En sevdiğiniz film nedir? Bu sorunun bana yöneltilmesi hem heyecan verici hem de bir o kadar ürkütücü olduğu için soruyorum size; ancak meraklanmayın, düşünmek için vaktiniz olacak. İnsanların ilk tanıştıklarında birbirlerine sorduğu böylesine yüzeysel bir sorunun beni neden bu denli derin sorunsallara ittiğini sorguluyor olabilirsiniz, sebebi kavramın bu kullanımında yatıyor aslında. Sinemaya ilgimden olsa gerek, izlediğim her filmin kişiliğime büyük etkileri olduğu kanısındayım; bundan ötürü de üzerimde tarif edilemez izleri olan bu eserlerden yalnızca birini elemek, üstüne üstlük bunu başka birine önemsiz bir bilgiymişçesine açmak, bende kişiliğimden bir parçayı onlara vermişim hissi uyandırıyor. Sevdiğimiz şeylerin bizimle bağdaştırılarak birer etiket haline gelişinin kazançlarının yanı sıra, göz korkutan bir baskısı da var. Klasik bir film değilse kültürsüz mü görünürüm? Romantik-komedi seviyesiz bir cevap mı olur? Çizgi film seçersem çocuksu mu anlaşılır? Bu kaygıların ana kaynağında yatan iç sorunsalları, şu anda en sevdiğim film dediğim “Howl’un Yürüyen Şatosu” eserinin ışığında irdelemek istiyorum.

İnsanın, kişisel zevk ve seçimlerini dış dünyanın geri kalanıyla paylaşırken yüzleşmek durumunda kaldığı kaçınılmaz bir engel çıkar karşısına: Ön yargı. Kuşkusuz ki yalnızca kelimenin negatif getirilerinden bahsetmiyorum, altını çizmek istediğim unsur aslen bir başkasına kendimiz hakkında verdiğimiz en ufak bilginin, o kişi tarafından kişiliğimizi tanımlamak için önemli bir yapboz parçasına dönüşmesi. Bu da bizi, zevklerimizi; dış dünyaya göstermek istediğimiz yüzümüze paralel bir şekilde stratejik bir biçimde şekillendirmeye itiyor. Ben de söz konusu filmle tanıştığımda benzer bir kimlik arayışı içindeydim, kurmak istediğim imaja yakışacağını düşündüğüm için benimseme kararı almıştım “Howl’un Yürüyen Şatosu”nu.

Filmi annemle izlediğimizde tahminen dokuz yaşındaydım. Şimdi düşündüğümde böylesine genç bir zihnin bu yapımdaki sosyo-politik alt temaları ve duygusal derinliği kavraması pek mümkün değilmiş, ama o zamanlar birilerine en sevdiğim filmin bu eser olduğunu söylediğimde içim tarif edilemez bir gururla dolardı. Çünkü böylesine karmaşık bir filmden zevk almak yetişkinlerin takdirini, “Büyümüş de küçülmüş!” yorumlarını beraberinde getirirdi ve her çocuk gibi ben de büyümek, ulaşamadıklarıma ulaşmak isterdim. Şimdiyse, yetişkinliğin kıyısındayken, dünyanın eskisine kıyasla ne kadar renkten yoksun olduğunu görünce, bu takdirlerin ne kadar anlamsız ve cahilce olduğunu fark ediyorum. Keşke şimdi bildiklerimi bilmeden bu filmi ve birçoğunu, yeniden sadece güzel renklerini ve hapsedici müziklerini deneyimleyebilmek için izleyebilsem. Ne yazık ki bunu yirmi yaşımda yapmak yalnızca körlük olur. Filmdeki ana karakterlerden biri olan Howl, bu yanılgıya hiç düşmemiş ve çocuklukla gelen cahil mutluluğunu asla kaybetmeyen biri olarak bu konuda iyi bir yol gösterici açıkçası. Onun bu çocuksu kendine güveni ve zevk aldığı ve sevdiği şeyleri birer onur nişanı gibi göğsünde taşıması, Howl’u Ingary Krallığı’nın en saygı duyulan ve korkulan büyücüsü yapıyor sonuçta.

Bizler, öte yandan büyücü ve cadıların olduğu büyülü krallıklarda yaşamıyoruz ne yazık ki. Kişiliğimizi ideal haline getirmek de buna bağlı olarak büyük bir sorumluluk; hepimizin genç yaşlarda omuzlarına bindirilmiş, beklentileri karşılayamadığımız sürece toplumun işlevsiz, çürük bir parçası olarak parmakla işaret ediliyoruz çünkü. Çoğumuzun günlük hayatta yüzleşmek zorunda kaldığı ön yargı ve beklentilerin altında aynı şekilde ezilen bir karakter varsa o da Sophie. Tam da bu araç haline geliş ve üzerine yapıştırılmış sahte kişilikten sıyrılmanın verdiği özgürlük, Sophie’yi kendine ve zevklerine toleransla dolup taşan Howl’a ve onun şatosuna iten his aslında. Sophie’nin filmin başında kim olduğunu bilemeyen toy ve amaçsız hali ile sonunda dönüştüğü özgüveni yüksek ve gururlu kadın arasındaki zıtlık eminim ki hepimizin hayallerindeki olgunlaşma sürecidir. Ancak bunun yaşanması için bizim de kendi hayatımızda yüzleşmemiz gereken savaşlar, kabul etmemiz gereken duygularımız olduğunu unutmamak gerekir.

Gerçek dünyada mutlu sonlara ne yazık ki pek sık rastlanmıyor ama şu an içinde olduğumuz süreçte, umarım size umut ışığı vadeden yapımlardan kendinizi mahrum bırakmazsınız. Benim şu anda en sevdiğim film, Howl’un Yürüyen Şatosu, aynı şeyi dün veya yarın hakkında söyleyemem. Bugün olduğum kişinin elinden tutan bu esere ve bana öğrettiklerine müteşekkirim ama bugüne dek sayısız defa izlediğim bu filmi geride bırakmamın ve büyümenin vakti geldi, belki de… Büyüyü, ilk görüşte aşkı, mutlu sonları geride bırakmanın ve büyümenin vakti, kendimle barışmanın ve olduğum gibi görünmenin vakti geldi. Yine de o güne kadar, sizin şu anda en sevdiğiniz film nedir?

Leave a Reply

3 comments

  1. benim şu anda en sevdiğim film sanırım ”frances ha”. Ama tıpkı senin dediğin gibi yarın belki başka bir film olabilir :’)

  2. Anonim

    mutlaka gidip keşfetmeyi bekliyorum :))