“Bu yüce milletin en yaşlı başkanı sıfatıyla ve Allah’ın izniyle, milletimizin iç ve dış tam istiklal dahilinde mukadderatını doğrudan üstlendiğini ve idare etmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum.”
İşte dönemin Sinop milletvekili Şerif Bey’in ağzından dökülen bu kelimeler şahlanarak vurdu ön ayaklarını yere bir at misali ve sarstı Damat Ferit’in ayaklarının altındaki kara parçasını. Göreve gelişinden tam 18 gün sonra Türk milletin haykırışları yankılandı kulaklarında. İttihat ve Terakki Kulübü olarak inşasına başlanan; fakat dönemin sıkıntılarının kanatları altına giren bir binaydı toplanılan yer. Türk’ü, Kürt’ü, Çerkez’i ve daha nicesiyle ressamlık bir tabloydu o günkü görüntü. Benoit Mechin şöyle özetlemişti o günü: “Bu meclis, Türkiye’nin mevcudiyetinin kendisine bağlı bulunduğunu ve milletin kendisiyle birlikte yaşayacağını veya öleceğini takdir ediyordu.” Kısacası egemenlik milletindi artık. Sarı zeybek zaferine ulaşmıştı.
Peki nasıl başladık biz bu bayramı kutlamaya? Sanıldığı gibi meclisin kurulduğu ilk güne değil, 1921 yılına dayanıyor bu kutlamanın kökleri. ‘Hakimiyet-i Milliye’ bayramını armağan etmişti halkına Gazi. Milletle yaşayan bir sistemi yüreklerde hissetmek ve kendi eserine gururla bakmak her Türk vatandaşının hakkıydı. Mustafa Kemal bu ayrıntıyı bile atlamamıştı. Aslında İngiliz subayına selam vermektense rütbesini çıkarmayı tercih eden atalarımıza bu hediye azdı bile. Öte yandan Himaye-i Etfal Cemiyeti, yani günümüz ismiyle Çocuk Esirgeme Kurumu da 23-30 Nisan tarihlerini kapsayan haftayı çocuk haftası ilan etmiş, özellikle savaş sonrası öksüz ve yetim kalan çocukların hayata tutunmalarına bir nevi katkıda bulunuyordu. Küllere üflüyorlar, kıvılcım arıyorlardı desek hiç de yalan olmaz hani. İşte bu iki kutlamanın Ulusal Bayramlar kanunu kapsamında 1935 yılında bir araya getirilmesiyle ‘Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na kavuştu Türkiye. Çağdaş ülke Türkiye, çağdaşlarından da hızlı ilerliyordu. Kadınlarımıza tanınan seçme seçilme hakkı ile uluslar arası arenada ismimizi duyurmanın ardından, çocuk bayramı kutlayan ilk ülke olmanın verdiği haklı gururu da yaşıyorduk artık. 2500 yıl önce Cleisthenes’in Atina’ya ulusal bir kimlik kazandırmak adına başlattığı reformlar Türkiye’de çocuklarla hayat buluyordu. Gururumuz öylesine göz alıcıydı ki Misak-ı Milli sınırlarına sığmamaya başlamıştı. 1979 yılının UNESCO tarafından çocuk yılı ilan edilişini takiben, binlerce yıllık Türk hoşgörüsünü biz de dünya çocuklarına tanıtmaya başladık. Artık ’23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’ ırmak misali akarak ülke sınırlarını aşmayı ve ta Vanuatu’ya (Güney Pasifikte bir ülke) kadar ulaşmayı başarmıştı. Eğer bugün İsrailli çocuklar, ellerini adeta kanla yıkayan Filistinli kardeşleriyle aynı karede poz verebiliyorlar ise; bu yalnızca Türkiye çatısı altında gerçekleşebilmektedir.1921 yılında Ziraat Okulu’nun önündeki meydanda başlayan bu akım, günümüzde milyonlarca kilometrelik bir alandan beslenmektedir. Böyle bir barışın elçiliğini üstlenen ülkemizin ve de tüm dünya ülkelerinin çocukları başta olmak üzere, tüm Türk halkının 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun. Kıvılcımları söndürmek isteyenlere karşı dimdik ayakta duran çocuklarımız, damarlarınızdaki asil kan akmaya devam ettikçe alev olmaya devam edin! Unutmayın ki Türkiye Cumhuriyeti sizlerin omuzları üzerinde yükselecektir. Bu bayrama ev sahipliği yapan ülkemizden alacağınız feyiz sizi geleceğe taşıyacaktır. Ulusal egemenlik bayramımız hepimize bir kez daha kutlu olsun. Ne mutlu Türk’üm diyene!
[box_dark] KAYNAKÇA[/box_dark]
- Mechin, Benoit. Kurt ve Pars. İstanbul: Kum Saati Yayıncılık, 2001.
- Türkiye Cumhuriyeti Tarihi-1. Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2006.