1980’lerden günümüze doğru baktığımızda dünya ve Türkiye siyaseti açısından önemli olaylara tanıklık edildiğini söyleyebiliriz. Bir yandan reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte ortaya çıkan neoliberal dalganın etkileri sürerken, diğer yandan kapitalizmin giderek derinleşen krizi kendini daha açık bir şekilde göstermeye başladı. Sözü geçen saldırılardan kadın emeği de ciddi yaralar aldı. Düzen siyaseti ise kadın emeğini daha fazla sömürebilmek adına esnek ve güvencesiz istihdam, sendikasız-örgütsüz çalışma ve düşük gelir düzeyi başlıkları altında hamleler yapmayı sürdürdü.

AKP’yle birlikte kadın emeğinin sömürüsü meselesi ise büyük bir çıkmaza girmiş oldu. AKP’nin, kadınların toplumsal yaşamdaki yerini hiçe sayarak uygulamaya çalıştığı gerici kadın politikalarının geçersizliği “Haziran Direnişi” ile bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Direnişe kendi rengini çalan milyonlarca kadın laik, özgürlükçü ve aydınlanmacı talepleriyle de hareket içerisinde özgün bir yere sahip oldu. Tencere tavalarla balkonlarda başlayan bu özgün eylemlilik, bir süre sonra kadınların da yoğun olarak bulunduğu iş yerlerine sıçradı. NTV çalışanlarının yapmış olduğu eylemde kadınların sayısının oldukça fazla olması, kadın hareketinin ne denli yükselişte olduğunu anlamak için önemli bir gösterge sayılabilir. Haziran ayında sokaklarda, eylem alanlarında, forumlarda ağırlıklı olarak kadınları görmemiz ve kadınların sadece izleyici olmak yerine etkin bir biçimde eylemliliklerin karar alma-uygulama mekanizmalarında kendilerini göstermeleri kadın emeği konusunu daha fazla düşünmemizi gerektiriyor.

Türkiye’de kadın mücadelesi için bir eşik olarak nitelendirebileceğimiz Haziran Direnişi kadın kimliğinin birden fazla yerde kendini yeniden var ettiğini de bizlere göstermiş oldu. Alanlarda gördüğümüz üniversiteli kadın, akademisyen kadın, emekçi kadın ve daha birçok örneğini verebileceğimiz bu kategoriler birbirinden hiç de ayrıksı bir durumda olmadıklarını kanıtladılar. Sola ve sol değerlere açık olan bu alanlar için daha kapsayıcı ve geniş bir profil yaratılması şart. Birbirinden bağımsız olarak değerlendiremeyeceğimiz bu alanlar için ihtiyaç duyulan ise açıkça bu kesimleri kapsayacak olan ”komünist kadın” profilidir.

Yıllarca sol içinde yaratıldığı iddia edilen komünist kadın profili ne yazık ki siyasi partiler içinde kalmaya mahkum edildi. Kadının toplumsallaşması ve toplum içinde komünist kimliğini yaratması bu zamana kadar istenilen seviyeye ulaşamamıştı ama şuan bu eşiği atlamak için önümüzde kaçırılmaması gereken büyük bir fırsat duruyor. Öncelikle nerelerde boşluk bıraktığımıza bakmalıyız.

untitled

Neydi eksiklerimiz?

