Kral, Tahtını Fransa’ya Taşıdı

Peri Masalı

Fransa Ligue 1 izleyicileri, ligdeki bir takımın ligin geri kalanına büyük bir üstünlük kurup art arda şampiyonluklar yaşamasına 21. yüzyılın başlangıcından beri hayli aşinalar. 2001-2002 sezonuyla başlayan yedi sezonluk Lyon dominasyonuna ve 2012-13 sezonundan günümüze dek süregelen, sadece bir sezon Monaco tarafından devrilebilen PSG hâkimiyetine tanıklık ettiler. 2008-2012 yılları arasındaki dört sezonluk süreçte ise bu durumun tam aksine dört farklı takımın şampiyonluğunu izlemişlerdi. Sırasıyla Bordeaux, Marseille, Lille ve Montpellier… En son 2011’de Hazard’lı, Cabaye’lı, Sow’lu, Gervinho’lu kadrosuyla şampiyonluk ipini göğüslemeyi başarabilen Lille; şu sıralar Burak Yılmaz, Yusuf Yazıcı ve Zeki Çelik’in başrollerinde oynadığı 2020-2021 sezonunun öyküsüne mutlu bir son yazmaya çok yakın. Ligin bitimine üç hafta kala PSG’nin 1 puan önünde lider durumdalar ve puan kaybetmedikleri takdirde PSG’nin alacağı sonuçlara bakmaksızın tarihlerindeki dördüncü lig şampiyonluğuna uzanacaklar.

Başarının Sırrı

Lille’in başarısının arkasında yatan en büyük etkenler şüphesiz muhteşem bir sportif planlama ve doğru belirlenmiş kulüp misyonu. 2017 senesinde kulübün hisselerinin %95’ini satın alan İspanyol Gérard Lopez’in ilk hamlesi sportif direktörlüğe Luis Campos’u getirmek olmuştu. Peki kimdir bu Luis Campos? Onun için “al-sat” stratejisinin piri diyebiliriz. Monaco’nun; ligdeki PSG hegemonyasına “dur” dediği, Şampiyonlar Ligi’nde Manchester City ve Borussia Dortmund gibi devleri eleyerek yarı finale yükseldiği 2016-2017 kadrosunun mimarıydı kendisi. Bernardo Silva, Tiemoué Bakayoko, Fabinho, Benjamin Mendy, Thomas Lemar, Anthony Martial… Kadronun tamamına yakını Avrupa’nın dev takımlarına çok yüksek bonservis bedelleriyle satılmıştı. Öyle ki Luis Campos ile Monaco’nun yolları ayrıldığında Fransa’nın önde gelen gazetelerinden L’Equipe, “Monaco Luis Campos’u kabetti.” ifadesini manşetine taşıyordu.

Kulüp sahibi Gérard Lopez, ilk sezonunda takımın başına teknik direktör olarak Marcelo Bielsa’yı getirmişti. Luis Campos önderliğinde yürütülecek bir transfer çalışması ve alınacak yetenekli oyuncuların Bielsa gibi önemli bir teknik direktör tarafından işlenecek olması şüphesiz Lille için başarılı bir gelecek vadediyordu ancak sanılanın aksine Bielsa beklenileni veremedi ve kasım ayı sonunda görevinden ayrıldı. Lille’in o sezonu küme düşme hattının sadece 1 puan üstünde bitirebilmesine karşın, aralık ayında göreve getirilen Christophe Galtier’e güvenildi ve onunla devam kararı alındı. Artık sahne Luis Campos’undu. 2018 yazında, 2020-2021 sezonunun değişmez isimlerinden olacak olan Jonathan Ikone, Zeki Çelik, Jonathan Bamba ve José Fonte’yi toplamda yalnızca 7,5 milyon avroya kadrosuna katan Lille; sadece bir sezon oynattıktan sonra Milan’a 29,5 milyon avroya satacağı Rafael Leão’yu ise Sporting’den bedavaya getiriyordu. Bu transferlerle ligi PSG’nin ardından 75 puanla 2. tamamlayan Lille, Şampiyonlar Ligi biletini almış, daha büyük paralar harcayabilecek imkânlarla 2019 yazına giriyordu.

