Bugünün Trendleri, Dünün Sadeliği: Osmanlı’da Kozmetik

Dünya kozmetik pazarının büyüklüğü, geçtiğimiz ay itibariyle yüz milyar doları aşmış durumda. Bilindiğinin aksine, kozmetik kavramı sadece makyaj malzemelerini değil, kremleri, saç bakım ürünlerini ve parfümleri de kapsadığından oldukça geniş bir kavram. Son yıllarda açılan Türk ve yabancı kökenli mağazalarla; Instagram sayfaları, makyaj blogları ve ünlülerin yarattığı makyaj trendleri sonucunda kozmetik ürün tüketiminin zirvede olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Peki, Osmanlı döneminde kozmetik ürün çeşitliliği ve tüketimi nasıldı? Bugünden tamamen farklı mıydı, yoksa yine belli bir kozmetik sektörü mevcut muydu? Tüm bu sorularla, Osmanlı dönemindeki kozmetik ürünlerini, kullanımını ve tüketimini inceleyeceğim.

Allıklı ve sürmeli bir Osmanlı kadını.

Allıklı ve sürmeli bir Osmanlı kadını.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, günümüzde endüstriyel ve az kullanımda dış görünüşte çok fark yaratan ürünler talep görüyor. Fakat Osmanlı döneminde, daha çok doğal ürünlerin kullanımı yaygındı ve aşırı renk vermeyen, dış görünüşte büyük değişiklikler sergilemeyen ürünler rağbet görüyordu. Bunun sebebi sadece dini nedenlerle sade görünme gayesi değildi. Güzellik algısı da farklıydı. Kadınların bakımlı olması için sürekli yapılı saçları ve BB krem benzeri kapatıcılarla kaplanmış, pürüzsüz bir yüze sahip olması bir ölçüt değildi. Güzellik kavramında, o dönemdeki edebi eserlere ve tablolara da bakıldığında, temiz olmak ve güzel kokmak en önemli kıstası oluşturuyordu. Sürme (göz kalemi), allık ve rujdan ziyade; sabun, koku (parfüm veya gül suyu gibi aromalı kokular) ve cilt bakım yağları, o dönemin kozmetik piyasasında önemli bir yer tutuyordu. Bu nedenle makyaj ürünlerinden önce, incelemeye bakım ürünlerinden başlamak daha isabetli olacaktır.

Bakım ürünlerinden en kişisel olanı, şüphesiz ki sabundu. Ekonomik durumu iyi olan ailelerden gelen soylu kadınlar ve haremdeki kadınlar özel üretim sabunlar kullanıyorlardı. Sabunhanelerde sipariş üzerine zeytinyağlı katı sabun eritilerek kalıba dökülüyor; kadınların istediği koku ve aromaya göre erimiş sabuna çeşitli karışımlar katılıyordu. Misk ve çiçek aromaları çok tercih ediliyordu. Sadece kokuları ve içerikleri değil, sabunların şekilleri de tercihe göre belirleniyordu. Dikdörtgen, oval ve çiçek şekilli kalıpların yanında, sabunun üzerine basılacak motiflerin de seçilmesi mümkündü. Kadınlar cilt tiplerine ve ihtiyaçlarına göre de karışım malzemesi belirliyordu. Örneğin, sabunun içine gelincik tohumları atınca ortaya tanecikli bir sabun çıkıyor; bugünkü ‘peeling’ etkili ürünlere benzer bir işlev görerek ölü derinin cilt yüzeyinden atılmasına yardımcı oluyordu.

Yaprak şekilli ve karanfil baskılı kil sabunu.

Yaprak şekilli ve karanfil baskılı kil sabunu.