Uzun yıllar ”İyi bir solcu nasıl olur?” sorusuna verilen cevap hemen hemen aynıydı. Her gün sadece satışa çıkan, bildiri dağıtan bir solcu belirli bir süreden sonra okulundan, çevresinden, ilgi alanlarından kopuk mekanik bir hayat sürmeye başlıyordu. ”Yabancılaşma” olarak da tarifleyebileceğimiz bu profil, kendi siyasal aklını çevresine aktaramadığı ve bu siyasal akla insan örgütleyemediği ölçüde de gittikçe kendi içine kapanmaya mahkumdu. Bir diğer başlık ise örgütlenen kadınların partili yaşam boyunca aldıkları konum oldu. Sol içerisinde örgütlenmek sistemin dayatmış olduğu kısıtlamalardan, baskılardan görece uzaklaşma, kendine ”özgürleşme” alanı yaratmak olarak da algılanabilir. Yalnız dikkat edilmesi gereken konu ” özgürleşme” den ne anladığımızdır? Bütün örgütlü kadınlar olmamakla birlikte büyük bir çoğunluk örgütlendiği zaman bir yol ayrımına girmek zorunda kalıyor. Ya kişisel-sosyal özgürlüğünü seçecek ve partisi ile arasında belli bir mesafe olacak mücadele etmeye bu şekilde devam edecek ya da partiyi ilk sıraya yazıp bütün bu sosyal alanlardan, kişisel ”özgürlükler”den feragat edecek. Bu seçime zorlanma, bir tüzüğe, metne dayandırılmasa da yaşamış olduğumuz deneyimler bizi haklı çıkarmaya yetecek kadar fazla. Ve gelinen nokta ortada. Ne yazık ki ikinci seçeneği seçmeyen herkes için sonuç mücadeleden düşme seviyesine kadar gidebiliyor. Daha iyi bir ihtimal ise, partili kadının hala örgütlü mücadele içinde olmasına rağmen karar alma mekanizmalarının dışında kalması, siyasal hatta insan örgütleme konusunda yetersizlikler yaşaması olabilmektedir.

Peki bu sorunu aşmanın yolu nedir?

Sol literatürde yıllardır kalıplaşmış bir algıya ek yapmakla başlamak gerek. Her dönem en üst sıraya yazılan ” ideolojik ve siyasal gelişkinlik” kriterinin yanına, ” toplumsallaşma, kendi sosyal hayatı ile siyasal hayatını birleştirebilme, çevresini – iş yerini – ailesini de mücadele hattına katabilme” gibi ekleri yazmalıyız.

Kadınlar için bugün, gereken çok açık bir biçimde ortada. Yukarıda da bahsettiğimiz ”komünist kadın” profilini toplum içinde yeniden yaratmak. Kadın mücadelesini kendini var edebildiği alanlarda daha da fazla derinleştirmek, hiç müdahale edemediği alanlarda ise kararlı bir şekilde kendisini görünür kılmak. Yeteneklerini, ilgi alanlarını desteklemek, toplumla kurduğu bağları daha da sıkılaştırmak.

Bir diğer önemli konu ise kadınların siyasal alandaki yerini konuşup tartışırken kullanılacak olan dil. Kadın konusu sol içinde belki de en çok tartışmanın olduğu, “aman feminizme kaymasın, dikkat liberalleşebilir” diye çoğu girdinin yapılamadığı bir alan. Bu kaygılar değerli olmakla birlikte artık kadın konusunun da daha ayrıntılı olarak tartışılması, üzerine kafa yorulması gerektiği kanaatimdeyim. Tabii belirttiğim gibi önceliğimiz cinsiyetçi bir dilden tamamen uzak durmak olmalıdır. Kadının siyasal-örgütsel alanda da görünür olması ancak kadın politikasının merkezine kültürel olanın değil siyasal olanın koyulması ile gerçekleşebilir.

Son olarak belirtmem gerekir ki kadının siyasal alandaki yeri tartışması, bu yazıyla birlikte ne ilk defa tartışılıyordur ne de son olacaktır. Yıllarca üzerine tartışmaların yapıldığı, deklarasyonların yazıldığı, birimlerin kurulduğu bu konu ne zaman ki tiyatro sahnesinden çıkıp gerçek yaşama ayaklarını basar; işte o zaman çözüme bir adım daha yaklaşmış oluruz çünkü bu tartışmalar sadece kağıt üstünde kalarak çözülemez. Kadın – erkek ayrımı yapmadan bu tartışmaların başlayış, olgunlaşma ve sonuç kısmında herkesin görev alması gerekir. Bütün bireyler bu tartışmanın öznesi olmak için mücadele etmelidirler. İşte bunlardan sonra bizi büyük bir örgüt, güçlü bir parti ve sosyalist bir cumhuriyet beklemektedir.

Leave a Reply