Süveyş Kanalı 1869’da Fransa-Mısır ortaklığı ile açıldı ve açıldığı gibi stratejik önem kazandı. Kanalın açılmasıyla Hint Okyanusu’na ulaşım bir anda çok daha hızlı ve kolay hale geldi. Eskiden Avrupa’dan Hint Okyanusu’na geçmek için Ümit Burnu’ndan dolaşmak gerekiyordu. Bu kolaylık sayesinde sömürgeci devletler sömürgelerine çok daha rahat ulaşım sağlayarak onlar üzerinde hegemonyalarını sağlamlaştırdı, genel olarak ticareti kolaylaştırarak önemli bir merkez haline geldi ve petrolün çok daha hızlı aktarılmasını sağladı. Bu kadar önemli bir mevzinin Mısırlılara bırakılması tabii ki düşünülemezdi. Mısır 1875’te borçlarını ödeyemeyince kanal yönetimindeki hisselerini Britanya’ya sattı ve Britanya’nın 1882’de kanalı işgaliyle kanal tamamen Britanya egemenliği altına girdi.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Britanya Ortadoğu’daki egemenliğini sağlamlaştırmak istiyordu ve bunun için en büyük iki kozu kendi etkisi altında bulunan Irak ve Mısır Krallıkları idi. Fakat Mısır halkı ve yönetimi Britanya’dan hoşnutsuzluk duymaya başlamıştı. Bunun en büyük sebepleri Arap ulusları arasında esmeye başlayan milliyetçilik ve ona bağlı anti-emperyalizm rüzgarı ve İngiltere’nin İsrail’in kurulmasındaki büyük etkisiydi. İsrail’in kuruluşu özellikle Mısır tarafından hoş karşılanmadı. 1951’de Mısır Süveyş Kanalı’nda Britanya’ya 1956 yılına kadar egemenlik sağlayan anlaşmadan çekildiğini ilan etti, fakat Britanya anlaşma haklarına dayanarak askerlerini çekmedi. Süveyş kaybedilmek için fazla stratejik bir noktaydı. 1952’de Mısır Kral’ının devrilmesi başta İngiltere tarafından yukarıdaki sebeplerden dolayı hoşnutlukla karşılansa da, darbenin lideri ve yeni Mısır devlet başkanı Gamal Abdel Nasser İngilizlerin erken sevindiğini kısa sürede kanıtladı.

Gamal Abdel Nasser

Nasser Arap milliyetçisi bir politika belirlemişti ve Arapların lideri olmayı istiyordu. Bunun için de önünde en büyük engeli Irak Krallığı ve onun en büyük destekçisi olan İngilizlerdi. Nasser ile Irak Başbakanı Nuri El-Said’in arasında büyük bir rekabet ve düşmanlık vardı. Nasser ayrıca Arap milliyetçisi politikalarının uzantısı olarak sürekli İsrail karşıtı söylemlerde bulunuyordu ve İsrail’e bombalı saldırılarda bulunan fedaileri övüyordu. Bunun karşılığı Batı kamuoyunda Mısır düşmanlığı oldu. Özellikle Amerikan kamuoyu Nasser’e çok mesafeliydi. Mısır Amerika’dan silah almak istediğinde karşısına çıkan sorunlardan biri de buydu. Kongre Nasser’e koşulsuz silah satmaya yanaşmıyordu, Nasser de silahları İsrail’e karşı kullanmayacağına dair garanti vermeye yanaşmıyordu. Bu Mısır’ın arasının batıyla gitgide açılmasına ve Sovyetler’e yaklaşmasına sebep oldu. Kruşçev Sovyetlerin eski politikası olan komünist olmayan herkesi düşman görme politikasını terk etmişti ve Ortadoğu’da nüfuzunu arttırmaya çalışıyordu ve Mısır’a silah satma imkanına balıklama atladı. Bu gelişme Britanya için de petrol zengini Ortadoğu’da nüfuzunu kaybetme riski anlamına geliyordu. Mısır’ın Fransa ile arası da Fransa’nın Ortadoğu’daki çıkarlarının tehdit edilmesinin yanı sıra Mısır’ın Cezayir olaylarına destek vermesi ile iyice bozuldu.