Lille gibi kulüpler için “büyük paralar harcamak” tabii ki süperstarları kadrolarına katmak değil; gelişime açık, diğer kulüplerde beklenileni verememiş genç yetenekleri toplamak anlamına geliyor. Bu kriterler doğrultusunda Luis Campos’un ilk transferi 2015 u17 Dünya Kupası’nın gol kralı, kupayı kazanan Nijerya’nın en önemli silahı, oynadığı yedi maçın hiçbirini boş geçmeyerek turnuvayı 10 golle tamamlayan; ancak Wolfsburg’da beklentileri karşılayamamasının ardından Belçika’nın Charleroi takımına 3,5 milyon avroya gönderilen Victor Osimhen’di. 22,4 milyon avroya transfer edilen Osimhen, Lille’de yalnızca bir sezon geçirdikten sonra Napoli’ye 70 milyon avroluk bedelle satılacaktı. Portekiz milli takımının Euro 2016 şampiyonluğunda önemli rol oynadıktan sonra büyük umutlarla Bayern Münih’e transfer olan ancak beklentileri karşılayamayarak Swansea’ye bir sezon kiralık gönderilen Renato Sanchez de 2019 yazında Lille’in yolunu tutanlardandı. Bu ikiliye ek olarak Trabzonspor’dan Yusuf Yazıcı ve PSG’den Timothy Weah da kadroya katılan diğer isimlerdi. O yaz asıl ön plana çıkan ise gelenlerden ziyade gidenlerdi. Bir önceki yaz kadroya bedelsiz katılan Rafael Leão’nun Milan’a 29,5 milyon avroya satılmasının ardından takımın süperstarı Nicolas Pépé 80 milyon avroya Arsenal’e, on birin değişmez isimlerinden Thiago Mendes ise 22 milyon avroya Lyon’a gidiyordu. Bu transferler kulübün misyonunu dünyanın dört bir yanındaki genç yeteneklere duyurur nitelikteydi. Lille’in mesajı netti: “Sizi alacağız, değerinizi bulduğunuzda da çok zorluk çıkarmadan Avrupa’nın daha büyük kulüplerine satacağız.”. Lille; genç oyuncuların Avrupa’nın devlerine ulaşabilmesi için bir basamak olmaktan gocunmuyor, aksine bunu kulüp misyonu olarak görüyordu. Günün sonunda hem oyuncular hem de kulüp kârlı çıkıyordu.

Lille 2019-2020 sezonunu ligin dördüncü sırasında bitiriyor, kulüp sahibi Gérard Lopez arzuladıklarını başarmış görünüyordu. Takım üst sıralara oynuyor ve daha da önemlisi transferlerden çok önemli kârlar elde ediliyordu. Bundan sonra yapılması gereken şey istikrarı sağlamaktı. Luis Campos’un 2020 yazındaki büyük transferleri Gent’ten Jonathan David ve Ajax u21’den Sven Botman’dı. Bu ikilinin ardından aslında Lille’den görmeye pek alışkın olmadığımız tarzda bir transfer geliyor ve 35 yaşındaki Burak Yılmaz kadroya katılıyordu. Burak Yılmaz 35 yaşında ilk kez Avrupa’ya transfer olurken Fransız futbolseverlerin beklentisi onun oyuna genellikle sonradan girip tecrübesiyle skoru tutabilecek bir oyuncu olacağı yönündeydi. Fakat sezonun başlamasıyla birlikte art arda attığı gollerle herkesi şaşırtan Kral, Fransa’ya taşınırken tahtını da yanında getirdiğinin sinyallerini veriyordu. Lille’de adeta Türk rüzgârı esiyor, özellikle Burak Yılmaz şehirde bir fenomen hâline geliyordu. Bu yazının yazıldığı 5 Mayıs 2021 itibariyle ligdeki 13 gol 5 asistlik performansıyla Lille’in son üç haftaya lider girmesindeki en büyük etkenlerden biri olan Kral; sezon başında sanılanın aksine hamle oyuncusu değil, Lille’in oyun planını üzerine belirlediği bir oyuncu olarak göze çarpıyordu.

