CPJ (Committee to Protect Journalists) 1981 yılında kurulmuş uluslararası bir kuruluş. Temel amacı dünyanın her yerinde siyasi ideoloji ayırt etmeksizin gazetecileri korumak, basın saldırılarına gerekli tepkiyi göstermek ve vakaları belgelendirmek olan CPJ bağımsızlığını korumak için hiçbir ülkeden ekonomik yardım kabul etmemektedir. Bireysel bağışlarla ayakta durmaktadır. CPJ Ekim 2012 tarihli bir rapor yayınladı basın özgürlüğüyle ilgili ve Türkiye en ağır eleştirileri alan ülke oldu. Muhalefetin yıllardır dile getirdiği bu gerçeği uluslararası bir kuruluşun da dile getirmesi iktidarın ‘bunlar iktidarı yıpratmak için söylenen yalanlar’ , ‘Basın Türkiye’deki en özgür dönemini yaşıyor’ gibi söylemleri boşa çıkardı. Raporda Türkiye ile ilgili temel olarak söylenenleri şöyle sıralayabiliriz:

1-) Yetkililer, terör suçları veya devlete karşı suçlarla itham ettikleri gazetecileri hapsediyor, Türklüğü aşağılamak ya da yargılamayı etkilemek gibi suçlarla haklarında dava açıyor ve otosansürün yerleşmesi için çeşitli baskıcı taktikler kullanıyor.

2-) Erdoğan açıkça gazetecilerin itibarına saldırıyor, medya organlarını, eleştirel yazılar yazan çalışanlarını uyarmaları ya da işten atmaları için zorluyor ve çok sayıda hakaret davası açıyor.

3-) Erdoğan’ın hükümeti ülkenin en büyük med-ya şirketine karşı bir vergi kaçakçılığı davası yürüttü; şirketin zayıflamasıyla sonuçlanan bu davayla ilgili genel kanaat, siyasi sebeplerle açılmış olduğu.

4-) CPJ, 1 Ağustos 2012 itibariyle toplamda 76 gazetecinin hapiste olduğunu tespit etti. Her bir vakanın tek tek ve ayrıntılı olarak incelenmesinin ardından CPJ, en az 61 gazetecinin doğrudan, yayınlanan yazıları ya da gazetecilik faaliyetleri nedeniyle hapiste olduğu sonucuna vardı. Diğer 15 gazetecinin davalarıyla ilgili eldeki deliller daha muğlak olmakla birlikte, CPJ araştırmaya devam ediyor.

5-) CPJ’nin analizi, yetkililerin, yasadışı gruplarla ilgili yapılan haberleri ve hassas konuların araştırılmasını doğrudan terör veya devlete karşı gerçekleştirilen diğer fiillerle eş tuttuğunu ortaya koyuyor.

6-) CPJ’nin araştırmasına konu olan gazetecilerin dörtte üçünden fazlası, haklarında bir mahkumiyet kararı olmaksızın hapiste tutuluyor ve mahkemenin kararını tutuklu halde bekliyor.

7-) Türkiye’deki hapis gazetecilerin sayısı İran, Eritre ve Çin gibi en baskıcı ülkeleri fersah fersah geçiyor

8-) Ceza Kanunu’nda oldukça geniş ifade edilen maddeler yetkililere, gazetecilerin mesleki faaliyetlerini yasadışı siyasi hareketlerle ya da darbe planları iddialarıyla bağlantılandırmaları için oldukça geniş bir zemin sağlıyor.

9-) Gazetecilerin, polis ve mahkemelerin icraatları hakkında derinlemesine ve bağımsız olarak haber yapmasını fiiliyatta suç haline getiren diğer yasa maddeleri ise “soruşturmanın gizliliğini ihlal etmek” ve “adil yargılamayı etkilemek” gibi maddeler. Her ne kadar bu maddeler nadiren gazetecilerin hapsedilmesine yol açıyorsa da ciddi bir sindirme aracı olarak gazetecileri
oto-sansür yapmaya zorluyor. Öte yandan bu maddeler çok sık kullanılıyor: Türkiye’de basın özgürlüğü konusunda çalışan sivil grupların verilerine göre, 2011 yılı sonu itibarıyla, gazeteciler hakkında açılmış ceza davası sayısı 5,000’i buluyordu.