Bardağı taşıran damla Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı kamulaştırması ve Tiran Boğazı’nı İsrail’e kapatması oldu. Karar Britanya’da büyük infiale sebep oldu. Süveyş Kanalı’nı kaybetmek Britanya’nın bölgedeki ekonomik ve askeri çıkarlarının büyük zarar görmesi ve daha da önemlisi, bölgedeki prestijinin yerle bir olması anlamına geliyordu. Mısır’ın bu hamlesine karşılık verilmemesi Britanya’ya karşı herkesi cesaretlendirirdi. Fransızlar da bu hamleden memnun değildi ve derhal İsrail ile iletişime geçildi ve askeri müdahale planlanmaya başlandı. Amerika ise askeri müdahaleye tamamen karşıydı. Sorunun diplomatik yollardan çözülmesi gerektiğini savunan Eisenhower Eden’a açık bir şekilde Amerikan kamuoyunun askeri bir müdahaleyi onaylamayacağını söyledi, fakat Eden Mısır’ın Sovyetlerlerin koynuna girmesinin Amerika’nın müdahaleyi zaman içinde kabul etmeye ikna edeceğini düşündü. Yanlış düşündü.

Anthony Eden, İngiltere Başbakanı

Savaş İsrail’in 56 Ekim’inin sonunda Sina Yarımadası’na girişiyle başladı. İsrail kısa sürede yarımadada kontrolü sağlamayı başardı. Bu Mısır ordusunun İsrail ordusuna kıyasla kalitesiz olmasınının yanı sıra komuta kademesinde büyük bir hatanın da sonucuydu. Mısır Genelkurmay Başkanı Amer, ki kendisi göreve liyakatten ziyade Nasser’e yakın olması nedeni ile gelmişti, İsrail’in Sina’ya girişini bir istila olarak değil de bölgede olağan hale gelmiş akınlardan birisi olarak gördü ve orduya gerekli talimatları vermedi. Amer hatasını fark edinceye kadar İsrail çoktan kritik bölgeleri ele geçirmiş ve yarımadada önemli ölçüde ilerlemişti. İsrail Sina’dan Mart 1957’e kadar çıkmadı.

İngiltere ve Fransa İsrail-Mısır savaşının başlamasından sonra taraflara ültimatom gönderdi. Bu ültimatomun kabulü Fransız ve İngiliz kuvvetlerinin Mısır’a girişini ve kanalı ele geçirmeleri ile sonuçlanacaktı ve doğal olarak Mısır bunu reddetti. Anglo-Fransız kuvvetleri Mısır’ı önce havadan bombaladılar, daha sonra da kara harekatı başlattılar. Askeri harekat Anglo-Fransız İittifakı açısından oldukça başarılı ilerledi. İttifak tüm hedeflerine birer birer ulaşıyordu, fakat sahadaki başarılar masaya yansımadı. İttifak diplomatik alanda her yerden darbe yedi. Amerika ve SSCB gibi zıt kutuplar bir araya gelip işgali kınadı. Birleşmiş Milletler saldırıyı hukuksuz olarak nitelendirdi ve ittifakın Mısır’dan çekilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasına hükmetti. En ilginç olanı da, İngiltere halkının verdiği tepkiydi. Halk ne kadar kanalın kamulaştırılmasına tepki verdiyse de, aradan geçen sürede olayı kabullenmişti ve bunu topyekün bir savaşa girmek için bir sebep olarak görmüyordu. Aradan geçen sürede Nasser’in Eden’in iddia ettiği gibi kanalı kötü yönetmediği ve gemi geçişlerinin aynı şekilde devam ettiği de görülünce, ülkedeki kamulaştırmayı takip eden ani öfke sinmişti. Fakat Eden’ın öfkesi geçmemişti ve ülkeyi kimsenin onaylamadığı bir savaşa sokmuştu. İşçi Partisi savaşa şiddetli bir şekilde karşı çıktı. Londra’da 30.000 kişiyi geçen 2.Dünya Savaşı’ndan bu yana en kalabalık gösteriler düzenlendi. Amerika Britanya’yı Sterlin bonolarını satmakla, yani İngiliz ekonomisini bir ay içinde ada nüfusunu yaşatamayacak seviyeye getirmekle tehdit etti. Suudi Arabistan gibi petrol ihracatçıları İngiltere ve Fransa’ya petrol satmadı, bu ülkelerden petrol satın alanlar da İngiltere’ye aracılık etmeyi reddetti. Bütün bunların üstüne Sovyetler Birliği operasyon sona erdirilmezse Paris ve Londra başta olmak üzere pek çok şehire atom bombası atacağını iddia etti. Bütün bu baskılar karşısında ittifak direnemedi ve Süveyş Krizi sona erdi. İngiltere-Fransa-İsrail üçlüsü toplamda 200’den az asker kaybederken Mısır 1.500-3.000 arası asker kaybetti, fakat krizin kazananı buna rağmen Mısır, Nasser ve bir nebze İsrail oldu. İngiltere ve Fransa ise kaybedenler arasında yer aldı, savaşın mimarı Eden da istifaya zorlandı.

