencisi olarak aklıma Freud’u getiriyor. Bunun yanında Bella’nın gelişim sürecinden kendisiyle ilgili keşfettiği ilk şeylerden birinin cinsellik olması ve filmin onun cinselliği üzerinden çekilmesi de bu tezimi doğruluyor. Aynı zamanda kadın cinselliğin özgürce ifade edilişi ve kadının kendi cinselliği ile barışması ise filmde dikkatimi çeken noktalardan birisi oluyor.

Feminist bir perspektif?

Ana karakterimiz Bella’nın ise özgürlüğüne kavuşup benliğini bulması hepimizin de deneyimlediği gibi çok daha sancılı bir süreç oluyor. Bella filmin en başından beri kendini hep başka erkeklerin himayesi altında tanımlıyor tıpkı bizim de kendimizi tanılamak için birçok kez kişi ve kurumlara ihtiyaç duyduğumuz gibi. Kadının sömürüldüğü birçok konumda bulunan Bella yavaş yavaş kadınlara neden bir seçme hakkı verilmediğini düşünmeye başlıyor. “Neden birlikte olacağım erkeği ben seçemiyorum?” diyor Bella bir sahnede. Böylece kadına biçilen pasif ve aciz rolleri bir kendi dünyasında yıkmaya başlıyor. Hayatının iplerini eline alırken de çevresinde onun üzerinde himaye kurmaya çalışan insanları bir bir delirtiyor. Duncan akıl hastanesine yatıyor, onu yaratan Godwin hasta düşüyor. Filmin sonlarında Bella hayatının aşkıyla evleneceği sırada kendisinin beyin ameliyatı olmadan önceki hayatındaki eşi çıkageliyor ve Bella isminin Victoria olduğu önceki hayatında da erkeğin himayesinde bir esir olduğu gerçeği ile yüzleşiyor. Esir hayatından kurtulmak için intihar eden Victoria aynı bedende fakat başka bir beyinde Bella sayesinde özgürlüğe kavuşuyor. Hamile olduğu için kendini öldüren Victoria aslında bebeğinin beyni sayesinde esaretinden kurtuluyor.

Bella en dipten en zirveye çıkarken mükemmel bir karakter gelişimi sergiliyor ve üstünde baskı kuran herkesi teker teker alt ediyor. Güç için kıvranan erkeğin kadını nasıl hapsettiğini ve gücü elinden kayıp giderken nasıl zavallı aştığını fark edince bir soru beliriyor kafamda: Güçsüzlük mü daha aciz yapar bir insanı yoksa güç peşinde koşmak mı? Patriyarkal sistemde erkeğe verilen güç her durumda onların aleyhine midir? Gücün insanı yücelten değil aşağı çeken bir yani olduğunu söyleyebilir miyiz?

Leave a Reply