10-) Tüyo alma, haber dağıtımı, röportaj yapma, meslektaşlarla haber paylaşma gibi en temel habercilik faaliyetleri, savcılarca terör eylemleri olarak tanımlanmış durumda.

11-) Yetkililer ülkenin Terörle Mücadele Yasası’nı Kürt gazetecilere karşı bol bol kullanıyor. Bağımsız analistlere göre, yasanın terör tanımı oldukça geniş ve muğlak ve bu da heveskar savcı ve hakimlerin, Kürt meselesine yakın duran gazetecileri terör örgütü üyesiymiş gibi hapsetmesine

olanak sağlıyor. Bu tür yasa maddeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ifade özgürlüğünü koruma altına alan 10. Maddesi’yle çelişmektedir.

12-) Hükümet, Kürtlerin görüşlerini baskı altına alma çabasının bir parçası olarak, kelimelerin kullanılmasıyla ilgili düzenlemeler yapacak kadar ileri gitti. 2012 yılında Danıştay, televizyonlarda PKK üyeleriyle ilgili olarak “gerilla” kelimesinin kullanılmasını, “teröristleri ve terörü meşrulaştıracağı” gerekçesiyle yasakladı.

13-) Üst düzey hükümet yetkilileri CPJ’ye gönderdikleri mektuplarda, Temmuz 2012’de kabul edilen yasayı basın özgürlüğünü geliştiren bir reform paketi olarak sunuyor. Yasayla birlikte “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs etmek” gibi bazı suçların cezaları indirildi, propaganda yapmakla suçlanan dergilerin sansür edilmesi (toplatılma ve yasaklanması) engellendi ve devlete karşı işlenen suçlarda ve terör suçlarını yargılayan sistemde değişiklik yapıldı. Ama bu yargı reformunda, muhalif görüşleri ve eleştirel haberleri susturmak için kullanılan muğlak ve geniş ifadelerden kurtulmak için, terörle mücadele ve ceza kanunlarında köklü bir değişiklik yapılmadı. Kaygı verici bir gelişme olarak, yasanın kabul edildiği ay iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi, yargı sisteminden, ulusal güvenliğe ve diğer kamusal konulara ve hatta “kamu ahlakı,” “başkalarının hakkı” gibi oldukça muğlak ifade edilmiş birçok konuya kadar haber yapılmasını kısıtlayacak, kapsamlı bir anayasa değişikliği önerdi. Ekim 2012’de Meclis’in gündemine gelecek olan öneri, ülkenin temel hukuki dokümanında, eleştirel görüş ve ifadelerin bastırılması yönünde ifadeler yer almasına sebep olabilir.

14-) Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik tehditler hakiki. Ama bu, muhalefet etmenin terör suçuyla aynı kefeye konduğu bir ortamın yaratılmasını meşru göstermez.

15-) Erdoğan’ın Nuray Mert’i hedef alan ve hain olduğunu ima eden saldırgan sözleri üzerine Mert, güvenliğini tehdit edecek kadar ağır saldırıların hedefi oldu. Siyasi hassasiyetler nedeniyle patronları televizyon programını ve gazetedeki köşesini iptal etti.

16-) Basına karşı yürütülen bu kampanyaya, gazetecilere karşı çok sayıda hakaret davası açan Erdoğan öncülük ederken, O ve hükümeti, medya kuruluşlarına eleştirel yazılar yazan personellerini dizginlemeleri için baskı yapıyor. Tüm bunların sonucunda oto-sansür yaygınlaşıyor, finansal, mesleki ya da hukuki bir misillemeyle karşı karşıya kalmaktan korkan medya organları ve gazeteciler, Kürt meselesi ve basın özgürlüğüne yönelik baskılar gibi hassas konulara dokunmamaya gayret ediyorlar.

17-) CPJ’nin Türkiye’deki tutukluluklarla ilgili incelemelerine göre son iki yılda baskı daha da arttı: Tutuklu gazetecilerin üçte ikisi 2011 veya 2012’de gözaltına alınmış durumda.

18-) Sol tandanslı Özgür Radyo’nun Genel Müdürü Füsun Erdoğan hala karar çıkmadan devam eden dava nedeniyle altı yıldır hapiste. Kürt gazetecilerin davalarında, hakimler ve kolluk görevlileri sanıkların anadilleri olan Kürtçe’de ifade vermelerine genellikle izin vermiyor. Oysa başka suçlarla yargılanan sanıklara dil desteği genellikle sağlanıyor.