İkinci bakım ürünü ise bugün parfüm, roll-on ve vücut spreyi olmak üzere çeşitli sınıflandırmalar yaptığımız koku veren ürünlerdi. Alkol kullanılmadan, misk, amber ve gül özleri kullanılarak koku karışımları elde ediliyordu. Tahmin ettiğiniz üzere, uzun süre kalıcı değildi ve vücut spreyi gibi vücuda sürülüyordu. Motifli cam şişelerde muhafaza edilen parfümler, doğal oldukları için çok uzun süre dayanıklı değildi. Ancak şişeler tekrar tekrar kullanıldığı için, şişelerin şekillerine ve motiflerine önem veriliyordu. Arkeolojik kazılarda saray bahçelerinden çıkan parfüm şişeleri, günümüzün estetik parfüm şişelerinden farksızdı. Edirne’de yapılan kazılarda Hürrem Sultan’a ait olduğu düşünülen cam parfüm şişeleri bulundu. Parfüm şişeleri camdan yapılmış olmalarına rağmen bir bütün olarak çıkarıldı. Bu da ne kadar dayanıklı malzemeden yapıldıklarını gösteriyordu. 1800’lü yılların sonlarına doğru Fransız kültüründe karşımıza çıkan ibrikli ve sıkılabilen parfüm şişeleri kullanılmaya başlandı. Böylece parfümün elle veya pamukla uygulanmasına gerek kalmıyor, kıyafete de sıkılabiliyordu. Daha yoğun aromalar ve parfümü daha uzun süre muhafaza edebilecek katkı maddeleri kullanılarak öncekine göre daha kalıcı kokular elde edilmeye başlandı. 1900’lü yılların başında ise kokuların bileşeninde alkol kullanımına geçildi. Böylece günümüzdeki parfümlerin ilk sıkıldığında ortaya çıkardığı gibi daha ağır ve sonradan hafifleşen kokular ortaya çıktı. Lavanta ve limon gibi keskin tonlar tercih edilmeye başlandı.

1800’lü yıllardan kalma bir parfüm şişesi.

1800’lü yıllardan kalma bir parfüm şişesi.

Yumuşak ve pürüzsüz bir cilt, Osmanlı kadınları için bakımlı olmanın olmazsa olmasıydı. Bu nedenle bitkisel cilt bakım yağları kullanılıyordu. Zeytinyağı ve susam yağı en çok tercih edilen yağlardı. Kabak çekirdeği de yağı çıkarılarak uygulanıyordu. Kullanım öncesi bu yağların içine gül yaprakları atılarak keskin kokuları azaltılıyordu. Hamamda yapılan masajlarda kullanılan bu yağlar, sertleşmiş derinin yumuşamasını sağlıyordu. Böylece kuruluktan kaynaklanan ve cilt görünümünü bozan egzama ve nasır gibi cilt hastalıklarının önlenmesi amaçlanıyordu. Günümüzde kaş ve kirpik için tercih edilen badem yağı, yine aynı amaçla Osmanlı kadınlarının da tercihiydi. Bu yağı günlük el ve tırnak bakımı için de kullanıyorlardı.

Cilt bakım yağlarının uygulanmasından sonra, yüze ve ellere limon suyu sürüldüğü de bilinmektedir. Bunun nedeni, kadınların cilt beyazlatma tutkusuydu. Günümüzdeki beyazlatıcı kremler gibi, o dönemde de pürüzsüz ve olabildiğince beyaz bir cilde sahip olmak makbuldü.

1800'lü yılların sonlarında kullanılan parfüm şişesi.

1800’lü yılların sonlarında kullanılan parfüm şişesi.

Cilt bakım ürünlerinin yanı sıra, elbette günümüzdeki kadar olmasa da, Osmanlı’da da kusur kapatma ve yüz hatlarını ortaya çıkarma amaçlı makyaj malzemeleri mevcuttu. Sizin de tahmin edebileceğiniz üzere, en çok kullanılan malzeme sürmeydi. İsmid taşından yapılan sürmenin gözleri ön plana çıkardığı ve kirpikleri beslediği düşünülmekteydi. Hatta Hz. Muhammed’in de sürme çekmenin yararlı olduğunu vurgulayan bir hadisi olduğuna inanılmaktaydı. Hala pek çok kaynakta böyle bir hadis olduğu kabul edilmektedir. Bu inancın da desteklediği bir görüşle, kadınların sıkça sürme çektiği bilinmektedir. Şiirlerde, türkülerde ve Osmanlı’nın son dönemlerinden kalma tablolardaki kadınların büyük çoğunluğunun sürmeli olduğu görülmektedir. Ayrıca, o dönemde resmedilmiş Osmanlı erkeklerinde de sürme karşımıza çıkmaktadır.

