Queen Mary Üniversitesi’ndeki Hukukçu Mezunumuz Burak Eryiğit’e Sorduk

GB: Bize kendinizden ve eğitim hayatınızdan biraz bahseder misiniz?

Eryiğit: Burak Eryiğit. Trabzonlu, 5 çocuklu bir ailenin en büyük çocuğu olarak İstanbul’da doğdum. İlköğretim ve lise öğrenimimi İstanbul’da tamamladıktan sonra kimilerine göre radikal bir kararla Ankara’da Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başladım. Kimilerine göre radikal dememin sebebi İstanbul’dan Ankara’ya gitmemdi. Kolay bir karar olduğunu söyleyemeyeceğim ama işte Bilkent’in gücü… bir sene hazırlık bir sene de Erasmus değişim öğrencisi olarak Fransa’da geçirdiğim zaman da dahil olmak üzere 6 yılımı (gençliğimin en verimli yıllarını) Bilkent’te geçirdikten sonra 2012 yılında mezun oldum. Bunların hepsi tabi teknik detaylar. Genelde bu sorunun cevabı olarak “şöyle mükemmel bir öğrenciydim böyle mükemmel bir öğrenciydim” şeklinde açıklamalar yapıldığını görüyor veya okuyorum. Kendim için şunu söyleyebilirim: sıradan, normal bir öğrenciydim. Üniversite yıllarında (Fransa’da geçirdiğim yıl hariç) derslere gitmeye çalışır (hepsine gidemesem de) sınav döneminde de sınavlara hazırlanırdım.

Mezun olduktan sonra 3 yıl boyunca avukat olarak çalıştım. Ardından da Uluslararası Karşılaştırmalı Uyuşmazlık Çözüm Yolları alanındaki yüksek lisans eğitimim için şu anda bulunduğum Londra Queen Mary Üniversitesi’ne geldim. Şu an sınav donemi, o yüzden ders çalışıyorum.

GB: Hukuk bölümünü seçmenizin sebebi neydi?

Eryiğit: Bu husus benim açımdan iki aşamalı bir şekilde ortaya çıktı. İki farklı aşamadaki yaklaşımım da birbirinden çok farklı.

Lisede son sınıfa kadar sayısal öğrencisiydim. Meslek olarak karşımda iki ana grup duruyordu: Mühendislik ve Tıp. O dönem herkes ne istediğini düşünüp kendisine hedef belirliyordu. Ancak durum ben ve bir kısım tanıdıklarım için o kadar kolay değildi. Hayatta acı ama gerçek olan bir olgu vardır: Her zaman ne istediğini bilmezsin. Hele ergenlik döneminde neredeyse hiçbir zaman ne istediğini bilmezsin. Ben ne istediğimi bilmiyordum ama ne istemediğime karar verebilmiştim. Doktor veya mühendis olmak istemiyordum. Dolayısıyla eşit ağırlığa geçmeye karar verdim. İnsan ilişkilerimin iyi olduğunu düşündüğümden (en azından o zaman öyle inanıyordum) sayısal bilimler yerine beşeri bilimleri tercih ettim. Orada ne yapacaktım hiçbir fikrim yoktu o sırada. En başta onunla kafayı yormak istemedim ta ki bir noktada artık bu işte bir sıkıntı var ne olacağım ben diye kafayı kırana kadar. O anda çok güzel bir tavsiye aldım: “Kafanı bunlarla şimdi yorma. Sen ÖSS’ye gir, elinden gelenin en iyisini yap, sonra seçimini yaparsın”. Ne istediğini bilmeyen bir insan için çok mantıklı bir tavsiyeydi.

