Farklı Bir Tarihçilik Denemesi: Türkiye 1643

Tarih bir disiplin olarak akademiye ‘kabul edildiğinden’ beri akademinin kurallarına uymak zorunda kaldı. Akademinin başlıca ayırt edici özelliklerinden biri kullandığı dil ve argümantasyonun belli kalıplara dayandırılmasıdır. Giriş bölümü belli kalıpları içermelidir, şu sorulara cevap vermelidir. Tezin gövdesinde şunlardan bahsedilmelidir. Tezin içindeki bölümlerin sayfa sayısı belli bir sayıyı aşmamalıdır. Sonuç bölümünde ise yine giriş bölümündekine benzer keskinlikte kalıplar kullanılmalıdır. Ortaya çıkan çalışma fikirsel açıdan olmasa bile teknik açıdan bir fabrikadan çıkmışa benzer en sonunda. Bu genel kalıpların dışında daha mikro düzeyde, cümlelerin yapılandırılmasında, seçilen kelimelerde dahi akademinin o keskinliğini sezebiliyoruz. Adeta bir kabuk gibi metni sarıp sarmalar akademinin gücü ve onu dışarıdan, yani sıradan okuyucudan, gelecek tepkilere karşı korunaklı kılar.

İşte Oktay Özel’in yapmaya çalıştığı şey o kabuğu kırmak. Türkiye 1643 kitabı bir dönem Bilkent Üniversitesi’nde de öğretim üyeliği yapmış Özel’in doktora tezinin aslında farklı bir sunumu. Ama öyle farklı ve özgün ki hakkını teslim etmeden geçmeyi olanaksız kılıyor. Kitabı ilk elinize aldığınızda hissettiğiniz şey akıcılık ve edebî üslup oluyor. Anlatım tarihçinin kendisiyle başlıyor ama sadece tarihçinin kişisel yaşamıyla değil, eseriyle ve dönemin çevresiyle de kurduğu iletişim söz konusu. Yani akademik yazımda asla bulamayacağımız bir iletişim. E. H. Carr’ın ünlü ”Tarih Nedir?” kitabında tarihin niteliklerinden bahsederken kullandığı ‘’Tarih, tarihçi ile kullandığı kaynağı arasındaki bitmeyen ilişkidir (2002 [1961], 35)’’ sözünün vücuda getirilmiş bir şeklini sunuyor bize kitap. Özel’in doktora tezine kaynaklık eden 1643 tarihli Amasya avarız defteriyle kurduğu ilişki kitap boyunca bazen ön planda bazen ise arka planda kendini hissettiriyor. Sosyal bilimler akademisinin doğa bilimlerine öykünerek bilen özne ile bilinen nesne arasındaki katı karşıtlığın yaratımına bir karşı çıkış söz konusu. Halbuki tarihçi laboratuvar şartlarında çalışan tarza bir bilim insanı değildir, olamaz da. Nesnesiyle ilişki kuran özne olarak nesneyi tüm yönleriyle kavramaktan çok onu anlamlandırmaya yoğunlaşır. Anlamlandırmak demek aynı zamanda anlatmak demektir. Tarihin sosyal bilimler akademisi içindeki diğer disiplinlerle en keskin ayrımı da burada yatar. Anlatı veya ‘’narration’’ tarihin bir noktada kaçınılmazıdır. Bazı tarihçilerin ve tarih ekollerinin anlatıyı tarihten atma çabalarına karşın anlatı kendini 80’lerden itibaren tekrar su yüzüne çıkarmıştır.

Lakin Özel’in kitap boyunca yaptığı salt bir anlatıdan ibaret değil. Tam aksine döngüler ön planda. Ancak bu döngüler Emmanuel Le Roy Ladurie’nin olayları tamamen dışarıda bırakan ‘l’histoire immobile’i tarzında değil. Kitabın genel iskeletini Amasya’nın 1576 tarihli klasik tarzda son kez yazılmış tahrir defteri ile 1643 yılındaki avarız defterinin karşılaştırması oluşturuyor. Bu yönüyle spesifik bir noktaya işaret etse de bu karşılaştırmanın açtığı kapı dünya tarihindeki 17. Yüzyıl Krizi’ne, iklim tarihindeki Küçük Buz Çağı’na uzanıyor. Ancak bir yandan da Osmanlı’nın özel koşulları önemli yer tutuyor. Belirtilen tarihler arasındaki erkek nüfus arasındaki bekarların oranının görülmemiş şekilde artması, Safevi ve Osmanlı mücadelesinin kırsalda yıkım yaratması, yine Kanuni’nin oğulları arasında Anadolu’da gerçekleşen mücadelenin halihazırda oluşmuş nüfus baskısını farklı eyaletlere yayması gibi tikel etkiler de önemli yer kaplıyor. Özel sadece bir ‘bilimci’ gözüyle bu etkileri belirleyip ne yaşandığını açıklamaya çalışmıyor sadece, bizzat düzenin bozuluşunun mağdurlarının ne yaşadığını, düşündüğünü aksettirmeye çalışıyor okuyucuya. Okuyucuya bir nevi, ‘dinle ey okuyucu, anlatılan senin hikayendir’ mesajını veriyor. Çünkü Anadolu’daki düzenin temelinden sarsılmasının etkileri nüfusun o kadar büyük bölümünü kapsıyor ki sadece Amasya’da köy sayısı 1576 defterine göre 379 iken 1643 tarihli defterde 262 idi. Ayrıca 1576 yılında teyit edilmiş 238 köyün vergi nüfusu 1643’te önceki halinin %20’lerine kadar düşmüştü. Bekar nüfusun, evli nüfusa oranı da 1576’dan 1643’e %45’ten %14’e düşmüştü. Yani bekar nüfus evli nüfusa göre çok daha fazla artmıştı. Geç evlenme veya evlenememe köylü tarım topluluğunda bir krize işaret ediyor olmalıdır. Bekar nüfusun anormal artışına fakirleşme ve topraksızlaşma da eşlik ediyordu elbette. Bu da genç, fakir ve topraksız/mülksüz genç köylülerin Anadolu’da iç hareketliliğine, sonuç olarak da köylü toplumunun ‘harmonisini’ bozacak başıbozukluğa, yağmaya yol açıyordu. 1590’lardan itibaren patlak veren Celalî olarak adlandırılan isyanların temel insan kaynağını oluşturanlar bu insanlardı.