Sürmeden sonra en sık kullanılan makyaj malzemeleri allık ve rujdu. Fakat allık ve ruj, parfüm gibi bir kozmetik piyasası oluşturmuyor; kadınlar kısa süreli kullanımları için kendi allık ve rujlarını üretiyorlardı. Bu, günümüzde doğal ürün kullananlar tarafından hala uygulanan bir yöntem olup, dudak ve yanaklara pastel renklerde, belli belirsiz bir renk vermekteydi. Gül goncası ve hibiskusun havanda dövülerek toz hale getirilmesiyle elde ediliyordu. Bu toz yanaklara sürülüyor ve pembemsi görünümün yanı sıra hoş bir koku da yaydığı düşünülüyordu. Aynı malzeme ruj olarak da kullanılıyordu. Parmaklarını sıcak suya batırarak toza daldıran kadınlar, bugünkü jel parlatıcılar kıvamında bir ruj elde etmiş oluyorlardı. Renk skalası geniş değildi ancak daha açık ve daha koyu tonlar elde edilebiliyordu. Kadınlar kendi cilt tonlarına göre yaptıkları toz karışımın içine daha fazla veya daha az hibiskus ekliyor; böylece farklı tonlarda ruj ve allık elde edebiliyorlardı. Ancak Osmanlı’da öncelik temizlik ve sağlıklı görünüm olduğu için, bugünkü gibi dikkat çeken pembelikte veya kırmızılıkta tonlar tercih edilmiyordu. Pek tabii buna dini boyutuyla da bakılabilir. Zira Osmanlı ne kadar çok kültürlü bir yapıya sahip olsa da, Müslüman kesim çoğunluktaydı ve İslam’a göre ne kadınların ne de erkeklerin gereğinden fazla dikkat çeken ürünler kullanması veya giyinmesi tasvip edilmiyordu.

Osmanlı usulü hibiscus ve goncadan allık yapımı.

Osmanlı usulü hibiscus ve goncadan allık yapımı.

Sonuç olarak şunu belirtmek gerekir ki, Osmanlı’da mevcut olan güzellik algısı bugünkünden farklıydı. Sadelik ve temizlik ‘bakımlılık’ anlamına geliyordu. Kadınlar yüz hatlarını değiştirecek kadar makyaj yapmıyor, hafif makyaj ve hafif kokuları tercih ediyorlardı. Bunun nedeni makyaj malzemesinin olmaması değildi, pek tabii malzemelerin yoğunluğu arttırılarak koyu bir ruj da elde edebilirdiniz. Fakat hem dini sebeplerle hem de salt ve kalıplaşmış bir güzellik kavramının bulunmaması sebebiyle sadelik ve özgünlük tercih ediliyordu. Makyaj tipi kozmetik ürünlerin kullanımı, hanedan mensuplarında ve sancakların soylu ailelerinde yaygındı. Ancak sabun ve koku kültürü Anadolu’da da mevcuttu. Makyajda bir kozmetik piyasası yoktu. Fakat koku, yağ ve sabun üretimi yapan imalathaneler vardı. Bu imalathanelerin sipariş üzerine üretim yapması nedeniyle, bugünkü kadar olmasa da, belli fakat sınırlı bir kozmetik sektörü oluşturduğu söylenebilirdi.

 

 

Kaynakça:

Gündoğan, N. (2014). Kozmetiklerin Tarihçesi. Ankara: Nobel Yayınları.
http://www.trendsetteristanbul.com/osmanlidan-gunumuze-kozmetik-klasigi/
http://www.milliyet.com.tr/osmanli-haremindeki-cariyelerin-pembenar-galeri-ciltbakimi-2067761/
http://www.ensonhaber.com/kazidan-osmanliya-ait-kozmetik-urunleri-cikti-2013-08-23.html

Leave a Reply

1 comment

  1. İrem Firuze

    Enteresan bir konu olmuş. Bence günümüz güzellik anlayışına güzel bir eleştiri niteliğinde bilgiler içeriyor. :)