ÖSS’den sonra gerçekten bir tercih yapmam gerekiyordu artık. Üniversiteleri ziyaret etmeye başlamıştım ama hâlâ karar veremiyordum. Bilkent ziyaretim sırasında benim için enteresan bir hadise yaşandı. Müsait olmaları sebebiyle, önce Hukuk Fakültesinden bir öğretim görevlisi, ardından da İşletme Bölümü’nün dekanı ile görüşme fırsatı bulmuştum. Hukuk Fakültesi öğretim görevlisi ile yaptığım görüşme tam bir felaketti. Değerli akademisyen, konuşmamız sırasında hukuk bölümü dediğim için 17 yaşındaki beni “Hukuk bir bölüm değildir, bunun adı Hukuk Fakültesi” diye fırçalamıştı. Ergen halimle ben de cevap verince tabi tatsız bir diyalog yaşandı. Görüşmenin ardından hukukçular böyleyse deli miyim ben neden hukuk okuyup kendime yazık edeyim diye düşünüyordum. Eğer hukuk olacaksa bile, Bilkent Hukuk olmayacaktı, orası açıktı. Ardından yaptığım görüşme ise tam tersi. İşletme Fakültesi dekanı şiir gibi konuşuyordu. Şiirin ş’sinden bile anlamayan ben o kadar etkilenmiştim ki ağzım açık kendisini dinliyordum. İkinci görüşmenin ardından rüyada gibiydim ve işletme okumakta kararlıydım. Bir arkadaşım beni dürtüp resmen rüyadan uyandırmak zorunda kalmıştı. Görüşmelerin ardından İstanbul’a dönüp, elimdeki bütün bilgileri, değişik üniversitelerde topladığım bütün bilgileri toparladım. Daha önemlisi, ardından kendi araştırmamı yaptım. Orada durmayıp, başka insanlarla, üniversite öğrencileriyle, mezunlarla görüştüm. Kararımı biliyorsun zaten: Hukuk. Bir hukuk mezununun diğer bir kısım alanların mezunlarının da yapabildikleri işleri yapabiliyor olması ama tam tersinin mümkün olmaması sebebiyle hukuk. Özgürlüğüne düşkün biri olarak bana en çok seçenek sunabilecek olan bir alanı seçtiğimi düşünmüştüm. Ne olmak istediğimi bilmesem de, seçeneklerim olmasını istiyordum.

Bu süreçte birçok şey öğrendim. Hani hep derler ya; ne istediğini bilip kendine hedef belirlersen, hayatta başarılı olursun yoksa işin zor diye. Bu husus her zaman herkes için geçerli değil. Bazen ne istediğini değil, ne istemediğini bilirsin. O da sana yol göstermek açısından yeterli olabilir. Birtakım insanların iddia ettiği gibi ne istediğimi bilmemek beni başarısız mı yaptı? Bence hayır. Ne istediğimi bilmiyorum diye vakit kaybetmeye gerek yok yani. Ha, ne istediğini biliyorsan o daha iyi tabi. Diğer bir husus: Konuşabildiğin kadar insanla konuş alabildiğin kadar tavsiye al. Ne kadar çok o kadar iyi. Gereksizleri ayıklamak biraz zaman alabilir ama nereden ne öğreneceğini denemeden bilemezsin ve o öğrendiğin paha biçilemez olabilir. Sonuçta kararı verecek olan sensin. Asla kendi araştırmanı yapmadan da sadece insanlardan aldığın bilgiyle sonuca ulaşma. Bir de sürekli şeytanın avukatlığını yap. İyi, güzel de; ya böyle olursa, peki buna ne diyorsun, gibi.

20_124_03GB: Lisans öğreniminiz için Bilkent’i seçmenizin nedenleri nelerdi?

Eryiğit: ÖSS’ye girdiğim yıl olan 2006’da, Bilkent Hukuk Türkiye’nin en iyi 3 hukuk fakültesinden biri olarak kabul ediliyordu. Kimine göre 1. kimine göre 2. kimine göre 3. tabi ki. Ben en iyisi olduğuna karar verdiğimden Bilkent Hukuku tercih ettim. Sebebi ise kendimce çok mantıklı. Hukuk beşeri bir bilim (tabi bilim olarak kabul edildiğini varsayarsak) dolayısıyla laboratuvarlarda üretilmiyor. Bu durumda bir hukuk fakültesi için önemli olan husus akademik kadrosu. Üniversite yıllarımda Bilkent Hukuk alanında en yetkin akademisyenleri barındırıyordu. Tabiri caizse isimleri yetiyordu hocalarının. Ergun Özbudun, Erdal Onar, Hikmet Sami Türk, Sami Selçuk, Vedat Buz ve adını saymakla bitiremeyeceğim daha birçoğu… Kısaca hukuk fakültelerinin akademik kadrolarını, akademisyenlerinin eserlerini, kendilerine yapılan atıfları kısa bir şekilde karşılaştırdığımda, Bilkent Hukuk diğerlerinden bazen bir bazen de birden çok adım öndeydi. Kararımı verdiğimde, görüşmüş olduğum değerli akademisyeni unutmuş değildim. Kendisinden ders aldım ve çok şey öğrendim. Minnettarım.

