Türkiye şaşırması zor bir ülke değil. Her gün, ülkenin her köşesinden kendinizi şaşırtan bir şey bulabilirsiniz. Ben yine buldum mesela bir şey. Metin Feyzioğlu’nun konuşması olan mevzu. Muhafazakâr bir iktidarın sürekli karşısındaki yargı üyelerini soyunmaya teşvik eden bir dile sahip olması beni önce şaşırtıp sonrasında da derin derin düşündürüyor son zamanlarda. Bence şu “cübbeni çıkar, öyle siyaset yap” söylemini biraz azaltmakta fayda var. Hayır, sonra gençlerimiz yanlış anlayacak. Sonuçta insanlar abartmayı da sever. Siyaset biliminin çıplak öğretim yapılan bir bölüm olması hoşuma gider miydi emin değilim. Göbeğim falan var benim. Utanırım.
Bu işin cübbe kısmıydı tabi. Çok daha büyük sorunların bu olayla tekrar gün yüzüne çıktığı gibi bir gerçek var karşımızda. Asıl sorunumuz ne Başbakan’ın uzun bir konuşmaya bu kadar tepki göstermesi ne de onun farklı fikirlere tahammülsüzlüğü. Bunlar zaten Erdoğan’ın temel özellikleri olarak zihnimizde adının yanına kazınmış durumdaki özellikler sadece. Bizim en büyük dertlerimizden biri Cumhurbaşkanının kayıtsız şartsız itaatkârlığı.
Şimdi olayı bu çerçeveden tekrar düşünün. Bir Cumhurbaşkanı, yanında oturan Başbakan ayaklanıp kürsüye yürürken, tavrından anladığımız kadarıyla, tasvip etmediği o davranışın her saniyesinin altına imza attı Başbakanla beraber salonu terk ederek. Hani o laf atmaya başladığında Erdoğan’ı durdurmaya çalışıp söz geçiremeyince de onun yolunu izleyen adam. Şimdi bu durumun çerçevesinde tekrar sormak istiyorum. Abdullah Gül’ün neden veto yetkisi var? Anlayan varsa küçükten bir bana da çıtlatsın.
İşin kötü yanı, bu meselede ayaklanan sadece Cumhurbaşkanı da değildi. Koca bir devlet erkanını peşinde götürdü Erdoğan. Danıştay başkanı, ev sahibesi ünvanıyla (cübbesini de çıkarmadan) Erdoğan’ın peşinden koştu örneğin. Ya da Necdet Özel… Büyük bir gururla takip etti Başbakan’ı o kapının çıkışına doğru. Bunların hepsinin parmaklarının her biriyle bize işaret ettiği tek gerçek var: Erdoğan devlete dönüşüyor. 14.Louis’nin üzerinden ne kadar zaman ve kaç Louis geçtiğinden bağımsız bir şekilde aynı argümanı kelimelere dökmeden dillendiriyor Erdoğan.
O kadar büyük bir güce dönüşüyor ki, bir toplantıyı terk etmesinin sadece kendisinin terk etmesiyle kalmayacağını biliyor. Her hareketi veya her sözünün kendisini izleyenlerce destekleneceğini, sözlerindeki hikmeti açıklamayı kendisine görev edinmiş bireylerce aklanacağını biliyor Erdoğan. Böyle bir gücün verdiği güvenle bağırıyor Feyzioğlu’na. Orada asıl terbiyesizliğin kendisine ait olmasının bir önemi de yok aslında. Terbiyesizlik, kişinin algısıyla ilgiliyse ve kişinin algısı sizin algılanmak istediğiniz yöne dönmüşse neden terbiyesizlik yapmayasınız ki? Nasıl olsa kimse karşınızdakinin “suçlarını” sizinkinin önüne koymayacaktır.
Ve hepsinden daha ironik olanı da, her konuşmasında ağzı nefret kokan bir liderin, o salonu terk ederken “adam bize nefretini kusmaya gelmiş” demesiydi. Komikti komik olmasına ama üzücü bir şekilde komikti. Komikti çünkü hepimizi bu olayın, ertesi gün nefret saçan konuşmalara malzeme olacağını biliyoruz. Komikti çünkü hepimiz Erdoğan’ın her nefret söyleminin, her terbiyesizliğinin, alıştığımız bir şekilde “o asabidir. Mizacı öyle onun” bahanesiyle aklanacağının farkındayız. Komikti çünkü Erdoğan’ın Türkiye’sinde korunan tek varlık Recep Tayyip Erdoğan’ın yüce varlığıdır. Erdoğan devlettir ve günümüz kapsamında devletin tüm mekanizmaları, tüm birimleri onun haysiyetini, şerefini korumak için vardır.