[box_light]Vişneye Çalan Kırmızı & Turuncudan İz Taşıyan Tok Bir Sarı[/box_light]
Kimilerine göre “Kızıl Sultan” kimilerine göre “Ulu Hakan” olan II. Abdülhamîd devrindeyiz. Saltanatının 29. yılındayız. Futbolu yabancılar kontrol ediyor, genellikle Rumlar ve İngilizler… Zira Türklerin toplanıp bir kulüp kurması yahut toplu olarak maçlara katılmaları hafiyeler tarafından sıkı takibe alınmaları anlamına geliyor. Hafiyelere aldırmayan bir grup Mekteb-i Sultani öğrencisi ise bir futbol kulübü kurmak istemektedirler ve 1 Teşrin 1905‘te edebiyat dersi sırasında kafa kafaya verip kulübün temellerini atarlar.
İçlerindeki bu spor aşkının kaynağı ise daha eskilere dayanmaktadır. 1870 yılında Beden Eğitimi Öğretmeni Curel tarafından Kağıthane’de çeşitli spor dallarını içeren İdman Bayramı düzenlenir ve başarı gösterenlere madalyalar verilir. Curel’den sonra göreve gelen hocalar da spora önem vermeyi sürdürür. Nihayetinde Faik Üstünidman’ın çabaları sonucu öğrenciler futbolla tanışır. Öğrenciler oyunun kurallarına vâkıf olmadıklarından topun etrafında tam bir can pazarı yaşanmaktadır ama hallerinden memnundurlar.
Şimdiki Şükrü Saraçoğlu Stadı’nın yerinde bulunan Union Club sahasında yabancıların kurduğu takımlardan oluşan İstanbul Ligi’nin maçları yapılmaktadır. Bu maçları izleyen Sultanî öğrencileri çok imrenirler zira bu futbolcular kendileri gibi curcuna halinde değil tam bir nizam içinde oynamaktadırlar. Bunun üzerine Ali Sami YEN kulübün hedefini belirler:
“Amacımız İngilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme sahip olmak, Türk olmayan takımları yenmektir.”
Moda, Cadi-Keuy(Kadıköy), Imogen ve Elpis kulüplerinin oluşturduğu İstanbul Ligi’ne 5. takım olarak Galatasaray da dahil olur. Fakat kırmızı-beyaz renkleri kullandıkları için hafiyeler tarafından sıkı sıkıya takibe alınmışlardır. Bunun üzerine renkleri değiştirmeye karar verirler. Ali Sami YEN aktarıyor:
“Birçok yerleri dolaştıktan sonra, nihayet Bahçekapı’daki Şişman Yanko’nun dükkanına gidilerek orada zarif iki yünlü kumaşa tesadüf ettik. Biri, vişneye çalan koyuca tatlı bir kırmızı, öteki de içinde turuncudan iz taşıyan tok bir sarı… Tezgahtar, mahirane bir el hareketi ile kumaşların dalgalarını birleştirdi. Bir saka kuşunun başı ile kanadının yarattığı renk güzelliğine benzer bir parlaklık hasıl oldu. Ateşin içindeki renk oyunlarını görür gibi olmuştuk. Sarı-Kırmızı alevinin takımımız üstünde parıldamasını tasavvur ediyor ve bizi derhal galibiyetten galibiyete götüreceğini tahayyül ediyorduk. Nitekim de öyle oldu”
[box_light]İlk Şampiyonluk ve Fenerbahçe[/box_light]
2. Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle Galatasaray’da da gelişmeler olur. Kulüp tarihinin ilk transferi yapılır ve Cadi-Keuy takımından Horace Armitage ve Fuat Hüsnü Kayacan getirilir. Bu ikilinin büyük katkılarıyla 1909, 1910, 1911 yıllarında Galatasaray üst üste şampiyon olur. Bu yıllar bir başka açıdan da son derece önemlidir, zira 1910 yılında lige ikinci bir Türk takımı katılır: Fenerbahçe. İlk kadrosuna Galatasaray’dan pek çok futbolcu katılır. Bu durum yadırganmaz aksine sevinçle karşılanır.