Lyon Deplasmanı Mucizesi

Fransa Ligue 1’de 2020-2021 sezonunun otuz dördüncü haftasına girilirken son yılların aksine PSG şampiyonluğunu henüz ilan edememişti. Hatta hâlâ şampiyonluk yarışında olan Lille, PSG, Monaco ve Lyon’un sırasıyla 70, 69, 68 ve 67 puanları bulunuyordu. Otuz dördüncü haftada PSG Metz’i, Monaco ise Angers’ı yenip yollarına kayıpsız devam ederken gözler Lyon’un Lille’i konuk edeceği, belki de takımlardan birini şampiyonluk yarışının dışına itecek olan mücadeleye çevrilmişti.

Maça iyi başlayan taraf Lyon olmuştu. Dakikalar otuz beşi gösterirken ev sahibi ekip 2-0’lık skor avantajını elde etmişti ve Lille’in geri dönmesi çok zor gözüküyordu. Zira Lille bu sezon şampiyonluk yarışındaki rakiplerinden ortalama on beşer gol daha az atmış, savunmasıyla yarışa tutunabilmiş bir takım görüntüsü çiziyordu. Takdir edersiniz ki bir savunma takımının iki farklı geriye düştüğü bir maçı çevirmesi pek olası değildir. Üstüne üstlük deplasmanında olduğunuz rakip, birlikte şampiyonluk yarışına girdiğiniz Lyon ise ve ileri hattında en küçük hatanızı gole dönüştürebilecek Memphis Depay gibi bir silaha sahipse bu olasılık daha da azalır. Sözün özü Lille’in Lyon deplasmanında bir kurtarıcıya, bir süper kahramana ihtiyacı vardı. Aksi takdirde lider girdikleri haftayı dördüncü sırada, belki de yarıştan kopmuş bir şekilde tamamlayacaklardı. Neyse ki takımın ileri ucunda, yardım çığlıklarına kayıtsız kalamayacak bir forvet oynuyordu. İlk yarıyı sonlandıracak düdüğün kulaklarda yankılanmasına çok az bir süre kalmışken kazanılan bir serbest vuruşta topun başına Burak Yılmaz geçiyor; tribünlerdeki, kimilerine göre tarihin en iyi frikikçisi, Juninho’nun çaresiz bakışları arasında Lyon ağlarını sarsıyordu. İlk yarının uzatma dakikalarında Kral’ın ayağından gelen bu gol Lille şehrinin üzerine adeta umut olarak yağıyordu. Ancak Lille hâlâ bir farkla gerideydi ve yemeden atacakları iki gole daha ihtiyaçları vardı. Çözüm ise basitti: Lyon’un ataklarını savunup gol yollarında Kral’a güvenmek. Nitekim Burak Yılmaz da bu güveni boşa çıkarmıyor, altmışıncı dakikada çaldığı toptan sonra Jonathan David’e yaptığı asistle Lille’i maça ve şampiyonluk yarışına tekrardan ortak ediyordu. Dakikalar sekseni gösterirken oyuna giren Yusuf Yazıcı, Lille’e maçı kimin kazandıracağını çok iyi biliyordu. Sonuç olarak seksen beşinci dakikada Yusuf’un asistini gole çeviren de Kral’dan başkası değildi. En iyi yaptığı işi yapıp savunmanın arkasına sarktıktan sonra soğukkanlılıkla topun dibine girerek Lille’i zorlu Lyon deplasmanında 3-2 öne geçiriyordu. Lille, ihtiyacı olan mucizeyi Kral’ın ayağından buluyor ve şampiyonluk yarışına tutunuyordu.