GB: Keşke başka bir bölüm yazsaydım dediğiniz ya da hukuk yazdığınıza pişman olduğunuz oldu mu?

Eryiğit: (Gülüyor) Acaba sorusunu çok sordum hatta bugün bile soruyorum ne de olsa meraklı bir insanım ama hayat felsefesi olarak pişmanlık yaşamayı veya “keşke” dememeyi tercih ediyorum. Ha, birçok konuda ne kadar başarabiliyorum bunu, tartışmalı ama hukuk noktasında pişmanlık yaşamıyorum. Ne yaparsam yapayım, hangi davada veya projede çalışırsam çalışayım elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışan bir insanım. “Keşke”ler, pişmanlık bizi bir adım ileri götürecek şeyler değil. Ama insanların böyle dönemler geçirmesini de gayet doğal buluyorum. Sonuçta ne olurdu bilmiyoruz ama nedense hep daha iyi olacağını hayal ediyoruz. Ben şahsen hukuk noktasında bunu yaşamıyorum ama sunu söyleyebilirim ki, kimse kimse silah zoruyla belli bir işi yapmaya zorlamıyor. “Keşke”ler, pişmanlıklar artık normalin üstündeyse bir insan için, o insanın bu durumu değiştirmeye gücü olduğuna inanıyorum. Gereğinden fazla hayatını etkileyecek seni bir adım bile ileri götüremeyip geri geri götürecek kadar “keşke” deyip pişmanlık yaşıyorsan, pişmanlık yaşadığın şeyi yapmayı bırakıp artık “keşke” dediğin şeye doğru yol almaya başla şimdiden. Denemeden bilemezsin. Hayat bazen deneme yanılmalardan ve ardından da amacına ulaşmaktan ibarettir. Realist olmayı ihmal etme yeter.

GB: Bilkent’te okurken okul içinde veya dışında hangi kulüp ya da topluluklarda rol aldınız?

Eryiğit: Doğruyu söylemek gerekirse kulüp veya topluluk faaliyetlerinde dilediğim kadar yer alamadım. Zira sabit fikirli, yeniliğe açık olmayan ve ayrımcı bir şekilde politize olmuş veya olmakta olan kulüp veya topluluklardan her zaman uzak durmaya çalıştım. Bugün de aynı şeyi yapmaya çalışıyorum. Bu tarz yaklaşımlar gelişmenin/ilerlemenin önündeki en büyük engellerden biri. Bilkent’te yer alan kulüpler bu açıdan en sağlıklılarından bazıları ancak sütten çıkmış ak kaşık olduklarını da iddia etmemek lazım.

Spora ilgimden dolayı Bilkent’te “Bilkent Taekwondo”ya sürekli katılıyordum. Bilkent’te en uzun süre içerisinde bulunduğum topluluk diyebilirim. Onun da dışında bir dönem, farkına geç vardığım “Debate Society”nin faaliyetlerine katılmaya başladım. Şaşırtıcı bir şekilde yoğun olan programım sebebiyle “Tiyatro Kulübü” hayallerimin suya düşmüş olması hâlâ içimde bir yaradır.

GB: Bilkent Hukuk’ta en sevdiğiniz ders hangisiydi ve en sevdiğiniz hoca kimdi?

Eryiğit: (Gülüyor) Çok şahsi bir soru. Ayrı ayrı düşünüyorum şimdi. Kamu hukukuna olan soğukluğum dolayısıyla genellikle özel hukuk derslerine olan sevgim kaçınılmazdı tabi. Ama tek bir ders tek bir hoca seçmem mümkün değil tabi ki. Borçlar, anayasa, Avrupa Birliği, modern hükümet sistemleri, milletlerarası özel, rekabet, international business law, roma (nedenini ben de bilmiyorum), karşılaştırmalı özel hukuk, tahkim özellikle zevk aldığım derslerden birkaçıydı. Hocalar konusu daha da iyi. Bazen bir dersi hiç sevmezsin ama hocasını çok seversiniz ya… O acı durumu çok yaşadım. Bütün hocalarımı severdim tabi ki, aksi düşünülemez. Ergun Hoca, Erdal Hoca, Vedat Hoca, Cengiz Hoca ve daha birçoğu, şu an aklıma gelen sevdiğim ve ekstra saygı duyduğum kişiler.