“Fenerbahçe ilk kurulduğunda bizim için yabancı memlekette rastlanılmış bir vatandaş gibiydi. Onun içindir ki, Fenerbahçe’yi takviye etmek ve bir rakip yaratmak için bizden ayrılanlara gücenmedik.” Ali Sami YEN
Galatasaray aradığı rakibine de kavuşur ve rekabet kısa zamanda kızışır. 12 Şubat 1911 günü 5 futbolcusu lodos yüzünden vapuru kaçıran Galatasaray sahaya 6 kişiyle çıkmak zorunda kalır. Son anda yetişen Emin Bülent’le beraber 7 kişi olarak maça başlarlar ve günümüze dek uzanacak rekabetin tohumları atılmış olur. Maç 7 – 0 Galarasaray üstünlüğüyle biter.
[box_light]Savaş Yılları, Gayn-Sin ve Baba Gündüz[/box_light]
Birbiri ardına gelen Balkan Savaşları, I.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında hemen her cephede görev alan Mekteb-i Sultanî öğrencileri çok sayıda şehit vermiştir. Kayıtlara göre, 1912’de 60 mezun veren okuldan 1913’de 34, 1914’te 21, 1915’te 18, 1916’da 4, 1917’de 5 öğrenci ancak mezun olabilmiştir. Bu öğrenciler kanun gereği askerlikten muaf oldukları halde gönüllü olarak vatan savunmasına katılmışlardır. Yabancı dil bildikleri için geri hizmetine alınan gençler ısrarla ön saflara geçmek istemişler ve cephede çarpışırken şehit düşmüşlerdir.
Savaş yılları sona erip Cumhuriyet ilan edilince Galatasaray’da da yaralar sarılmaya başlanmıştır. Futbol takımının eksikleri kapatılmış ve yeniden o eski günlere dönülmüştür. Ancak zaman içinde ihtilaller, savaşlar derken unutulan bir şey akıllara gelmiştir. Kulübün hâlâ bir arması yoktur. 1923 yılında Ayetullah Emin’in çıkardığı Kara Kedi dergisinin kapağında kırmızı gayın içinde sarı bir sin gören sınıf arkadaşları bunu hemen kulübün kongresine taşırlar ve “Gayın-Sin” kulübün arması olarak kabul edilir. Suat Başar aktarıyor:
“Hendesi çizgilerle ve muayyen ölçülerle resmedilmiş olan bu şekil, kulübümüzün, yalnız kulübün değil, bütün Galatasaraylılığın remzi olacaktı.”
1930’ların başında takımın genç oyuncularından birisi olmasına rağmen liderlik vasıfları yüksek, hemen herkes tarafından sevilen ve saygı duyulan biridir Gündüz Kılıç. Atatürk’ün yakın arkadaşı Kılıç Ali’nin oğlu olan Gündüz Kılıç nam-ı diğer Baba Gündüz, 1 sezonluk Ankara Demirspor serüveni hariç kariyeri boyunca Galatasaray’da oynar. 1952 yılında kaptanı olduğu, 18 yıldır sampiyon olamayan takımının teknik direktörü olur ve takımı 1955’de şampiyon yapar. Metin Oktay’ı da Türk futboluna Baba Gündüz kazandırır. Rivayete göre, Baba Gündüz’ün “Bu iyi futbolcu olur” dediği tüm futbolcuların yıldızlaştığına, “Bundan olmaz” dediklerinin silinip gittiğine inanılır. Bir gün İzmirspor’da oynayan bir futbolcu için haber gelir. Gündüz Kılıç atlar İzmir’e gider, futbolcuyu izler, merakla ağzından çıkacakları bekleyenlere “Beni İstanbul’dan bu adam için mi getirdiniz?” deyiverir. Onlar Baba Gündüz’ün ne dediğini anlamaya çalışırlarken, o çoktan kulübe haber yollamıştır: “Metin Oktay’ı izledim, bu çocuğa hemen imza attırın!”
“Galatasaray bir his takımıdır. Galatasaray ferâgat ve fedakârlıklarla çalışacak futbolcuların takımıdır. Galatasaray şımarıkları, kendini beğenmişleri, yalnız kendini düşünenleri sevmez. Kısacası Galatasaray, bir halatı hep birlikte çekenlerin, hep birlikte üzülüp, hep beraber sevinmesini bilenlerin takımıdır” Baba Gündüz