19-) İddianamelerde Orwell-vari suçlamalar yer alıyor; yani, bir gazeteci şüpheli olarak tespit ediliyor ve sonra diğer bir gazeteci de ilkiyle irtibata geçtiği için şüpheli olarak değerlendiriliyor. Ergenekon davasında hükümet bu oluşumu o denli geniş ve muğlak bir biçimde tanımlıyor ki, Ergenekon’u eleştiren Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi tanınmış araştırmacı gazeteciler bile bu davayla bağlantılandırılabiliyor.

20-) Darbeden sonra tesis edilen -ve büyük bölümü hala yürürlükte olan- geniş, içtimai ve baskıcı yargısal yapı ve sürmekte olan Kürt isyanı Erdoğan hükümeti dâhil, birbiri ardına gelen yönetimlerin muhalefeti cezalandırmasına, entelektüel rakiplerini terörist olmakla suçlamasına ve kendilerini eleştiren gazetecileri dalga dalga hapse atmasına olanak sağladı.

21-) Türkiye’nin -ayrı ayrı ve birlikte uygulanabilen- Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu, neyin terör suçu veya terör örgütleriyle bağlantılı olmak suçu olduğuna dair geniş bir yorum fırsatı veriyor. Gazeteciler hakkındaki suçlamalar Ceza Kanunu’nda “bir örgüt adına suç işleme”yi düzenleyen Madde 220.6, “bilerek ve isteyerek bir örgüte yardım ve yataklık yapma”yla ilgili Madde 220.7 ve “örgütün ya da amacının propagandasını yapma” suçunu düzenleyen 220.8. madde bağlamında yapılıyor. 1 Ağustos 2012 itibariyle hapisteki gazetecilerin yüzde doksan beşten fazlası bu tür ağır suçlarla itham edilmekteydi.

22-) CPJ’nin yaptığı analiz, Terörle Mücadele Kanunu’nun hem geçmişte, hem de son iki yıldır Kürt gazetecilere karşı bir sopa gibi kullanıldığını ortaya koyuyor. Mesela, ülkedeki tamamı Kürtçe yayınlanan tek gazete olan Azadiya Welat’ın Genel Yayın Yönetmeni Tayip Temel hakkında yasadışı KCK örgütüne üye olmak suçundan 22 yıl hapis cezası isteniyor. Hükümetin sunduğu kanıtlar ise Temel’in basılmış işleri, meslektaşları ve aralarında iki Kürt siyasi partisinin üyelerinin de bulunduğu haber kaynaklarıyla yaptığı telefon görüşmelerinin dinlenmesiyle hazırlanmış tapeler.

23-) Temel’inki gibi terör suçları ve devlete karşı işlenen suçların söz konusu olduğu davalar, Ceza Muhakemeleri Kanunu tarafından özel yetkiyle donatılmış ve sanıkların aleyhine işleyen “özel yetkili mahkemelerde” görülüyor. Bu özel mahkemeler zanlıları aylarca ve hatta yıllarca mahkemeye çıkarmadan hapiste tutma yetkisine sahip. Tutukluları incommunicado (her türlü iletişimden koparılmış halde) tutabilir, savunma avukatına erişimini kısıtlayabilir, tutuklularla avukatları arasındaki iletişimi engelleyebilir ya da filtre edebilir ve sanığın dava dosyasına erişimini kısıtlayabilir. Bu yetkiler hukuk usullerini hiçe saymakta, masumiyet karinesini yok etmekte ve ibreyi ağırlıklı olarak devlet lehine çevirmektedir. Temmuz 2012’de hukuk kurallarının ihlal edildiğine dair çok sayıda eleştirinin gelmesi üzerine Meclis, özel mahkemeleri kaldıran bir yargı paketini kabul etti. Ancak özel yetkili mahkemelerin hali hazırda bakmakta olduğu davalar bu yasa değişikliğinden etkilenmedi; bu mahkemeler şu anda ellerinde olan dosyalara bakmaya devam edecekler.