GB: Bilkent’te hiç unutamadığınız bir anı var mı?

Eryiğit: Doğruyu söylemek gerekirse Bilkent’te unutamadığım birçok anım var. Aralarından bir tanesini bugün bile birçok insanla (en azından hukukçularla) tekrar tekrar paylaşıyorum. Hukuk fakültesindeki ilk senemde, Hukuka Giriş dersinde dersin hocasından ciddi bir fırça yemiştim. Fırça yememin sebebi genelde insanların falan filan dedikleri noktada benim “falan fıstık” demiş olmamdı. Dersin teneffüsünde değerli hocam bana hiç unutamadığım ve özellikle stajyerlerle profesyonel hayatlarında kullanmaları tavsiyesiyle paylaştığım bir ders vermişti: “Sen artık bir hukukçusun. Hukuk diliyle konuşmayı öğren. Falan filan yok. Falan fıstık hiç yok!” Ertesi yıl kaybettiğimiz değerli hocamız Doç. Dr. Haluk Konuralp’i hâlâ rahmetle anarım.

GB: Neden avukat olmayı seçtiniz?

Eryiğit: Neden avukat olmayı tercih ettiğim yine ne istemediğimi bilmememin etkili olduğu bir husus. Hukuk fakültesini bitirmek üzereydim ve başka bir alanda çalışmaktansa burada öğrendiklerimi hayata geçirmek istiyordum. Bildiğim bir şey vardi ki hakim veya savcı olmak istemiyordum. O dönemde, hâlen fazlasıyla genç olmanın da vermiş olduğu bir duyguyla akademisyenliğin, sabrımın yeterli olmayacağı bir meslek dalı olduğuna kanaat getirmiştim. Dolayısıyla avukatlık daha çekici gelmişti. Düşüncelerim değişmiş değil. Ancak avukatlığın yanında belki yarı zamanlı olarak ders verebilmek ve kendi bildiklerimi, tecrübelerimi başkalarıyla paylaşabilmek hâlâ hedeflerimden biri olarak yerini koruyor.

GB: Bilkent’in, özellikle avukatlıkla ilgili olarak size kattığını düşündüğünüz bir şey var mı?

Eryiğit: Bilkent’in bir hukukçu olarak bana kattığı çok şey var ama özellikle avukatlıkla ilgili olarak seklinde bir ayrımına gitmeyi doğru bulmuyorum. Bana göre Bilkent’in bana kattıkları sadece avukatlarda değil bütün hukukçularda olması gereken özellikler. Bunların başında sorgulayıcı olmak geliyor. Sorgulayıcı olmak birçok insanın zaten doğasında olan bir şey ama filizlenmesi için uygun ortam gerekiyor. Bilkent Hukuk Fakültesi bu uygun ortamı sağlayan yerlerden bir tanesi. Okuduğumuz her şeyi olduğu gibi kabul etmememiz gerektiği, karşı argümanları da öğrenmemiz gerektiği, hatta çoğu durumda karşı argümanları kendimizin üretmesi gerektiği hocalarımızın vurguladığı şeylerden sadece bazılarıydı. Bilkent’in bana kattığı diğer çok önemli bulduğum özellik, karşılaştırmalı hukuku bir kaynak olarak kullanmak. Türk hukuku, Türk kanunları, Türk Yargıtay’ı böyle böyle diyor ama bir bakalım İsviçre Federal Mahkemesi konuya nasıl yaklaşmış. Özellikle bazı derslerde bazı hocaların bize kazandırmaya çalıştığı bu yaklaşım bence her avukatın ve aslında her hukukçunun sahip olması gerektiği bir özellik.

GB: Sizce yüksek lisans mezuniyetten hemen sonra mı yoksa 3-4 yıllık iş tecrübesinden sonra mı yapılmalı?