Kral

2006 senesinde Beşiktaş’ın teknik direktörlüğünü yapmakta olan Fransız Jean Tigana, Burak Yılmaz için “Bu çocuğu şimdi alalım, 2 yıl sonra 10 milyon avro değerinde bir yıldıza sahip oluruz. Sözleşmem bittiğinde Beşiktaş’tan ayrılırsam gittiğim takıma onu da götürmek için çaba harcarım. Avrupa’da onun gibi oyuncu fazla yok.” diyordu. O sıralar Burak Yılmaz Antalyaspor’da oynayan 21 yaşında genç bir oyuncuydu. Her ne kadar Beşiktaş’ta ve sonradan transfer olduğu Fenerbahçe ve Eskişehirspor’da beklenileni veremese de 2010 senesinde gittiği Trabzonspor’da nihayet Tigana’nın övgü dolu sözlerine layık bir futbol oynamaya başlıyordu. Aslına bakılırsa Şenol Güneş’le birlikte çalışmaya başlamadan önce daha çok kanat ve orta saha pozisyonlarında görev alan Burak Yılmaz, Trabzonspor’a transferiyle birlikte kendini santraforda bulmuş, bir daha da o bölgeyi kimseye kaptırmamıştı. Oyun tarzının oturmuş olması gereken 25-26 yaşlarında daha yeni yeni santrafor mevkisinde oynamaya başlaması, Burak’ın futbolunu 35 yaşında hâlâ geliştirmeye devam etmesini açıklıyor belki de. Kral’ın oyunu gün geçtikçe olgunlaşıyor, gün geçtikçe takımına verdiği verim artıyor. Bir futbolcunun 25 yaşında yeni bir mevkiye adapte olup gol krallıkları yaşaması da, 35 yaşında hâlâ gelişmeye devam etmesi de saygı duyulası özellikler. Nitekim Kral, geç de olsa futbolseverlerin saygısını ve sevgisini kazanmaya başlamış görünüyor. Türkiye’de rakip takımlarda forma giyerek eski takımlarının taraftarlarının nefretini toplayan Burak Yılmaz, Çin macerasından sonra Trabzonspor’a dönerek Trabzonsporlularla, daha sonra da Beşiktaş’ta attığı gollerle Beşiktaş taraftarıyla barışmıştı. Lille’e transfer olup orada başardıklarıyla ve milli takıma son dönemde verdiği katkılarla da tüm Türkiye’nin saygısını yavaş yavaş tekrardan kazanmaya başlayan Burak Yılmaz; Yusuf Yazıcı ve Zeki Çelik’le birlikte Fransa’da göğsümüzü kabartıyor.

2002-2003 sezonunda Real Sociedad formasıyla Los Galacticos’a kafa tutan, o sezon 23 gol atarak takımını şampiyonluğun eşiğine getiren Nihat Kaveci’nin Türk halkına hissettirdiklerini şu sıralar Lille’deki Türk oyuncuların şampiyonluk yürüyüşüyle hissediyoruz. Nihat Kahveci önderliğindeki Real Sociedad, o sezon bitime iki hafta kala, Nihat’ın iki gol attığı Celta Vigo deplasmanında 3-2 kaybetmek yerine üç puanı alabilmiş olsa Los Galacticos’u geride bırakıp şampiyonluk yaşayacaktı. Ülkecek Nihat ile yaşayamadığımız şampiyonluk sevincini Burak, Yusuf ve Zeki ile yaşamak için Lille’in son üç haftayı kayıpsız kapatması yetiyor. Şampiyonluk gelmese bile Lille’i PSG ile şampiyonluk yarışına sokup bu yarışı sonuna dek sürdürmesini sağlayan Burak, Yusuf ve Zeki’nin hikâyesi kesinlikle yıllar boyu anlatılacak türden. Kim bilir, Burak’ın başrolünü oynadığı bu hikâye belki de sona yaklaşmıyor, daha yeni başlıyordur. Ne de olsa önümüzde, finalinde Türk bayrağının dalgalanmasını arzuladığımız bir Avrupa Şampiyonası ve Kral’ın liderliğine ihtiyaç duyan genç bir milli takımımız var.

Leave a Reply