Televizyonunun yavaş yavaş evlere girmesiyle beraber hayal dünyalarında oluşan değişimle birlikte dünyanın en saf varlıkları çocuklar kendilerine yeni idoller oluşturmaya ve yeni hayaller kurmaya başladılar. Mahallenin sürekli araba geçen caddelerinde futbol oynayan kısa şortlu çocuklar artık bu severek yaptıkları eğlencelerin kimileri tarafından icra edilen meslekler haline geldiklerini fark ettiler. Bazıları bu spor dallarını kendilerinden daha heyecansız şekilde oynuyor bir de bu oyun için dolar veya euro birimleri ile ölçülebilen paralar alıyorlardı. Kan ter içinde kalarak oynanan oyunlar artık soğuk birer para kaynağı olarak gelmeye başladı insanlara. “Profesyonelleşen” hobiler karşısında bazı amatör ruhlu insanlar yaptıkları işlerin dışında söylemlere bulunmaya başladıklarında sokakta toz içinde kalan o çocukların kahramanları haline gelmeleri çok da zor olmadı. Söyledikleri düzen içerisinde aykırıydı ve bu aykırılık doğal olarak ilgi çekiyordu. Bu girizgahın amacı dünya spor tarihinde başarılarından daha çok söylemleriyle kahramanlaşan Muhammed Ali’yi anlatmak için.
Beyaz Hristiyanların yönettiği bir toplumda siyahi ve Müslüman bir kişilik olarak siyah beyaz ekranlarda yer alan Muhammed Ali Müslüman aleminin çok da alışık olmadığı bir başkaldırı simgesiydi. Bu manifestonun yazarı olarak Muhammed Ali, Damat Ferit yandaşlığı sergilemiyor kendisine tamamen zıt yöneticilere kafa tutan söylemlerde bulunuyordu. Var olan ayrımcılığı reddediyor eşitsizliğe karşı başlatılan yürüyüşün lideri oluyordu. Bu başkaldırı sayesinde sadece Amerika içerisinde kalmayan bir topluluğa hitap ediyor ve dünyanın dört bir yanından destekçi topluyordu. Özellikle dünyanın kanla yoğrulan coğrafyası Ortadoğu için bir Supermen yetişiyordu. Necmettin Erbakan’ın, Muhammed Ali’yi Türkiye’de ağırlaması veya şimdiki Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın Ali’nin cenaze törenine katılacak olması anlatılanların kafalarda şekil alması için yeterli olacaktır. Tabi ki Muhammed Ali gibi bir kahramanın ortaya çıkmasında bu siyasi söylemlerin tek başına yetmeyeceği aşikar. Kendisi de bu durumu “Ben en iyisiyim. Bunu gözlerimle görmeden önce de söylüyordum. Sakın bana şu işi yapamazsın demeyin. Olanaksız olduğunu anlatmayın. En iyisi olmadığımı söylemeyin. Ben en iyinin de iyisiyim.” Sözleriyle en iyi şekilde açıklıyor. Onun yumrukları yaşadığı dönemde dünyanın en iyisi olmasına yetiyordu.
Tüm bu bilgilere rağmen sorulması gereken soru ise; Muhammed Ali’nin neden Türk toplumunda bu kadar sevildiği? Her zaman yüzde 99’unun Müslüman olduğu söylenen, Sünniliğin tek geçerli mezhep olarak kabul edildiği ve Türklüğün tartışılmaya dahi açık olmadığı bir toplumda tüm bu inanışların doğruluğu veya yanlışlığı tartışılmadan ele alınması gerekecek konu; kalıpların oluşturduğu toplumda anarşik olarak kabul edilebilecek birinin nasıl kahraman olduğudur… Genel olarak tek adam tarafından yönetilmeye alışık Müslüman toplumlarında ve otoritenin asla sorgulanmaya açık olmadığı Türk toplumlarında Muhammed Ali gibi bir başkaldırı figürünün nasıl kahraman haline geldiği sadece olayların bu coğrafya dışında ve dünyanın süper gücü olarak kabul edilen Amerika’da gerçekleşiyor olmasından kaynaklanmaktadır. Anlatılanlardan siyasi çıkarımlar yapılmadan ve güdülen siyasi tartışmalara bulaşılmadan ele alınmasını istediğim konu kendisini “Louisville’de insanlar hala pis zenci diye çağırılıp köpek muamelesi görüyorken ve en basit haklarından bile mahrumken benden üzerime bir üniforma geçirip 10000 mil ötedeki bir ülkede bomba atıp kurşun sıkmamı nasıl beklerler? Hayır 10000 mil öteye gidip beyaz köle efendilerinin beyaz olmayan başka bir millet üzerine baskı kurmalarına, onları öldürmelerine, evlerini yakmalarına yardımcı olmayacağım. Gün böyle kötü işlerin sona ermesinin günüdür. Böyle bir tavır içinde bulunmanın bana milyonlarca dolara mal olacağını söylediler. Ama daha önce de söyledim ve yine söylüyorum. Benim halkımın gerçek düşmanı burada, Amerika’da. Kendi özgürlüğü, kendi adaleti ve eşitlik için savaşan o insanları köleleştirmede kullanılan bir maşa olmayacağım. Dinimi, halkımı ve kendimi küçük düşüremem. Eğer bu savaşın benim 22 milyonluk halkıma özgürlük ve eşitlik getireceğini düşünseydim kendim gidip orduya katılırdım. Kendi inandığım değerler için direniyorum. Kaybedecek hiçbir şeyim yok. Beni hapse atacaklarmış, ne olmuş sanki? Zaten 400 yıldır hapisteyiz.” bu sözlerle açıklayan Muhammed Ali’nin Türkiye Cumhuriyeti içerisinde hangi ideolojiye girdiğini düşünmeden kahramanlaştırılmaması gerektiğindendir.
Aslında Türk toplumu genelde otoriteye başkaldıran insanları birer kahraman olarak göstermeye yatkındır. Dağlarda yaşayan Köroğlu’nun veya Dadaloğlu’nun halk edebiyatının en önemli karakterlerinden oldukları yadsınamaz. Ancak toplum kendi döneminde başkaldırıyı asla affetmemekte ve sadece destanlaştıktan sonra bu isyanlarla tanışmayı başarabilmektedir. Tüm bu gerçekler ortadayken Vietnam savaşına gidip insan öldürmeyi reddeden Muhammed Ali’nin günümüz Türkiye’sinde aynı çıkışı yapması sonucu alacağı reaksiyonu düşünmeden geçemiyor insanoğlu. Soru şu Muhammed Ali’yi Türkiye Cumhuriyeti içerisinde kahraman yapan düşünceleri mi yoksa sadece Müslüman oluşu mu?
Turan
Sadece müslüman oluşu