Eryiğit: Bu konuda çok kisiyle konuştum, çok tavsiye aldım. Aldığım tavsiyelerden çıkan ortak sonuç mezuniyetten hemen sonra yapılmamasına yönelikti. Bana da mantıklı gelmişti. Ben staj yaptığım yıl da dahil olmak üzere 3 yıllık bir iş tecrübesinden sonra yüksek lisans yapmaya başladım. Hemen mezuniyetten sonra yapmadığım için doğru bir yol izlediğimi düşünüyor muyum? Kesinlikle. Bence yüksek lisansın 3-4 yıllık iş tecrübesi kazanılmasından en sonra yapılması en iyisi. Bu konuda ne kadar çok iş tecrübesi kazandıktan sonra yaparsan o kadar iyi olur denildiği de oluyor. Yanlış diyemem ama dikkatli olmak lazım. Bir süre sonra içinizdeki eğitim ateşinin sönmesi fazlasıyla yaşanan bir durum. Mezun olduğu sırada yüksek lisans yapmayı düşünüp iş hayatında yıllarını geçirdikten sonra bir sevdadan vazgeçen insanların sayısı, aksini yapanlara oranla inanılmaz fazla. Hiç iş tecrübesi kazanmadan yüksek lisans yapmak, yüksek lisanstan alınabilecek faydayı fazlasıyla kısıtlıyor. Tabi bunlar kendi düşüncelerim ve tecrübelerim. Herkes için geçerli olmayabilir.

GB: Mesleğiniz dışında hobi olarak neler yaparsınız?

Eryiğit: Hobi olarak genellikle arkadaşlarımla futbol oynamayı ve yüzmeyi tercih ediyorum. Tabi bunlar hobiden çok zaman geçirmek olarak da değerlendirilebilir kimilerince. Bence asıl bahsedilmesi gereken husus, yapmak istediğiniz işe, çalışmak istediğiniz yere ve olmak istediğiniz kişiye göre değişebilecek şekilde, özellikle mesleğinin ilk yıllarında bir avukat olarak çok fazla boş vaktin olmadığı gerçeği. Çalışmaya başladıktan sonra arkadaşlarım tarafından “Asosyal oldun sen be” tepkilerine az maruz kalmadım.

GB: Şu anda hukuk fakültesinde okuyanlara meslek seçiminde dikkate alacakları tavsiyeleriniz nelerdir? / Hukuk yazacaklara önerileriniz nelerdir?

Eryiğit: Şu an hukuk fakültesinde okuyanlara diyebilirim ki, ne istediğinizi veya alternatif olarak ne istemediğinizi bilmeniz sizin için başlangıç noktasını oluşturabilir veya oluşturmalıdır da. Ama bu noktada işin bitmediğini bilin. Meslekler hakkında bilgi edinin, yapabilip yapamayacağınıza, karakterinize uygun olup olmayacağına yönelik düşünceler edinmeye çalışın. Avukatlık için yaz stajı yapmak bu konuda yardımcı olabilir. Şiddetle tavsiye ediyorum. İnsanlarla konusun, iletişim kurun araştırın, bunlar her alan için ortak tavsiyeler diye tahmin ediyorum.

Hukuk yazacaklara sormam lazım: “Emin misiniz?” Şaka bir yana, hukukçu olduktan ve diğer meslekleri icra eden arkadaşlarımla konuştuktan sonra hukukçu olmanın ne kadar farklı bir şey olduğunu anlıyor insan. “Farklı” kelimesini özellikle seçtim. Kimine göre iyi kimine göre kötü olabilir ama uzlaşma, farklı olduğu üzerinde sağlanacaktır. Hukuk fakültesinde okumanın diğer bazı bölümleri okumaya göre daha zor olduğu da hep söylenir. Ama meslek noktasında merak edecek bir şey yok: Hukuk okuyup başka meslekleri de icra edebilirsiniz. Bana bir zamanlar denildiği gibi: “Hukuk altın bir bilezik gibidir. Sahip olduktan sonra ister kullan, istersen de kasaya kilitle. En kötü ihtimalle bir gün eğer ihtiyacın olursa kullanırsın”. Bu söylem tabi biraz eskidi. Kesin yenileri yerini almıştır bile.

 

Mezunumuz Burak Eryiğit’e teşekkür ediyor ve kariyerinin geri kalanında başarılarının devamını diliyoruz.

Leave a Reply