Bundan iki yıl önce AKP iktidarı doğru olduğunu hatta geç kalındığını düşündüğüm siyasi bir adım attı. Bugün kürt sorunu dediğimiz 30 yıllık savaşı bitirme adına atılan cesur bir adımdı bu. Demokrasiye ve ülkenin normalleşmesine katkı sunacağı en önemlisi de akan kanı durduracağı umuduyla toplumun geniş bir kesiminden koşulsuz destek gördü. Çünkü söz konusu olan barış ve umuttu.
Biz sandık ki toplumun bütün kesimlerinin mutabakatıyla açık, şeffaf ve izlenebilir bir ortamda görüşmeler yapılacak, hazırlanacak demokratikleşme reformlarıyla toplum olarak daha ileri bir noktaya gidecektik. Fakat görüyoruz ki durum tam tersi.
Demokrasiden gittikçe uzaklaşan, başkanlık hayalleri, toplumu dindarlaştırma gibi kendi gizli ajandasını uygulamak adına kürt sorunun kullanan ve sadece kısa alanda dar paslaşmalarla top çeviren bir hükümet var karşımızda. Cumartesi günü Dolmabahçe’de yapılan açıklamayı iki tarafın bir arada olması açısından önemsemekle birlikte, içerik olarak değişen bir hiçbir şey olmadığını düşünüyorum.
Ortak açıklamada bahsi geçen 10 maddelik duyuruda tam 8 kere demokrasi kelimesi kullanılmış. Söylemesi kolay, yapması zor diyebiliriz buna. Çünkü gezi sürecini oluşturan otoriter-baskıcı söylemlerden tutun da; can ve mal güvenliğimizi, en temel kuvvetler ayrılığı ilkesini, kişi hak ve özgürlüklerimizi ihlal eden iç güvenlik paketiyle beraber demokrasiden ne kadar bihaber olunuduğunu tekrar tekrar gösteren bir hükümet nasıl olacak da bu 10 maddelik sözde demokrasi tahaahütünü yerine getirecektir. KCK, Kandil, HDP nasıl olacak da bu güveni gösterecektir anlaması zor.
Ayrıca, bahsi geçen 10 madde son derece muğlak ve soyut kavramlar içermektedir. Yeni bir anayasa deniyor mesela. İyi de bunu istemeyen mi var? Mhp’de bunu istiyor. Kürtlere özerklik verecek Türk tipi başkanlık mı yoksa başka bir sistem mi? Anadilde eğitim konusunda ne durumdalar? Madem bu kadar demokrasi vurgusu var bu rezalet yüzde 10 barajı neden hala orada duruyor?
Bu eleştirileri Selahattin Demirtaş dile getirdiği ve AKP hükümetine güvenmediğini söylediği zaman Bülent Arınç tarafından barış sürecinin düşmanı ve bir proje lideri olmakla itham ediliyor. Bu açıklamalarda Arınç’ın özgül ağırlığına yapılan vurgunun esintisi olsa da barış ve samimiyet fikrine ters düşüyor.
Şunu da belirtmek lazım ki HDP’nin barajı geçme ihtimali söz konusu ve bu olasılık giderek artıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasındaki olgun, esprili, içten davranışları ve son derece kucaklayıcı Türkiye söylemiyle Selahattin Demirtaş, yıldızı parlayan genç ve cesur bir lider olarak öne çıktı. Türkiye siyaseti açısından önemli bir kazanım olan Demirtaş, AKP açısından da bir tehdit oluşturuyor. Barajı geçmesi durumunda 60 dan fazla milletvekili çıkaracak bir HDP , hükümetin antidemokratik eğilimine ve sert muhalefetiyle başkanlık hayallerine set vurabilr. Demokratik talepleri daha güçlü biçimde dile getiren muhalefet de AKP’nin işine gelmez. Bu nedenle hükümetin Demirtaş’ın üstüne gelmesi normal karşılanabilir. Korku hissedilen bir şey sonuçta.
Son olarak şunu söylemek gerekir ki kamuoyuna yansıtıldığı gibi ” barış sürecinde sona gelindi, barışa hiç olmadığımız kadar yakınız” gibi söylemler doğru değildir. Ortada somut hiçbir gelişme, mutabakat yoktur. Demokratik anayasa istiyoruz tarzında bir yaklaşımı anlaşma sayma 21.yy ‘da Avrupa birliği adayı bir ülke için gülünçtür. Ayrıca ne yaparsanız yapın toplumu gerdiğiniz ve kutuplaştırdığınız müddetçe çözüm mümkün değildir. Başta muhalefet partileri olmak üzere toplumun tüm kesimleri sürece dahil edilmeli ve üzerimizde dolaşan her an patlamaya hazır gergin toz bulutu yerini aydın ve temiz bir havaya bırakmalıdır. Aksi halde bugün var yarın yok iktidarlarla ve onların gizli ajandalarıyla süreç er ya da geç tıkanacaktır.