24-)Temmuz ayında kabul edilen reformlar ne yazık ki eleştirel haberleri ve muhalif görüşleri susturmak için mütemadiyen kullanılan terörle mücadele ve ceza kanunlarındaki geniş, muğlak üslubu kaldıracak şekilde kökten bir değişiklik getirmiyor. Ayrıca bu değişiklikler, yapılan her yeni reformun daha baskıcı bir adımla önünün kesilebileceği bir siyasi ortamda yapılıyor.

25-) Her ne kadar sorunun özünde baskıcı yasalar ve yargı sistemi olsa da idarenin en üst düzeyinde yaratılan iklim de aynı oranda önemli. Mehmet Ali Birand “Yargı tavrını hükümete bakarak ayarlıyor” diyor. “Hükümet sertleştiğinde, Başbakan konuşmalarında sert cümleler kurduğunda, yargı da sertleşiyor.”

26-) Avrupa Gazetecilik Merkezi 2010 yılında yaptığı analizde, Türkiye medyasının büyük bölümünün inşaat, bankacılık, turizm ve finans gibi farklı sektörlerde de şirketleri olan bir kaç holdingin elinde olmasının haber kuruluşlarını siyasi baskı karşısında savunmasız kıldığının altını çizmişti.

27-) Herşey hükümetin 2007 yılında Sabah gazetesini ele geçirmesiyle başladı ve Doğan medya grubuna verilen devasa vergi cezasıyla da durum iyice kötüledi. Ondan sonra gazetelerin yazı işlerinde değişiklikler oldu, muhalif gazeteciler işten atılmaya başladı ve yavaş yavaş ancak istikrarlı bir biçimde hükümeti eleştiren ya da hoşnut olmayan yorum ve haberlerden uzaklaşılmaya başlandı. Gazeteler rutin bir biçimde oto-sansür uyguluyor ve eleştirel bilgi ve haberleri, tirajlarda düşme olmasına rağmen yayınlamıyorlar.

28-) Hükümeti sert bir biçimde eleştiren ulusalcı web sitesi Odatv davası iyi bir örnek teşkil ediyor. İddianamedeki deliller ikna edici değil: yayınlanmış makaleler, çalışanlar arasında haberlerle ilgili yapılan gizlice kaydedilmiş konuşmalar ve Odatv gazetecileri ile haber kaynakları arasındaki e-postalar. Şubat ve Mart 2011’de görülen davada bir düzine gazeteci hakkında suçlamada bulunuldu ve 1 Ağustos 2012 itibariyle en az dördü hala tutuklu yargılanıyordu. Suç delili olarak gösterilen yazılar, haberler sadece ODA TV’de yer alan makaleler değil, diğer gazetelerden iktibas ettikleridir… Haber merkezinin fihristi, santralinden yapılan görüşmeler suç kanıtı yapılmış.

29-) Ocak 2007’de Türkiyeli Ermeni gazeteci Hrant Dink’i katledenler serbest dolaşıyor. Davada sadece, cinayeti işlediğinde on yedi yaşında olan tetikçi ve üç önemsiz suç ortağı suçlu bulunarak hapsedildi. Dink davasını takip edenlerin, cinayette ve cinayetin örtbas edilmesinde pay sahibi olmakla suçladıkları, aşırı milliyetçi hassasiyetleri olan polis ve askeri yetkililer hakkında hiçbir zaman doğru dürüst bir soruşturma yürütülmedi. Katledilmesinden önce Dink, ölüm tehditleri, nefret dolu mesajlar alıyordu.

30-) Gazetecileri dava başlamadan hapse atmak konusunda hızlı davranan sistem, anlaşılan kurban gazeteci olunca farklı işliyor.

31-) Dicle Haber Ajansı çalışanları hakkındaki iddianame, bir ajans çalışanının gündelik işleriyle ilgili detaylarla dolu. Bir editör Kürtlerle ilgili bir gösteriyle ilgili bilgi veriyor; bir muhabir, siyasi bir protesto olarak kendini ateşe veren bir genç hakkında haber yapıyor, bir diğeri ise polisin bir Kürt siyasi partisine yönelik operasyon yapma olasılığı hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Ama hükümetin iddianamesine göre bunların her biri uygunsuz fiiller: Tüyolar yetkililere bildirilmeliydi; kendini yakan genç propaganda yapmak için haberleştirildi; operasyon haberini takip etmenin sebebi hükümeti aşağılamaktı.