Bütün bu tarih anlatısının yanında bir de günümüz var. Tarihinin şimdi ile olan, kelimeyi biraz zorlayarak ‘zeitgeist’ ile olan ilişkisinin altını çizmek gerekir. Özel de bunun farkında, doktora tezine başlayış sürecini ve o dönemin hem Türkiye’deki hem de dünyanın bir kısmındaki politik-kültürel atmosferini kitabın içine ustaca dahil etmeyi başarıyor. 12 Eylül darbesinin alameti farikalarından YÖK’ün Türkiye akademisini nasıl bir duruma getirdiğini, YÖK bursiyerlerinin MEB bursiyerlerinden miktar olarak daha fazla burs almalarından dolayı eşitlik adına nasıl ‘fakirlikte eşitlendiklerini’ de okuyoruz kitapta. Türk Tarih Kurumu etrafında şekillenen günümüzde de devam eden 12 Eylül sonrası yeni milliyetçi tarihyazımının nasıl şekillendiğini Hacettepe Üniversitesi’ndeki değişim üzerinden anlatıyor Özel. Kitaptaki bir anekdot ise çarpıcı. Bulgaristan’daki Türklerin durumu söz konusu olduğunda TTK’den bölgedeki Türklerin dini ve milli kimliklerine ilişkin ‘bilimsel’ bir araştırma yapması istenir. Oluşturulan ‘bilim kurulu’nun raporunu sunmak üzere Kenan Evren ve diğer komutanların da katıldığı bir sunum tertiplenir. Sunumu yapan tarihçi ise komutanın karşısındaki ermişcesine toplantıya iştirak edenleri hiç anmadan doğrudan Evren’e ‘Sayın Cumhurbaşkanım’ hitabıyla sunumuna başlar. Sonunda ise Evren’e baş selamı vererek ‘’Arz ederim!’’ sözüyle sunumunu tamamlar. Böylesi bir anektodun genelde Türkiye akademisi özelde tarihçilik adına anlattığı çok şey vardır bana kalırsa. Özel bundan sonra odağını Türkiye akademisinde yapılagelen -günümüzde de hala bitmeyen- tarihçilik uğraşına çevirir. Bu uğraşı tanımlamak için kullandığı ‘defteroloji’ tabiri ise bence durumu çok iyi aktarıyor. Peki nedir bu defteroloji? İsminin verdiği ipucu gibi defterlerle ilgili. Hangi defterler? Tahrir defterleri ve Osmanlı bürokrasisinin kaleme aldığı biliumum türevsel defterler. Nasıl yapılır bu defteroloji ilmi? Defterler öncelikle transkribe edilir, ardından içinden bazı veriler düzenlenir ve tablolaştırılır. Ardından defterolog defterin sınırları dışına çıkmaya hiç tenezzül etmeden bir sonuç kaleme alır ve çalışma noktalanır. Bu tip Rankeci bir tarihçilik uğraşının çok gerilerde kalması gerekirken ve dünya çapında kalmışken ülkemizde günümüzde bile örneklerinin görülmesi düşündürücü. Bir yanda 12 Eylül’ün getirdiği düzen bir yanda tarihçilik uğraşının defterolojiye indirgenmesi haliyle Türkiye toprakları içinden yetişen dünyaca adından söz edilen bir tarihçi çıkmasının önüne de set çekiyor. Özel de aslında çalışmasına defter incelemesiyle başlıyor. Ama çalıştığı 1643 tarihli Amasya defteri öyle düşünceler uyandırıyor ki onda ortaya çıkan sonuç defterolojik olmaktan çok uzak. Bir yanda imparatorluğun klasik dönemden post-klasik döneme geçişinin izlerinin, bir yanda demografinin büyük oranlarda değişiminin -yer yer köylerin %70’inin yok olması söz konusu, bu elbette bu popülasyonun dört bir yana dağılması anlamına geliyor-, iklimsel olayların Anadolu insanı üzerinde yarattığı tahribatı tam olarak kavrayamasak da ‘bir şeyler oldu’ ve olan şeyler yapıdan aktöre birbirleriyle iç içe geçmişti. Bütün bu yönleriyle halihazırda ayrıksı ve özgün bir tarihçilik denemesi iken kitabın ruhunu asıl veren ise Özel’in kullandığı edebi üslup. Bir romandan farksız şekilde akan, bir tarih ve tarihçilik kitabı olarak Türkiye 1643’ten özel olarak söz edilmesi gerekiyor.

Kaynaklar

Burke, Peter. Fransız Tarih Devrimi: Annales Okulu. Çev. Mehmet Küçük. İstanbul: Doğu Batı Yayınları, 2014

Carr, Edward Hallet. Tarih Nedir?. İstanbul: İletişim Yayınları, 2002.

Stone, Lawrence. “The Revival of Narrative: Reflections on a New Old History.” Past & Present, no. 85, [Oxford University Press, The Past and Present Society], 1979, pp. 3–24, http://www.jstor.org/stable/650677.

Özel, Oktay. Türkiye 1643: Goşa’nın Gözleri. İstanbul: İletişim Yayınları, 2018.

Leave a Reply