Londra’daki savaş karşıtı protestolar

Süveyş Krizi’nin sona eriş biçimi son iki yüzyıldır dünyayı yöneten Batı Avrupa’nın eski gücünü kaybettiğini kanıtladı. İngiltere ve Fransa can havliyle ölmediklerini kanıtlamak için bir harekata giriştiler, ama bu harekatın yaptığı onların mezar taşını dikmek oldu. Özellikle İngiltere çok büyük prestij kaybına uğradı. Süveyş Kanalı’na erişimlerinin kısıtlanması da bu pretij kaybına eklenince krizi takip eden yıllar büyük bir dekolonizasyona sahne oldu. İngiltere sömürgeleri birer birer emperyalistlerin pençelerinden kendilerini kurtarıp bağımsızlıklarını ilan ettiler. İngiltere ile Fransa düşerken, krizde Mısır’ın yanında duran ABD ve Sovyetler de yükselen, hatta yükselmiş, güçler olarak kendilerini kanıtladılar. İsrail ise müttefiklerine kıyasen savaştan çok daha karlı çıktı. Başarılı askeri harekat orduya duyulan güveni arttırdı. Bu İsrail gibi yeni kurulmuş ve etrafı düşmanlarla çevrili bir ülke için büyük bir şey ifade ediyordu. Ayrıca İsrail İngiltere ve Fransa gibi hemen çekilmeyerek onların yaşadığı prestij kaybını yaşamadı. İsrail neredeyse 5 ay boyunca Sina’dan çıkmadı ve müzakereleri sürdürdü. Böylece İngiltere ve Fransa’nın kuklası olmadıklarını, onlarla yapılan anlaşmanın kendilerini bağlamayacağını ve dolayısıyla bölgede bir şey üzerinde anlaşılmak isteniyorsa İsrail’in göz ardı edilemeyeceğini göstermiş oldular. Aynı zamanda 50’den beri kapalı olan Tiran Boğazı’nı açtırdılar ve Sina’ya BM barış gücünün gelişiyle güney sınırlarında yaklaşık bir 10 yıl için huzura kavuştular. Bir diğer kazanan da Mısır ve Nasser’di. Mısır savaş alanında çok zayıf kalsa da Nasser savaş sonrasında Arap dünyasının ve hatta tüm ezilen halkların gözünde emperyalizm ve siyonizme karşı savaşan ve kazanan bir kahraman olarak sahneye çıktı. Halka Mısır büyük bir zafer kazanmış gibi anlatıldı, halbuki zaferi kazanan Amerika ve Sovyetler başta olmak üzere dünya kamuoyuydu. Uluslararası tepki çekilmeye zorlamasa ittifak rahatlıkla istediğini alarak kanalı ele geçirecekti. Bu hayali zafer Mısır’ın ilerideki hezimetlerine zemin hazırladı. Sonuç olarak Süveyş Krizi tüm dünyanın aktif bir şekilde dahil olduğu ve sonuçlarıyla dünya siyasetinde dengeleri değiştiren bir olay olarak tarih kitaplarında yerini aldı.

Kaynakça

Gorst, Anthony. The Suez Crisis. London: Routledge, 1997.

Leave a Reply