32-) CPJ’nin Ağustos 2012’de yaptığı kapsamlı araştırma sırasında Türkiye’de hapiste bulunan 76 gazetecinin yüzde yetmişten fazlasını Kürt gazeteciler oluşturuyordu.

33-) ABD Dışişleri Bakanlığı 2011 ülke raporunda “Kamusal veya siyasal düzlemde Kürt kimliklerini ya da kamusal alanda Kürtçe kullanılmasını savunan Kürtler kınama, taciz ve kovuşturmayla karşı karşıya kaldı” diyordu. O yıl Türkiyeli yetkililer, Kürt politikacılarını, gazetecileri, akademisyenleri ve dernek ve sendika aktivistlerini kitlesel olarak gözaltına aldı ve onları içinde Kürdistan işçi Partisi (PKK)’nin de bulunduğu Kürt gruplarından oluşan şemsiye bir örgüt olan Kürdistan Topluluklar Birliği – (KCK) üyesi olmakla suçladı. Aslında devlet, Kürt meselesiyle çok ilgili olduğunu düşündüğü görüşlerin ifade edilmesini, terör savunuculuğu yapıldığı iddiasıyla düzenli olarak kınamakta.

34-) Associated Press tarafından 2011 yılında yapılan bir çalışmaya göre 11 Eylül saldırılarından beri dünya çapında terör bağlantılı suçlar için verilen mahkumiyet kararlarının üçte biri, yani 12,897 tanesi Türkiye mahkemeleri tarafından verilmiş.

35-) Türkiye’de yetkililer ülkenin basın özgürlüğü ve insan hakları karnesiyle ilgili eleştirilere zaman zaman cevap veriyorsa da, Erdoğan, Şubat 2011’de ABD Elçisi Frank Ricciardone hapis gazeteciler konusunu gündeme getirdiğinde, deneyimli elçiye “çaylak” diyerek olumsuz bir yaklaşım sergiledi. Siyasi muhalefetin darmadağın olduğu, Türkiye’deki kurumların zayıf kaldığı ve uluslararası baskının azaldığı bir dönemde Erdoğan’ın eleştirilere kişisel tahammülsüzlüğü ve haber medyasına karşı derin şüpheciliği pratikte bir devlet politikasına dönüşmüş durumda.

36-) İki yıl içinde 5651 No’lu Kanun uyarınca 2,600’ün üzerinde siteye erişim engellendi. Son resmi rakamlara göre bunların yüzde sekseni doğrudan Telekomünikasyon Daire Başkanlığí’nın emriyle engellendi. Bunun anlamı herhangi bir kamusal veya yargısal denetimin olmadığıdır. Hükümet, Mayıs 2009’dan beri yeni istatistik yayınlamıyor ama The Washington Post 2011 sonunda yasaklı site sayısının yaklaşık 8,000 olduğu tahmininde bulundu. Anlaşılan bu yasakların hepsi kanuni değil. 5651. No’lu kanun yürürlüğe girdiğinden beri Özgür Gündem ve Keditör gibi Kürt meselesiyle ilgili haber yapan sitelere Türkiye’den erişim engellenmiş durumda. Bu sitelerin arkasındaki kişiler hakkında “yasadışı örgüt propagandası yapmak” ve “silahlı eyleme teşvik etmek” gibi suçlardan davalar açılıyor. Ama 5651 No’lu Kanunda bu tür suçların internet yasaklı olmasını gerektiren bir kanun maddesi yok. Türkiye hükümetinin bu kurumların faaliyetlerini yasaklı siyasi hareketleri destekledikleri gerekçesiyle kısıtlamak için birçok aracı var ancak websitelerine erişimi engellemek için ISP’lerinin yasaklanması bunlardan biri değil.

Türkiye’de basın özgürlüğü en kötü dönemlerinden birini yaşamakta. Ne yazık ki medyada buna tepki gösteren basın mensubu sayısı çok az, o kişiler de seslerini yükselttiğinde maalesef daha fazla baskıya maruz kalıyorlar. AKP Hükümeti’nin basın özgürlüğüyle ilgili olumlu bir adım atması güvenlik kaynaklı politikaları terk etmedikleri sürece mümkün görünmüyor.

Leave a Reply